Mahalleden Göç

Mahalleden Göç

MAHALLEDEN GÖÇ

Birkaç yazımda üst üste mahalle kavramını ele alınca bazı dostlarım bu konu üzerinde fazla durduğumu dolayısıyla fazla önem verdiğimi ifade ettiler.

Haklılar, çünkü bu konu gerçekten hepimiz için çok önemli bir konu. Zira mahalle dirliğimizin, birliğimizin başladığı yerdir. Sevginin, kardeşliğin, yardımlaşmanın en güzel şekilde sergilendiği mekandır. Barışın ve dostluğun doğum yeridir mahalle.

Yıkılmaz, sarsılmaz bir millet olarak tarih sahnesinde hayatını devam ettirebilmenin şartı olan ebed-müddet devlet fikrinin bir ulu ülkü olarak genç dimağlara ilmek ilmek işlendiği ilk kurumdur mahalle. Yine elbetteki bu fikrin ilk harcı da devlet gibi ebed-müddet olması kararlılığıyla kurulmuş ailelerden oluşan mahallelerde atılagelmektedir.

Mahalle kavramı, stratejik bir konu olarak ele alınıp daha edebi, daha derinlikli yazılara konu edilse belki yeni yetişmekte olan gençlerimiz için de milli manevi benliklerinin oluşmağa ve olgunlaşmağa başladığı bu ilk gençlik dönemlerinde çok faydalı olacaktır.

Şimdi ortaokul – lise çağındaki gençler gibi bizimde orta son dönemlerimizde hayat güllük gülistanlık giderken, şehirde sessiz sedasız ilerleyen fakat yaş itibariyle ilgi alanımız dışında olması hasebiyle bizim henüz haberdar olmadığımız gelişmeler oluyordu. Şehirleşme farklı bir boyuta geçmiş, merkez dışında yeni imar çalışmaları yapılıyor, yeni yerleşim yerleri inşa ediliyordu.

Sonraları öğrendik ki belediye tarafından şehrin batı tarafında, Gezköy civarında yeni bir yerleşim yeri kurulmağa başlanmış, adına da “200 Evler” denilmiş. Bu durum o sırada bizim yaşlardaki çocuklar için herhangi bir şey ifade etmiyordu.

Bizim için hayat mahallemizde başlamış dünya durdukça da orada devam edecekti. Oysa hayat durağan değildi. Herşey değişiyordu. Dünya yerinde durmadığı gibi dünyanın içindeki herşey de onunla birlikte değişiyor ve dönüşüyordu. Bizler büyüyorduk, şehir genişliyor, dünya değişiyordu.

Mahalle kültüründe komşuluk çok önemli bir olgudur. Öyle ki akrabalıktan öte bir yakınlık ifade eder. “Komşu komşunun külüne muhtaç” olduğu gibi komşuluk hayata ortaklık gibidir. En acı günleri de komşunuzla birlikte yaşarsınız, en tatlı günleri de. En ufak bir derdinizin ortağı “en yakın” akrabanızdan önce “en yakın” komşunuzdur.

Bizim de böyle akraba gibi gördüğümüz, aynı ailenin fertleri gibi yakın hissettiğimiz komşularımız vardı. Onların bizden yaşça büyükleri kendi abimiz ablamız, küçükleri de kendi küçük kardeşlerimiz gibiydiler. Büyüklerce korunup kollandığımız gibi küçükler de bizim korumamız altındaydılar

Mahalle hayatımız mutlu ve huzurlu giderken gün geldi ki akraba gibi yakın hissettiğimiz bir komşumuz, yukarıda bahsettiğim Gezköy’ ün güney tarafına kurulan ve adı “200 Evler” olan yeni yerleşim yerine taşındı. Sonra yine çok yakın olduğumuz diğer bir komşumuz daha taşındı aynı yere. Onlarla kalmadı bu taşınma olayı. Artık her mahalleden birer ikişer göç başlamış oldu. Bu taşınmalar aslında “mahallenin dağılma süreci” nin başlangıcıydı.

Şehrin etrafında yeni yerleşim yerleri kuruldukça eski mahalleler kan kaybetmeye başladı. Eski evler birer birer kendilerini canlı tutan sakinlerini kaybetti. Dostları terkettikçe bu mahallelerin yüzleri soldu. Evler boşaldıkça kışın sobalar söndü, bacalar tütmez oldu. Sokaklarından yaz-kış eksik olmayan cıvıltı ve neşe, sustu. Evler teker teker harabeye döndü, yıkılmağa yüz tuttu.

Tabiidir ki bu taşınma ve yer değiştirmeler hiçbir zaman bitmedi. Şehiriçi göçler sürekli devam etmektedir. Fakat günümüzdeki yer değiştirmelerin boyutu daha farklı. Eski mahalle sistemi yok olduğu

için şimdiki yer değiştirmeler ekonomik boyutlu olmaktadır. Yani daha iyi ekonomik imkanlara sahip olan insanlar, ekonomik ve sosyal açıdan daha iyi şartlara sahip, daha donanımlı yerleşim yerlerine taşınmakta, yahut bir şekilde çeşitli olumsuzlukların yol açtığı sonuçlar karşısında ekonomik imkanlarını kaybedenler şartları daha mütevazi olan yerlere taşınmaktadırlar. Ayrıca daha iyi imkanlara sahip olmayan insanlar da şartları nispeten daha kötü denebilecek yerleşim yerlerinde barınmağa devam etmektedirler.

Bu yer değiştirme şekli günümüz yerleşim modelini “ekonomik şartların biraraya getirdiği muhitler” halinde oluşturmakta ve dolayısıyla semt, site ya da muhit olarak birarada yaşayan insanlara kadim mahalle kültürünün yakınlığını hissettirememektedir.

Eski mahallelerin yerleşim özelliklerinden belki de en önemli olanı ekonomik durum bakımından farklı olan ailelerin bir arada rahatça yaşayabilmesiydi. Aynı mahallede zengin-fakir ayrışması olmadan rahatça yaşanabilmesi, yüzyıllardır varolan islam toplumu yerleşim sisteminin bir tezahürüdür. Zenginin fakiri gözettiği, yoksulun da varlıklı olana haset etmediği veya haset etmesine gerek bırakmadığı bir birlikte yaşama sistemi oluşturmuştu, eski mahalle yerleşim biçimi. Zira zengin-fakir hep biraradaydılar ve aynı olayların etrafında birleşirlerdi. Aynı sevinç ve aynı tasada toplanır, birlikte olurlardı. Mahallenin herhangi bir evinden çıkan figan topyekün mahallenin figanı olurdu.

Eskiye dönmek mümkün olmadığına göre kültürümüzü korumak ve yaşatmak adına şimdiki zamanda neler yapılabilir ona bakmak ve kafa yormak lazım. Mevlana’nın dediği gibi “Dünle beraber gitti cancağızım/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım/Ne kadar söz varsa düne ait/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Share this content:

YAŞAM