Eski Bayramlar Unutulan Bayram Gelenekleri

Eski Bayramlar Unutulan Bayram Gelenekleri

Eski bayramlar; Ramazan’a ve Ramazan Bayramına özel Osmanlı zamanında uygulanan gelenekler, bolluk ve bereket getirmesi için sürdürülen alışkanlıklar, padişahların kılıç kuşanma törenlerinden sadaka taşı gibi adetlere kadar İstanbul’da asırlar boyunca yaşatılan güzellikler günümüzde halen özlemle anılmaya devam ediyor. İşte, ‘Nerede o eski bayramlar!..’ diye yâd ettiğimiz, Osmanlı’dan günümüze, unutulan bayram gelenekleri…

Eski bayramlar; Osmanlı’dan günümüze, unutulan bayram gelenekleri…maske

Osmanlı’nın asırlar boyu sürdürdüğü ‘Nerede o eski bayramlar!..‘ dedirten Ramazan ve bayram gelenekleri günümüzde hâlen özlemle yâd edilmeye devam ediyor. İstanbul’da yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin bir kısmı unutulsa da, bir kısmı uygulamada görülen bazı değişikliklere rağmen güncelliğini koruyor. Bu yazımızda, ‘İstanbul’un 100 Âdeti’ isimli kitapta yer alan kadîm geleneklerimizden bazılarını bulacaksınız.

İŞTE ESKİ BAYRAMLAR; OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE UNUTULAN BAYRAM GELENEKLERİ…

Eski bayramlar diye yâd ettiğimiz, Osmanlı zamânında bayram merâsimleri bir gün önceden başlardı.

Arefe merâsimi ve Hırak-i Sa’âdet dairesinde namaz…

Osmanlı döneminde,  bayram gününden bir gün evvel sarayın ikinci avlusunda ve kubbe altında Arefe merasimi yapılırdı. Padişah giydiği temiz ve şık kaftanıyla bayram tebriklerini kabul ederdi.

Padişahların bayramın birinci günü sabah namazını Hırka-i Saadet dairesinde namaz kılmaları bir gelenekti.

Revân Kasrı denilen yere giden padişah, burada saltanat elbisesini giyerdi.

BAYRAM ALAYI VE BAYRAM NAMAZI

Padişah bayram namazı kılacağı camiyi kendisi seçerdi. Padişahların bu yolculuğunda onlara eşlik eden bayram alayı bulunurdu.

Osmanlıca bayram tebriği (resimli); Îdiniz sa’îd olsun! Hayırlı, mutlu bayramlar!.. (2020)

Bayram alayında sadrazam sağ elinde gümüş asa, sırtında kısa kürkle bulunurken padişah da başında mücevherli üsküf, bellerinde incili kuşak ve mücevher kakmalı entari ve kaftanlarla yürürdü.

Bazı bayramlarda padişah halka açık büyük şenlikler düzenlerdi. Özellikle Ramazan Bayramı’nda bu tür eğlencelerin yapıldığına şahit olunurdu.

Osmanlı dönemi bayram eğlencelerinde belli bir düzen hakimdi. Öğleden önce bayramlaşma ve ikramla geçerken öğleden sonra ise çeşitli gösteriler yapılırdı.

YALNIZCA TÜRKLERE MAHSUS OLAN MAHYÂCILIK

İslam dünyasında sadece Türklere mahsus olan mahyâcılık, Ramazan-ı Şerif ve bayram gecelerinde çift minareli camilerde minareler arasına gerilen iplere kandiller, günümüzde ampuller asarak yazı yazma veya şekil yapma zanaatıdır.

Mahyâ, Sadece Ramazan-ı Şerif ayında geçici bir süreliğine kurulduğu için ‘aylık’ anlamına gelen ‘mâhiyye’ kelimesinden gelir.

KAFTAN GİYDİRME VE KANDİL UÇURMA

Osmanlı zamanında, Kadir gecelerinde minarelerin şerefelerinin altına kadar aydınlatılmasına ‘kaftan giydirmek’, teravihten sonra kandil ipinin cami avlusuna gönderilmesine ise ‘kandil uçurma’ adı verilirdi.

Ayrıca İstanbul halkı mahyâlar kurulurken yazılar peyderpey oluştuğundan çıkacak yazıyı tahmin etmeye çalışır, bunu bir eğlenceye dönüştürürlerdi.

Mahyâların en çok beceri isteyeni ‘gezdirme mahya’ydı. Bu mahya çeşidinde kandillerden çeşitli resim ve şekiller yapılır, bu şekil ve resimler ipler yardımıyla minareler arasında gezdirilirdi.

Minareler arasına Ramazan’ın on beşine kadar yazılar, on beşinden sonraysa resimler asmak adetti.

RAMAZAN DAVULCU-FENERCİLERİ VE ‘BAHŞİŞ’ GELENEĞİ

Günümüzde de olduğu gibi eskiden de Ramazan ayında halkı sahura kaldırmak için sokaklarda davulcular gezerdi.

Ramazan davulcuları genelde Çingeneler ve tulumbacılar arasından çıkardı.

Ancak bugünden bir farkı, davulcunun yanında bir de fenerci olmasıydı. Davulcular genelde her mahallenin büyük evleri veya konakları önünde durur, bir yandan davul çalıp bir yandan mani okuyarak bahşiş beklerlerdi.

Davulcuların söylediği maniler genelde çocuklara yönelik eğlendirici maniler olurdu. Çocuklar mani dinlemekten çok hoşlandıkları için hane halkı bahşişi biraz geciktirir, eğer davulcunun daha fazla çalması istenirse ricada bulunulur, bu sırada tüm sokak pencereye çıkmış olurdu.

Kibâr konaklarında ise durum biraz daha farklıydı. Davulcular konak önüne geldiğinde bahşişleri açıktan verilmez, bir çevre ucuna bağlanır veya en azından bir kağıda sarılarak verilirdi.

Ayrıca davulcular bayramda da geleceği için sırma uçlu bir çevreye bağlı bahşişleri, yine çevreye veya kağıda bağlı şekerleri önceden hazırlanırdı.

CAMİ AVLUSU SERGİLERİ

Eski İstanbul’da Bayezid, Sultan Ahmed, Eyüb Sultan, Ayasofya, Kılıç Ali Paşa gibi büyük camilerin avlularında, İstanbul halkının Ramazan ihtiyaçlarını ucuz yoldan ve topluca karşılayabilmeleri için cami avlusu sergileri açılırdı.

1930’lu yıllara kadar açılan bu sergilerde her çeşit mal satılır, sergiye katılan esnaf gedikli olur, sergisini bir sonraki sene de aynı yerde açardı.

Daha birçok tezgahın kurulduğu, her çeşit malın satıldığı, seyyar satıcılardan geçilmeyen cami avlusu sergileri, çoğu adet ve panayırda da olduğu gibi işgal yıllarında sekteye uğradı ve unutuldu. Bu adet yakın zamanlarda yeniden canlandırılmaya çalışılıyor.

BAKLAVA ALAYI

İstanbul hayatının değişmez ananelerinden birisi de Ramazan aylarının en renkli görüntülerine sahne olan Baklava Alayı’dır. Kanuni Sultan Süleyman devrinden kalma bir âdet olan Baklava Alayı, her Ramazan ayının on beşinci günü Topkapı Sarayı’nda gerçekleşen Hırka-i Saadet ziyareti kapsamında düzenlenirdi. Saray kapılarında biriken yeniçeriler, sarayın orta kapısı olan Babüsselam’dan içeri alınır, saray mutfağının önüne bağlanmış olan baklava tepsilerinin önüne dizilirlerdi. Yeniçeriler, her on nefere bir baklava olmak üzere tepsilerini alır, yeşil sırıkların üzerine yerleştirir ve geldikleri gibi sarayın ikinci kapısından çıkarlardı. Baklava Alayı, böylece İstanbul halkının her yıl seyrettiği eğlencelerden olmuştur. İstanbul halkı, baklava tepsilerinin geçeceği yollara doluşur ve bu şenlikli alayı seyretmek için birbirleriyle yarışırdı. Yeniçeriler de saraydan aldıkları tepsi tepsi baklavaları, İstanbul sokaklarında dolaştırır ve kışlalarına ulaşırdı.

ÇOCUKLARA MAHYÂ BAHŞİŞİ

Çocuklar iri midye kabukları veya kiremit parçaları toplar, bunların içine bir miktar yağ koyup pamuktan bir fitil ekleyerek ufak bir kandil yaparlardı.

Çocuklar gündüz hazırladıkları bu kandillerle, mahallenin camiye yakın bir köşesine veya cami avlusuna top, gemi, çiçek gibi türlü desenlerde yer mahyaları kurar, teravih namazına gelen İstanbullulardan yağ parası ve mahya bahşişi toplarlardı.

I. Dünya Savaşı yıllarına kadar uyulan bu adet, sonraları giderek seyrekleşerek yok oldu.

TERAVİH SONRASI ‘KANDİL UÇURMA’

Eski Ramazanlardaki mahya adetlerinden biri de kandil uçurmaydı.

Mahyacılar minare şerefesi ile cami avlusundaki yüksekçe bir yer arasında ip gerer, bu ip üzerinde kandil kaydırır, teravih namazından sonra yapılan bu gösteriyi İstanbul halkı büyük bir keyifle izlerdi.

Mahyacılar gösteri sonrası bahşiş aldıkları bu işin en güzel şekilde görünmesi için çeşitli kandiller yapar, minareden cami avlusuna doğru salınan kandiller kayan yıldızları andırırdı.

Eski Ramazanlardaki eğlenceli çocuk adetlerindendi. Çocuklar Ramazan gecelerinde toplanıp, bir çanağa mum ya da kandil koyarak kapı kapı dolaşır ve komşulardan ‘donanma’ parası dedikleri bir bahşiş toplarlardı. Yağ parası mum parası toplamaya çıkan çocuklar kapıların önünde durup hep bir ağızdan tekerlemelerini söyler, para vermeyen evlerin kandillerini taşlarlardı.

İFTAR DAVETLERİ VE ‘DİŞ KİRASI’

Eski Ramazanlarda şehirde hali vakti yerinde olan kimseler köşklerinde, konaklarında iftar davetleri verir ve bu davetlerde maddi durumu yerinde olmayan kimseler için de sofralar kurulurdu.

Yemek faslı bittikten sonra ve misafirler dağılmadan önce ev sahibi bu yoksul kişilere maddi durumu nispetinde diş kirası adı altında işlemeli keselerde akçe veya altın paralar verirdi. Bu kişiler de evin bereketinin daim olması ve artması için dua eder, böylece hane halkına teşekkürlerini sunarlardı.

Eski İstanbul’da Ramazan ayı sürecince varsıl ev sahipleri iftar daveti verir, bu davette hali vakti olmayanlara da sofra kurulur ve ayrılırken onlara diş kirası adı altında ihsanda bulunulurdu.

Genel Araştırmalar