SARI GELİN TÜRKÜSÜNÜN COĞRAFİK, TARİHSEL VE KÜLTÜREL BÖLGESİ

SARI GELİN TÜRKÜSÜNÜN COĞRAFİK, TARİHSEL VE KÜLTÜREL BÖLGESİ

Sarı Gelin türkümüzün öyküsünü ve aşağıda inceleyeceğimiz varyantlarını kontrol ettiğimiz zaman gözümüze ilk çarpan coğrafik ve tarihi unsurun Penek(Bana) Kalesi olduğunu görüyoruz. Şu anda Erzurum’un Şenkaya ilçesinin Penek Mahallesi sınırlarında kalan bu kale, tarihi hareketliliğin fazla olduğu Oltu- Göle yolunun üzerinde kalmaktadır. Dede Korkut Hikâyelerinde Ben Hisarı olarak anılan bu kale Gürcü Krallığı için stratejik önem taşıyan bir yer olma özelliğine sahipti. Bugün kalıntıları bulunan kilise bu alanın yerleşim açısından önemli bir yer olduğunun delilidir. Bu kale Gürcüler kadar Bizanslılar içinde önemlidir. Oğuzların bölgede gözükmesi ile birlikte bu kale Türkler açısından da önem kazanmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Dede Korkut hikâyelerine konu olan Ben Hisarı burasıdır. Türklerin Anadolu’ya geçmesi ile birlikte bu bölgede Gürcü Roma mücadelesi Gürcü – Türk mücadelesine dönmüştür. Gürcüler ordularının içerisinde bulunan Kıpçak Türklerinin desteği ile bölgede bulunan Türkmenlere ağır zayiatlar verdirmişler, Saltuklu Beyliğine karşı başarılar elde etmişlerdir. Alâeddin Keykubat tarafından kazanılan Yassı Çemen savaşından sonra 1230 yılında Erzurum Anadolu Selçukluların hâkimiyetine girmiştir. Bundan 37 yıl sonra yani 1267 yılında Tiflis’te Gürcü Krallığına isyan ederek kurulan Kıpçak Atabey Devleti; Bayburt, İspir, Tortum, Yusufeli, Artvin, Ardanuç, Göle, Ardahan, Ahıska, Ahkılkelek, Azgur, Oltu ve Şenkaya yörelerine hükmediyorlardı. Kıpçak ağzında “bey” anlamına gelen Ban Hisarı Ortodoks Hristiyan olan Kıpçak Türklerinin elinde uzunca bir süre kalmıştır. Timur tarafınca 1400 yılında 7 kalesi alınan Atabekler Beyliği’ne 1548 yılında Osmanlılarca son verilmiş ve Penek kalesi yani Ban Hisarı Osmanlılara geçmiştir. (Solmaz, 2005)Demek ki Ban Hisarı yani Penek Kalesi ve çevresinde etkili olan unsur Kıpçak yani Kuman Türkleridir. Varlıkları M.Ö bin yıl içerisinden beri bilinmektedir. Sarışın olan ve Türk ırkının en güzel boyu olarak nitelendiren Kıpçaklar, tarih sahnesine ilk kez 9 – 11. Yüzyıllar arasında çıkmışlardır. Orta Asya’dan Urallara geçmiş ve burada üstünlük kurmuşlardır. Sonra onları Siriderya boylarında, Oğuzlarla yan yana ve Orta Asya’ya dağılmış hâlde görüyoruz. Kıpçaklar, Moğol istilasından önce de Siriderya, İdil ve Don arasında, Kafkas ve Kırım dağlarında, Hazar’ın kuzey düzlüğü ile bugünkü Kazakistan’ın orta ve kuzeybatı kısmında yaşayıp pek çok Türk kavmi ile karışmışlar ve İran, Suriye, Rusya, Doğu Avrupa ve Bizans ile askerî, ticarî ve iktisadî ilişkiler kurmuşlardır. (“Wikimedia Vakfı (WP),”Wikipedia Özgür Ansiklopedi(Erişim 20 Şubat 2020)

Kıpçaklar’ı Bizanslılar ve Latinler “Kumanos, Cumanus, Komani”, Ruslar “Polovets Kıpçaki” (Ferganskiye), Almanlar ve diğer Batılı milletler “Falben, Valani, Pallidi”, Ermeniler “Khartes”, Macarlar “Kun” adlarıyla zikretmişlerdir. Bu adların ortak anlamı “sarı, sarımsı, solgun”dur. İslâm kaynaklarında “Kıbcâk, Kıbşâk, Kıfçak”, Gürcü kaynaklarında “Kifşak, Hifşah” şekillerinde geçen kelimenin etimolojisi hakkında kesin bir sonuca varılamamıştır. Kıpçakların adının ilk defa geçtiği Rus yıllıklarında Türkmen, Peçenek ve Uzlarla aynı kavimden oldukları vurgulanmaktadır. Önlerindeki Uz (Oğuz) kitlelerinin 1048’de Balkanlar’a çekilmesi üzerine de Güney Rusya’ya geldiler. 1061’den itibaren Kıpçaklar Rus bozkırlarını ele geçirmeye başladılar. 1078’de Bizans’a isyan eden Peçeneklerle birlikte Edirne’yi muhasara ettiler. Bu tarihten itibaren 1083-1096 ve 1109-1114 yıllarında Bizans’a karşı akınlar yaptılar. Hâkimiyetlerini, 1080’lerde Don-Dinyester havzaları başta olmak üzere Balkaş gölü-Talas yöresinden Tuna ağzına kadar yaydılar. Kafkaslarda Kuban bölgesini de içine alan bu arazi kuzeyde Oka-Sura nehirleri boyuna, yani İdil Bulgarları sınırına kadar uzanıyordu. Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkır bölgelerinin tamamını kapsayan Kuman-Kıpçak sahası o zamandan itibaren İslâm kaynaklarında “Deşt-i Kıpçak” (Kıpçak Bozkırı) adıyla anılmıştır. Rus, Bulgar, Alan, Burtas, Hazar ve Ulahların Kıpçak tâbiiyetinde yaşadıkları bu devirde Kıpçak ülkesi Orta Asya, İtil-Yayık, Don-Donets, Aşağı Dinyeper ve Tuna adlı beş bölgeye ayrılmıştı. Kıpçaklar bu bölgelerde kendi başbuğlarının idaresinde yaşıyorlardı. Kıpçak başbuğu Atrak’ın güzelliğiyle meşhur olan kızının Gürcü Kralı Bagratlı II. David ile evlenmesinden sonra Don-Kuban boyundaki Kıpçaklarla Gürcüler arasında yakın münasebetler kuruldu. Gürcü kralı David, 1118’de Çoruh, Kür dolaylarına yerleşen Kuman Kıpçaklarından 40.000 kişilik mükemmel bir atlı ordu oluşturdu. Gürcüler, bu atlı Kıpçak kuvvetleri sayesinde Anadolu Selçukluları’nın hücumlarına karşı koydular. Şirvan, İran ve İrmîniye’ye başarılı seferler düzenlediler. Kıpçak ülkesi Moğol istilâsına uğrayıp bölgede Altın Ordu Devleti’nin kurulmasından sonra (1241) Kıpçaklar’ın hiçbir rolü ve kuvveti kalmadı. Bazı Kıpçaklar Moğol İmparatorluğu’nda önemli görevlerde bulundular. Diğer göçebe Türklerde olduğu gibi başlangıçta Şamanist olan Kıpçaklar’ın bir kısmı zaman içerisinde Hıristiyanlığı benimseyerek özellikle Ortodoks kilisesine bağlanmışlar, bir kısmı da Kırım, Kafkaslar ve İdil Bulgarları ülkesinde görüldüğü gibi Müslüman olmuşlardır. (Yücel 20 Şubat 2020)

Anadolu ve Kafkasya dağ sistemleri arasında bir geçiş alanı meydana getiren Azerbaycan dağlık bir bölgedir. İran Azerbaycan’ı olarak bilinen Azerbaycan’ın güneyinde dağlık alan daha geniş yer tutar. Buna karşılık Azerbaycan Cumhuriyeti olan Kuzey Azerbaycan’da düzlükler hâkimdir. Bundan dolayı bölgeye yerleşen Oğuz boyları Güney Azerbaycan’ı daima yaylak, Kuzey Azerbaycan’ı ise daima kışlak olarak kullanılmıştır. Azerbaycan, yazları kurak ve sıcak geçen bir step (bozkır) iklimine sahiptir. Bundan dolayı Azerbaycan toprakları göçebe Türkmen kültürünün yaygın olduğu bir bölge olarak göze çarpmaktadır. Arkeolojik bulgulara göre taş devrinden beri Azerbaycan bölgesinde insan yerleşimi başlamıştır. Azerbaycan’da kurulan ilk devlet Manna’dır. Urartu, Asur, Med ve Büyük İskender’in döneminde Makedonya krallığı Azerbaycan’da siyasi faaliyette bulunan devletlerdir. İlk kez İskitler ile Türklerle tanışan Azerbaycan toprakları, Roma ve Sasani yönetimleri altına da girmiştir. Azerbaycan’da Türk boylarının varlığı ilkçağdan itibaren bilinmektedir. Ancak yoğun olarak görülmeleri Hunlar, Hazarlar, Abbasiler ve Selçuklulardan itibaren başlamıştır. MÖ IX-VIII. yüzyıllardan itibaren Türk kökenli olan İskit (Işquz), Kemer ve Sak kavimlerinin Sibirya, Altay ve Orta Asya’dan çıkarak Güney Kafkasya ve Ön Asya’ya doğru yayıldıkları bilinmektedir. MÖ VIII-VII. yüzyıllarda bu kavimler Azerbaycan’ın yukarıda adı geçen yerli Türk kökenli kavimleri ile kaynayıp karışarak kadim Azerbaycan ulusunun oluşumunda önemli rol oynamışlardır. Sonuç da İskit, Sak, Kemerler’in bu bölgeye gelmesiyle Azerbaycan Türklerinin teşekkülünde yeni bir sayfa başlamış oldu. Güney Kafkasya’da Kıpçakların etki alanlarından biri de Azerbaycan’dır. İlk önce Gazneliler devleti ile Müslüman Türk hâkimiyetine giren Azerbaycan’da yoğun olarak Oğuz Boylarının göç sahası olmuştur. Daha ziyade Selçuklu devrinde yerleşmeye başlayan Kıpçaklar, Azerbaycan tarihinde siyasi yapılanmalarıyla iz bıraktılar. Selçuklu Devleti’nin güçlü dönemlerinde Kafkasya’nın büyük bölümü Türk hâkimiyetinde idi. Devlet dağıldıktan sonra hâkim olduğu topraklarda küçük devletler ortaya çıktığı gibi, hanedan üyelerinin yetiştirilmesi için kurulan bölgelerdeki Atabeylikler de bağımsız hareket etmeye başladılar. Azerbaycan’da kurulan Atabeylik İldenizlilerdir. İldenizliler Kıpçak kökenli bir hanedan tarafından kurulduğu için kadrolarında büyük oranda Kıpçak askeri istihdam edilmişti. İldenizlilerin kuruluş döneminde (1164-1174) Gürcülerle şiddetli savaşlar yapılmış; Kıpçak destekli Gürcü akınlarına İldenizliler karşılık vermişlerdir. (Bosworth, 2005, 257) Yani Ortodoks Hristiyan Kıpçakların desteklediği Gürcülere karşı, Müslüman Kıpçakların desteklediği Oğuzlar savaşmışlardır. Moğol istilasından sonra Altınordu devletinin hakimiyetinde kalan bölge daha sonra Karakoyunlu ve Akkoyunluların hakimiyetinde kalmıştır. Şah İsmail döneminde Safevi hakimiyeti altına giren bölgede yaşayan Sünnilerin Şia mezhebine girmeleri için baskılar yapılmış ve buradaki Sünni Türkmenler Anadolu’ya doğru göç etmişlerdir. Kanuni döneminde Erzurum ve çevresine yerleştirilen Akkoyunlu Sünni Türkmenlerde bunlardandır. Azerbaycan Safevi – Osmanlı savaşlarına sıklıkla sahne olan bir coğrafyadır. Safevi devleti yıkıldıktan sonra Bakü, Kuba, Şeki, Gence, Karabağ, Revan, Nahcivan, Derbent, Serab, Lenkeran, Şeki, Şamahı, Tebriz, Urmiye, Erdebil, Hoy, Maku, Marağa ve Karadağ gibi kendiliğinden oluşan bağımsız hanlıklar ortaya çıkmıştır. Bu hanlıkların büyük bir kısmı 1804–1813 Rus-İran Savaşları’ndan sonra, Rusya İmparatorluğu egemenliğine girmiştir. Özellikle Türkmençayı anlaşmasından sonra Revan Türk hanlığının hüküm sürdüğü coğrafyada Ruslar bir Ermeni bölgesi oluşturma çalışmalarına girmişlerdir. Anadolu’dan Ruslar tarafınca göç ettirilen Ermeniler şimdiki adı Erivan olan Revan ve çevresine yerleştirilmişlerdir. Burada yaşayan Türklerin büyük bir kısmı Rus Çarlığı ve bölgedeki Ermeni komitacıların etnik ayrımcılığa dayanan tedhiş uygulamaları nedeniyle Anadolu’ya özellikle Doğu Anadolu’ya göç etmişlerdir.

Tam bu noktada Sarı Gelin türküsü üzerinde hak iddia eden Ermenilerden bahsetmemiz uygun olacaktır. Ermenilerin Yaratılış Destanına göre, Hayk’tan yola çıkarak kendilerinin bu soydan geldiklerine inanlara “Hay” (Ermeni) ve bunların ülkelerine “Hayk, Hayastan” (Ermenistan) adı verildi. Hayk’ın torunu Aram’ın ismi ile Ermenistan’a “Armenia” ve Ermenilere “Armen” denmeye başlandı. Aratta-Ararat-Urartu, Arman(um)-Armina-Ermenistan, Kuti, Hayasa, Nairi, Somkheti gibi isimler Ermenistan’a verilen diğer isimlerdir. Karadeniz, Hazar Denizi ve Akdeniz’in arasında kalan alanı “Tarihi Ermenistan” olarak adlandırılmaktadır. 301. yılında Hristiyanlık zorla devlet dini haline getirildi. Hristiyanlık öncesinde kalan her şey yasaklandı ya da Hristiyanlık inancına uygun şekilde yeniden kurgulandı. İncil’in ilk bölümü Tekvin’e göre, tüm uluslar Nuh’un üç oğlu Yafes, Ham ve Sam’dan geldiler. Bu şartlar altında, Hristiyanlık öncesi “Ermenilerin Yaratılış Destanı” İncil’in referanslarına göre ayarlandı ve yeni bir destan yaratıldı. Bu destana göre Hayk Nuh’un oğullarından Habet’in (Yafes) soyundan geliyordu ve Torgom’un oğluydu. (İncil’de Torgom Antik Ermeni Krallıklardan biri olan Torgoma’nın kurucusu olarak kabul ediliyor. Torgoma Krallığı Fırat’ın yukarı havzasında M.Ö. XX-XVIII. yüzyıllarından beri bahsediliyor). Bu nedenle Ermeni ortaçağ yazılı kaynaklarında Ermenilere Habetten doğan (Habetatsin), Torgomdan-doğan (Torgomatsin) ve “Torgomyan ulusu” isimleri verilmiştir. (Movsisyan, 2017) Ermenilerin tarihi ve siyasi tezlerinin doğruluğuna ilişkin tartışmaları ve Türk tarihçilerin koyduğu antitezleri yazımızın fazla uzamaması için bir tarafa bırakarak bir Ermeni tarihçinin ağzından verdiğimizi okurlarımıza hatırlatmak isteriz. Ermenilerle Kıpçakların siyasi ve kültürel münasebetleri çok eski tarihlere dayanmaktadır. Ermeniler içinde yaşayıp zamanla Hristiyanlığı benimseyen ve Ermeni kimliği altında eriyen Gregoryen Kıpçaklar bu bağlamda dikkat çekilmesi gereken konulardandır. Gregoryen mezhebi Ermenilerin Hristiyanlığı kabullerinde (III. yüzyıl) temel unsurlardan biridir. Gregoryanlığın ortaya çıktığı ve yayıldığı ortamda mezhebe girenler sadece Ermeni milletinden ibaret olmayıp, Ermenilerle bir arada yaşayan Fars, Türk, Grek ve Süryaniler de Gregoryan mezhebi içinde yer almışlardı.(COG, 2015,64)

Tarihsel geçmişlerine bakıldığında Ermenilerin, çoğunlukla bugünkü Ermenistan, Doğu Anadolu, Batı-Kuzeybatı İran ile kısmen Suriye ve Çukurova bölgesinde yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bir dönem Roma hâkimiyeti altında kalan bölge öncelikle, İran ve Roma mücadelesine, daha sonrada Bizans, İran ve Araplar arasındaki mücadelelere sahne olmuştur. XI. yüzyılda Selçuklu Türklerinin Anadolu’ya girmeleri sonucunda, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin bir kısmı Çukurova ve Orta Torosların dağınık bölgelerine yerleşmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde ise Ermeniler, Doğu Anadolu’da Çukurova ile Kafkaslarda küçük topluluklar halinde varlıklarını sürdürmüşler, ticaret yapıp sanatla meşgul olmuşlar, bu nedenle zengin bir sınıf haline gelmişlerdir. Ayrıca askerlikten muaf olmaları da onları ekonomik açıdan güçlendirmiştir. Böylece Ermeniler zamanla Osmanlı Devleti’nin “sadık vatandaşı” olmuşlardır. Bu isimlendirmeye uygun olarak da kendileri “Millet-i Sâdıka” olarak tesmiye edilmişlerdir. (AKBIYIK, 2002, 282)

Türkler ile Ermeniler, gerek Selçuklu Devleti, gerekse Osmanlı Devleti’nin hakim olduğu dönemlerde yaklaşık 850 yıl boyunca hemen hemen hiçbir sorun olmadan aynı yurdu paylaşmışlardır. Birbirleriyle sıkı komşuluk ve ticari ilişkileri olan bu iki halk ister istemez kültürel etkileşimde bulunmuşlardır. Bu sorunsuz ve karşılıklı güvene dayanan ilişkiler 19 Yüzyılın başlarından itibaren Kafkaslar ve Anadolu üzerinde emeli olan Ruslar ve İngilizler başta olmak üzere devrin büyük devletlerinin kışkırtması ile bozulmuştur.

Sarı Gelin coğrafyasını asıl etkileyen tarihsel süreç 1747 yılının Haziran ayında, İran da hâkim bulunan Avşar Türkmenlerinden Nadir Şahın suikast sonucu öldürülmesiyle başlar. İran’ın hâkim olduğu topraklarda iç karışıklıklar çıkmış ve bu iç karışıklıklar sonucu İran’ın toprak bütünlüğü bozulmuştur. İran’ın hâkim olduğu topraklarda yirmi kadar hanlık kurulmuştur. Bu hanlıklardan biri, Turgutlu Türkmenlerinin hâkimiyetinde olan Revan Hanlığıdır( Hacieva, 2002, 65)

Babaoğlu, Sarı Gelin türküsünün ezgisinde Revan çukurunun makamlarının izlerini taşıdığını söylemektedir(BABAOĞLU, 2011, 226). Revan Çukuru tabirini kısaca açıklamamız türkümüzün tarihi ve coğrafi alanının anlaşılması için önemlidir. Tarihi süreçte, Revan ve Iğdır yöresi, Çukur Saad ve Sürmeli Çukuru adları ile anılmaktadır. Kasım 1920 yılında Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu Iğdır ve ilçelerini geri alana kadar Revan ve Iğdır yöresindeki Türklerin toplumsal, kültürel yapısı aynıdır. Bu iki yörenin iklim özellikleri de genel olarak birbirinin aynısı idi. 1920 yılı Kasım ayından itibaren bu yöre Aras Nehri sınır kabul edilerek Iğdır ve civarı Türkiye de, Revan ve civarı ise Ermenistan tarafında kalmak üzere fiilen ikiye ayrılmıştır. (KIZILKAYA, Erişim 21.Şubat 2020) Osmanlı kayıtlarında Revan merkezli bölgeye çukuru saad, Iğdır merkezli olan bölgeye ise Sürmeli Çukuru denilmektedir. Her iki çukurun ortak ismi ise Revan- Sürmeli (Erivan- Iğdır) ovasıdır.

Osmanlıların Revan, Azeri Türklerinin İrevan, Rusların Armanskaya Oblast, Ermenilerin Erivan (Yerevan) dedikleri şehir MÖ 782 yılında, ülkenin batısında, Ağrı Dağı ovasının en doğusunda ve Hrazdan Nehri’nin geçitlerinin üstünde yedi tepe üzerine kurulmuştur. (“Wikimedia Vakfı (WP),”Wikipedia Özgür Ansiklopedi(Erişim 18 Şubat 2020) Erivan şehrinin bulunduğu arazi çeşitli zamanlarda Urartu, Sasani, Arap hilafeti, Saciler, Şeddadiler, Selçuklular, İldenizler, İlhaniler, Timur, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Afşarlar, Kaçarlar devletlerinin sınırları içinde bulunmuştur. Ortaçağ tarihi kaynaklarında şehrin adı Revan ve İrevan olarak anılmaktadır. Şah İsmail 1501 yılında Erivan şehrini fethettikten sonra komutanı Revankulu Hana, Arama’yı nehrinin kıyısında stratejik önemli yerde kale inşa ettirmek için görevlendirmiştir. Revankulu Han’da kaleyi yedi sene içinde bitirmiştir. Safevi ve Osmanlı mücadelesine sıklıkla sahne olan Revan 1639 yılında Sefevilerle Osmanlılar arasında yapılan Kasrı – Şirin Sözleşmesine göre yeniden Safevilerin topraklarına katılmıştı. Safevilerin yıkılmasından sonra şehir 1723 yılında Türkler tarafından işgal edilmiştir. 1733 yılında Nadir, Revan’ı Osmanlılardan geri almıştır. 1747 yılında Nadir Şah Afşar’ın katlinden sonra bağımsız hanlıklar oluşmuştur. Revan şehri Revan Türk hanlığının merkezi konumunda bulunmuştur. 1 Ekim 1827 tarihinde Rus işgaline uğrayarak yıkılan Revan Hanlığından sonra Rus birlikleri ilerleyişini sürdürerek 1827 yılı sonu, 1828 yılı başlarında Güney Azerbaycan’ın Tebriz, Hoy, Urmiye, Selmas ve Erdebil kentlerini de işgal etmişlerdir. 10 Şubat 1828 tarihinde Tebriz-Tahran yolunun üzerindeki Türkmençay köyünde imzalanan mukaveleyle Revan Hanlığı’nın Rusya’ya ilhak edilmesi resmiyet kazandı. (Sanal Karabağ” Bilgi – İletişim Teknolojileri Merkezi(SKBİTM), “Sanal Karabağ” (Erişim 12 Şubat 2020)

XIII. Yüzyıldan itibaren, Iğdır, Revan, (Erivan) ve Nahçivan civarında gelişen siyasi ve askeri olaylarda, Selçuklu, Osmanlı ve Safevi gibi Türk menşeli devletlerin rol oynaması, bu dönemde buraların Türk-Türkmen yurdu olduğunun en büyük delilini oluşturmaktadır. Bu dönemde bu bölgede Ermenilerin herhangi bir nüfus ağırlığı olmadığı gibi, meydana gelen siyasi gelişmelerde de etkinlikleri hiçbir şekilde görülmemektedir. Ermeniler, bu dönemde bölge nüfusunun çok küçük bir kısmını oluşturmakta ve Üç Kilisedeki (Eçmiyazin) manastır çevresinde dini bir topluluk halinde, genel olarak bölgede hâkim olan Türk kökenli devletler olan Osmanlı veya Safevi (Türkmen) hâkimiyetinde yaşamakta idiler. Osmanlı kayıtlarına göre bölgede Türkmen nüfus oranının Ermenilerden daha fazla olduğu görülmektedir. Burada bahsedilen kayıtlar tahrir kayıtlarıdır. Bu kayıtlarda vergi alınacak nüfus ve alınacak vergi tutarları gösterildiğinden dolayı Müslüm ve gayri Müslümler ayrı ayrı gösterilmiştir. Bunun nedeni gayri Müslimlerden cizre adı altında vergi alınmasıdır. Rus hâkimiyetine girmeden önce, bu yöredeki demografik dağılım yoğun şekilde Müslüman Türklerin lehine idi. Çukur Saad yöresinin 1590 yılı kayıtlarına göre, Revan Eyaletinde, (Iğdır ve civarını da içine alan Çukur Saad yöresinin Erivan, Nahçıvan ve Şüregel mıntıkaları kapladığı alanda) 120 bin kişi yaşamaktaydı. 1728 yılında ise aynı yörede, 183 bin kişinin yaşadığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. 1590 yılına ait olan kayıtta, bu nüfusun, %77,5’ini Türkler, %22,5’ini Ermeniler, 1728 yılına ait kayıtta ise bu bölgede yaşayanların %76,5’ini Türkler, %23,5’ini ise Ermenilerin oluşturduğu tespiti yapılmaktadır. Revan eyaletine ait verilen bu iki nüfus kayıt bilgileri, Osmanlıların bölgeye hâkim olduğu devre aittir. Fahreddin Kırzıoğlu, Çukur Saad ovası yani Revan bölgesine ilişkin tahrir kayıtlarında yer alan köy isimlerinin çoğunun Türkmen boy ve oymaklarının adlarını taşıdığını söylemektedir. Bunun dışında Revan merkezli Çukur Saad’da (Revan-Iğdır Ovası) çok sayıda göçer Türkmen Boyu da mevcut idi. Evliya Çelebi 1647 yılında Revan’a yaptığı seyahatte, Ağrı Dağı ve civarı (Revan ve Iğdır Ovası’nın bulunduğu bölgeyi kapsar) için “Türkmenlere yaylaktır ifadesini kullanarak bölgedeki yoğun Türk nüfusa ve bölgenin Türklüğüne vurgu yapmıştır. Revan ve Iğdır yöresinin çukur (ovalık) kısmı da şüphesiz kışlaklarıydı. Yine XIII. Yüzyıl Revan ve civarı hakkında bilgi veren kaynaklar, bugünkü Erivan merkezli Ermenistan coğrafyası için XIII. yüzyılda Türkmenistan (Türkmen Ülkesi) adını kullanmaktadır. Bölgenin Türklerin veya Türkmenlerin vatanı olduğu gerçeği, Fransa’daki Historia Üniversitesi tarafından kaleme alınan ve 1783 yılında Fransa Kralına sunulan ve kralın onayı ile yayınlanan “Osmanlı Devleti Tarihi” adlı eserde, bugünkü Ermenistan’ın XIII. yüzyılda Türkmenistan (Türkmen Ülkesi) olarak adlandırıldığı kayıtlıdır. Rusların, Revan (Erivan) çevresinde, Revan Türkleri ile yaptıkları savaşa tanık olan ve bu savaştaki gelişmeleri kaydeden zamanın Rus yazarları, uzaktan gördükleri Revan’ı tarif ederken, pek çok camii minaresinin göründüğünü yazmışlardır. Revan Kalesi, Rusların eline geçtikten sonra, şehre giren Rus yazarlar, ahalisinin çoğunun Türk olduğunu görmüş ve eserlerinde bu gerçeği kaydetmişlerdir. Ruslar, Türkmençay Antlaşması ile hâkimiyetlerine aldıkları, Revan, Nahçivan ve bunlara birleştirdikleri Karabağ’la birlikte anılan yerlerde bir idari yapı oluşturmuşlardır. Oluşturulan bu idari yapının adını “Armanskaya Oblast” (Ermeni Vilayeti) koymuşlardır (Kızılkaya 21 Şubat 2020)

1828’de Kars ve 1829 Erzurum ile Bayburt ve Muş kuzeyine değin istilâ eden Ruslar, 1830’da bu bölgelerden çekilirken yanlarında götürdükleri 40 bin Ermeni göçmenini Revan vilâyetine ve Ahıska bölgesine yerleştirerek Azerbaycan ile Anadolu Türklüğü arasında fizikî bir set, Hıristiyan duvarı oluşturmaya çalışmıştır. Çarlık Rusyası; 1804-1813 ve 1826-1828 yılları arasında Rusya-İran savaşları esnasında; İran ve Türkiye’den Zakavkasya’ya (Transkafkasya) bilhassa Dağlık Karabağ’a göç ettirilen Ermenilerle bölgede Ermeni nüfusunun artmasına çalışmışlardır. Sadece 1826-1828 yıllarında Rusya-İran savaşlarında İran’dan 18 bin Ermeni ahalisi göç ettirilmiştir. Bilindiği üzere 1826-1828 Rusya-İran savaşlarının Rusya’nın üstünlüğü ile sona ermesi ve iki devlet arasında imzalanan Türkmençay Antlaşmasına göre; Revan ve Iğdır Ruslara geçmiş ve İran Ermenilere herhangi bir zorluk çıkarmadan kendi arazisinden geçmelerine izin vermiştir. Bu anlaşma ile Ermenilerin İran’dan Ermenistan’a bilhassa Karabağ’a kalabalık kitleler halinde geçmelerine zemin hazırlamıştır. 1828-1830 yılları arasında İran’dan 18 bin Ermeni ve Osmanlı ülkesinden 84 bin Ermeni göç ettirilerek onların sayıca çok az oldukları Gümrü ve Erivan bölgelerinin en verimli topraklarına yerleştirilmişlerdir. 1823-1827 yılları arasında Dağlık Karabağ %91’i Türk, %8.4’ü Ermeni idi. Erivan’da ise yaşayan halkın %76’sı Türk, %13.5’i Ermeniydi. Erivan’da XIX. yüzyılın sonunda Türk nüfusu %75 iken bu oran I. Dünya Savaşı sonrasında %4.3’e kadar düşmüştür. Bilindiği üzere Çarlık Rusya’sı Erivan’ı bir hanlık olarak Ermenilerden değil, ahalisi Türk, fakat İran işgalinde olduğu için, İranlılardan aldığı tarihi bir gerçektir. (KÜRKÇÜOĞLU, Erişim (6 Kasım 2019)) Bölgede yaşayan Müslüman halka yönelik uygulanan ve bölgeden göçe zorlanmasına ilişkin politikalar neticesinde Revan şehrinden ve Iğdır’dan Anadolu’nun içlerine doğru yoğun bir göç yaşanmıştır. Bu göçlerin yaşadığı iki güzergâh Karadeniz üzerinden Bayburt, Rize ve Trabzon iken Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan ve Göle güzergâhıdır. Yıllarca Rus işgali altında kalan Iğdır, Kars ve Ardahan illerimizle birlikte ancak Milli Mücadele yıllarında Kazım Karabekir Paşanın komutası altındaki Türk Ordusunca kurtulmuş ve Türk toprağı olarak kalmıştır.

Sarı Gelin türküsünün iki varyantı Ardahan ilimize bağlı Göle ve Çıldır taraflarında söylenmektedir. Bu yöre yukarında Revan Hanlığının yıkılış sürecinde bahsettiğimiz siyasi olayların ve bu olaylar neticesinde ortaya çıkan göç hareketliliğinin ortasında kalmaktadır. Ardahan kentinin kuruluşu hakkında bilgi yoktur. Gürcü tarihçi Leonti Mroveli’nin Kartlis Tshovreba adlı ünlü Gürcü tarihinde aktardığı rivayete göre Mtshetos’un oğlu Cavahos Tsunda ve Ardahan kentlerini kurmuştur. Ancak kuruluşu sırasında Ardahan’ın adı Kacta Kalaki’ydi (Şeytan Şehri). Kacta Kalaki daha sonra Huri adını almış.( (“Wikimedia Vakfı (WP),”Wikipedia Özgür Ansiklopedi(Erişim 18 Şubat 2020) ) Eski Van (Tuşpa) şehrini merkez edinen Urartulardan Kral II. Sardur (M.Ö. 753-735), Çıldır Gölü Güneybatısındaki Taşköprü Köyü kayalığına kazdırdığı buraların fethini anlatan yazıtında, Çıldır-Ardahan ve çevresini, “Ukhiemani” beyliğinden aldığını anlatır. Başka bir yazıtında da Çoruh Irmağı boyunda (Bayburt’tan Batum’a kadar, Artvin ve Ardanuç dahil) “Kulhi” adlı güçlü bir kavmi yendiğinden bahseder. II. Sardur’un yazıtlarında yer alan her iki kavim de, Aryani (Ortaasya) kökenli kavimlerdir. II. Sardur’un oğlu Kral I. Rusa/Ursa (753-713) zamanında, Kafkaslar ve Karadeniz’in Kuzeyinde M.Ö.2000 yılından beri yaşayan ve sonraki Hazar ve Bulgar Türklerinin mensubu bulunduğu “Kıpçakların ataları olan “Kimmerlerin” ülkesi, aynı soydan gelen “Sakalar’in akınına uğramıştı. Saka (İskit) Türkleri M.Ö. 720 yılında Kimmerlerin Doğu kolunu Kafkas sıradağlarının Güneyine sürdüler. Sarı saçlı, kumral, gök gözlü Kuman/Kıpçak tipinde olan Kimmerlerin İskit Türklerinin önünde Kura, Çoruh, Araş ve Yukarı Fırat ırmakları boyuna yayılarak yerleşmeleriyle Ardahan’ı da içerisine alan bölgede, Türklük hayatı başlamış oldu. 1124 yılında Kıpçaklar Erzurum’daki Saltuklu Emirliğine bağlı Çavakhet’ten (Ardahan ve Artvin kesimi dâhil) İspir’e kadar hudut sayılan yerleri alıp buralara yerleştirildiler. Böylece 1118 ve müteakip yıllarda gelip yerleşenlere eski Kıpçak, 1195 ve sonrasında gelenlere ise yeni Kıpçak denmeğe başlandı. Bu çağda Ardahan-Ahıska Kıpçaklarının beyi “Beka” (Türkçe Böke/Ejder), Posof taki Caksu Kalesinde oturuyordu. 1225 yılında Harezmşah hükümdarı Celaleddin Mengüberti, komşu Müslüman ülkelere akınlar yaparak çok zararlar veren Apkaz-Gürcistan ordularını Haziran 1225’te Revan’ın güneyinde Gerni’de yenmiş ve Ardahan ile Kars’ı almıştı. 1239’da Moğol Cengiz İmparatorluğunun İran Genel Valisi Baycu Noyan, Ardahan’ı da içine alan bütün Araş ve Kura boylarını fethedip buraları Cengiz İmparatorluğu’na tabi kıldı. 1243 Kösedağ Savaşında yararlılığı görülen Caklı Sargis’e Ardahan ve Ahıska hâkimliği verildi. 1267 İlhanlı hükümdarı Abaka Han, kardeşi ile girdiği taht mücadelesinde çok yararlılık gösteren Caklı Sargis’e Ardahan ve Ahıska valiliğini verdi. Buralara Atabek Ülkesi denmeye başlandı. Atabeklik ülkesinde yazı dili Kartvelce, konuşma dili ise Türkçe olarak devam etti. Bugün de Ahıska, Posof ve Şavşat ağzı dediğimiz; ban/ben, san/sen, babay/baba, anay/ana vs. gibi yüzlerce Kıpçak ağzı sözleri öteden beri buralarda kullanılmakta ve başka bir dil bilinmemektedir. Daha sonra Karakoyunlu, Timur Devleti ve Akkoyunlu hâkimiyeti altına giren Ardahan ve çevresi kesin olarak 1573 tarihinden itibaren Osmanlı topraklarına tamamen katılmıştır. 1552 tarihli Terakki Defterinde, Ardahan’ı ilk defa Sancak olarak görüyoruz. Daha sonraları ise Erzurum Eyaletinden alınarak Çıldır ve Kars eyaletine bağlanmıştır. 93 harbinde Rus işgaline uğrayan Ardahan Türk yurduna yeniden bağlanması 23 Şubat 1921 tarihinde olmuş ve 26 Haziran 1926 tarihinde ilçe merkezi olarak Kars iline bağlanmıştır.(A.V 15 Şubat 2020) )Türkiye’nin Kafkaslara açılan kapısı olan Ardahan’ın nüfusunun büyük çoğunluğunu Kıpçak kökenli Ahıska Türkleri oluşturur. Geriye kalan kısım ise Kürtler, Terekemeler ve Alevi-Türkmenler’den oluşur. Bunun dışında az da olsa Kafkas halkları da mevcuttur. Batısında Artvin güneybatısında Erzurum güneyinde Kars illeri ve doğuda Gürcistan ile sınır teşkil etmektedir. (“Wikimedia Vakfı (WP),”Wikipedia Özgür Ansiklopedi (Erişim 15 Şubat 2020)) Ardahan’ın en büyük ilçesi olan Göle’nin eski ismi Merdenek’tir. Sarı Gelin Türküsünün öyküsünde Merdenek’li Sinan’dan bahsettiğimizi hatırlarsınız. Erzurum’un Olur ve Şenkaya ilçeleri ile komşu olan Göle, Sarı Gelin öyküsünün geçtiği coğrafya ile komşudur. (“Wikimedia Vakfı (WP),”Wikipedia Özgür Ansiklopedi (Erişim 15 Şubat 2020))

Sarı Gelin türküsünün bir varyantı olan Revan Yolu Diken türküsünün derlendiği Bayburt Kafkaslardan gelen yoğun nüfus göçünün merkezinde kalan bir diğer yöremizdir. Anadolu’nun kuzeydoğusunda, Çoruh vadisinde sarp bir tepenin üzerinde kurulmuş olup, bugünkü yerleşim güneye doğru dar vadiyi de içine alacak şekilde yayılma göstermiştir. Denizden yüksekliği 1150 metredir. Bayburt ve yöresi Türkler’in Anadolu’da ilk yerleştikleri bölgelerdendir. Tuğrul Bey’in Anadolu seferi (1054) sırasında Bayburt, Çoruh nehri ve Karadeniz dağlarına (Parhar) kadar uzanan sahalara akınlarda bulunan Selçuklu kuvvetlerinin hücumlarına mâruz kaldı ise de fethedilemedi. Kesin Türk hâkimiyeti Malazgirt Zaferi’nden sonra gerçekleşti. Şehir, 1072’den 1202’ye kadar bazen Erzurum yöresinde hüküm süren Saltuklular’ın, bazen da Dânişmendliler’in hâkimiyetinde kaldı. Bir ara Trabzon İmparatoru I. Alexis Comnen’in kumandanı Theodore Gabras tarafından işgal edildiyse de kısa süre sonra yeniden Dânişmendli hâkimiyetine girdi (1098). Selçuklular 1202’de Saltuklu Devleti’ne son verince Bayburt’u da ele geçirdiler. Bayburt’un asıl gelişmesi, Süleyman Şah’ın kardeşi Erzurum Meliki Mugısüddin Tuğrul Şah ve oğlu Cihan Şah (1202-1230) döneminde oldu. Tuğrul Şah Bayburt Kalesi’ni Trabzon İmparatorluğu’ndan gelebilecek tehlikelere karşı yeniden inşa ve tahkim etti. I. Alâeddin Keykubad zamanında Moğol’lara karşı sınırlar kuvvetlendirilir ve yeni kaleler yapılırken Bayburt Erzurum ile birlikte Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi olan Konya’ya bağlandı. İlhanlılar devrinde Tebriz-Trabzon yolu üzerinde bulunması dolayısıyla daha da gelişen Bayburt, Ceneviz ve Venedik kervanlarının konakladığı bir yerdi. Bir ara Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yûsuf tarafından zaptedildiyse de az sonra Akkoyunlu Karayülük Osman Bey bu bölgeyi yeniden ele geçirdi ve şehri kardeşinin oğlu Kutlu Bey’e verdi. Bundan sonra uzun süre Akkoyunlular’ın elinde kalan şehir ve yöresi 1501’de Safevîler tarafından alındı. O sıralarda Trabzon sancak beyi olan Şehzade Selim (I) bu bölgeye akınlarda bulundu (1507), tahta çıktıktan sonra da İran seferine giderken bir kısım kuvvetleri Bayburt üzerine gönderdi. Yanya sancak beyi Mustafa Bey ile Trabzon sancak beyi Bıyıklı Mehmed Bey (Paşa) idaresindeki Osmanlı kuvvetleri, Şah İsmâil’in emîrlerinden Kara Maksûd-i Sultânî’nin müdafaa ettiği Bayburt’u aldılar (Ekim 1514). Osmanlı hâkimiyeti altında bir sancak merkezi olan Bayburt, İran’a ulaşan yolun üzerinde bulunması ve stratejik mevkii dolayısıyla önemli bir yerleşim merkezi idi. Sancak, Erzurum beylerbeyliği kurulana kadar zaman zaman Diyarbakır’a, zaman zaman da Rumeli beylerbeyliğine bağlandı. Irakeyn seferi sırasında (1534) Kemah ve Bayburt sancakları birleştirilerek Dulkadıroğulları’ndan Alâüddevle’nin torunu ve Şâhruh’un oğlu Mehmed Han’a verildi. Sefer dönüşü Erzurum Beylerbeyliği kurulup Mehmed Han’a verilince (1534) Bayburt ve Kemah sancakları da paşa sancağı haline geldi. Erzurum o sıralarda harap bir halde bulunduğu için 1548’e kadar buraya tayin edilen ilk beylerbeyiler Bayburt’ta otururlardı. 1551’den sonra sancak statüsünü kaybeden Bayburt Erzurum’un bir kazası oldu. 1631’de yeniden adı geçen eyaletin livâsı haline geldiyse de daha sonra yine bir kaza olarak Erzurum’a bağlandı. 1878 Berlin Antlaşması ile Kars ve Ardahan Ruslar’a verilince Çıldır sancağının merkezi oldu, fakat idarî zorluk yüzünden sancak merkezi 1888’de tekrar Erzurum’a nakledildi. XIX. yüzyılda İran’dan gelip Karadeniz sahillerine ulaşan yola yakınlığı sebebiyle canlı bir ticarete sahip olan, ancak Rus işgalleri ve Ermeni saldırıları yüzünden iktisadî sarsıntıya uğrayan ve yüzyılın sonlarına doğru nüfusu 8000’e düşen Bayburt Cumhuriyet döneminde yeniden canlanmaya başladı. (Miroğlu, 21.Şubat 2020) 1927’ye kadar Erzurum’a bağlı olan Bayburt bu tarihte Gümüşhane’ye bağlandı. 21.06.1989 tarihinde 3578 sayılı yasa ile il statüsüne kavuştu. (“Wikimedia Vakfı (WP),”Wikipedia Özgür Ansiklopedi (Erişim 15 Şubat 2020)) Bayburt’a gelen göç iki dönemde çok yoğunlaşmıştır. İlki 1877- 1878 Osmanlı Rus savaşları diğeri ise 1. Dünya savaşından sonra başlayan ve Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar süren göçlerdir. 93 Harbinde yaşanan mağlubiyet sonucunda bölgede tam anlamıyla hâkimiyet kuran Rusların kontrolü altında kalan Evliye-i Selase adı verilen Kars, Ardahan ve Batum livalarında yaşayan Kafkas Türklerinin Anadolu’ya geçmek için yola çıkan muhacirlerin sınıra olan yakınlığından dolayı ve aynı zamanda Karadeniz üzerinden Trabzon’a gelenlerin iç bölgelere ulaşımında önemli bir geçiş noktası olması nedeniyle Kafkas göçmenlerinin göç güzergâhı üzerinde bulunmuştur. Özellikle 1. Dünya savaşında yaşanan gelişmeler bu göç dalgasını daha çok artırmıştır.

Sarı Gelin türküsünün öyküsünde Sarı Gelinin Hristiyan Kıpçak Kızı Humar Hanımın olduğuna dair rivayetleri göz önüne alarak Bayburt ve çevresindeki Kıpçak izlerine kısaca değinelim. Hatırlasanız yukarıda Gürcistan Kralı David’in sürekli ve düzenli bir ordu kurmak amacıyla Kuzey Kafkasya’da yerleşik olan Kıpçak oymaklarıyla anlaşarak onları ordusunda paralı asker haline getirdiğinden bahsetmiştik. Bu ordu ile bir taraftan Selçuklulara karşı bir diğer taraftan da Ruslara karşı başarılı savaşlar yapılır. Kral David’den sonra tahta geçen oğlu Dimitri Kıpçakları Ardahan, Göle, Oltu, Tortum, Şavşat, Ardanuç, Yusufeli bölgelerine yerleştirir. Moğol ilerleyişi esnasında Kıpçaklar Balkanlara, Kırıma ve Kafkaslara çekilmişlerdir. Kırıma yerleşen bazı Kıpçak boyları gemilerle Karadeniz sahillerine gelmişlerdir. İlerleyen dönemlerde Gürcülerle birlikte yaşayan Kıpçaklar, Gürcülerden ayrılarak İlhanlılar ile birlikte hareket etmişlerdir. Bütün bu hareketliliğin geçiş güzergâhlarından biri Bayburt olmuştur.

Erzurum hem Ardahan, Göle, Oltu hem de Artvin, Trabzon, Bayburt, göç güzergâhlarının ana kavşak noktadır. 19. Yüzyıldan başlayarak 1. Dünya Savaşı hatta Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Kafkas Muhacirlerinin ilk iskân edildiği şehir Erzurum’dur. Tıpkı Safevi savaşlarında Anadolu’ya yerleştirilen Sünni Türkler gibi şimdide Revan hanlığından Rus baskısı ve Ermeni zulmünden kaçan Türklerin çoğu Erzurum’a yerleştirilmiştir. Erzurum’dan Revana gidip yerleşen ve şehre Erivan adını veren Ermeniler nasıl Erzurum kültürünü Revana taşımışlarsa, Revandan Erzurum’a gelen Türklerde Revan kültürünü Erzurum’a taşımışlardır.(GÜNEŞ,1986, 48)

Bir taraftan Karadeniz diğer taraftan Doğu Anadolu üzerinden Kafkasya ile komşu olan Erzurum M.Ö. 2000 – 1200 arasında Hurrilerin bir şehri olarak tarihe geçen Erzurum uzun yıllar sınır komşusu olan Hititlerce ele geçirilme çabalarına şahitlik etmiştir. Hititlerin başaramadığını Van ve çevresinde yerleşmiş olan Urartular M.Ö. VII. Yüzyılda başarmışlar ve Erzurum’u egemenliklerine almışlardır. Urartulular, İskitlerin saldırısı ile M.Ö 585 yılında sahneden silinince kavimler göçünde Firiklerle birlikte bölgeye gelmiş olan Ermenilerin bölgede etkinlikleri artmıştır. Urartu topraklarını ele geçiren Metlere bağlı derebeylerin hâkimiyeti altındaki Erzurum, Perslerin Metleri tarihten silmesi ile bu sefer Pers egemenliğine girmiş ve bölgede bir Ermeni satraplığı kurulmuştur. M.Ö II. Yüzyıldan itibaren Erzurum Pers ve Roma mücadelesine sahne olmuştur. Roma imparatorluğunun M.S 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Erzurum ve çevresi Doğu Roma imparatorluğunun egemenliğine girmiştir. Ancak bu hâkimiyet VII. Yüzyıla kadar Sasanilerle yapılan mücadelelerden dolayı sürekli olamamıştır. Bu mücadele sürdüğünde Doğu Roma imparatoru II.Teodosious döneminde( M.S. 408 – 450) Erzurum ovasında biri Erzen adında diğeri ise Doğu Roma döneminde tekfur olarak nitelendirilen bir beyin eşi olan Kali tarafınca kurulan ve bu adla adlandırılan iki şehir bulunmaktaydı. II.Teodosious bu şehirlerden birisini Sasani saldırılarına karşı güçlendirme kararı aldı. Bu kararı imparatorun komutanlarından Anatolius yerine getirmiş ve Kali isimli şehir de bir tepe üzerinde şimdiki Erzurum kalesini inşa ettirmiş ve şehre Teodosiopolis adı verilmiştir. Kalenin yapılmış olması Sasani saldırılarının hızını kesmemiş, şehir ve çevresi 504 yılında Sasanilerin eline geçmiştir. Doğu Roma tarafınca şehir uzun ve kanlı mücadeleler sonucunda yeniden ele geçirilmiştir. Doğu Roma İmparatoru olan I.Anastas tarafından 530 yılında şehir tahkim edilmiştir. Sasaniler ile bu mücadele 610 senesine kadar sürmüştür.

M.S 638 yılında Hz Ömer’in halifelik döneminde İyaz bin Ganem komutası altındaki İslam orduları Erzurum’u ele geçirmiş ve uzunca bir süre şehir Müslümanların elinde kalmıştır. Daha sonra tekrar Doğu Roma devletinin eline geçen şehir bu kez 651 yılında Habib ibn-i Mesleme komutasındaki İslam ordusu tarafınca geri alınmıştır. Bu şekilde yıllarca süren Doğu Roma – Arap mücadelesi sırasında 838 yılında Doğu Roma İmparatoru Theophilos şehrin surlarını yıktırmış 840 yılında Halife Mutasım şehrin surlarını yeniden yaptırmıştır. 949 yılında Doğu Roma İmparatorluğu tarafınca şehir yeniden ele alınmış ve Arap egemenliği Erzurum da tamamen bitmiştir.

Erzurum siyasi ve askeri açıdan yaklaşık bir asır süren bir dengeye kavuşmuştur. Bu denge 1048 yılında Anadolu’ya ilk büyük Selçuklu akını ile bozulmuştur. Büyük Selçuklu sultanı tarafından akınla görevlendirilen İbrahim Yınal ve Kutalmış Beyler 1048 yılında Pasinler ovasındaki savaşta Doğu Roma ordusunu yenerek Erzurum üzerine yürümüşlerdir. Ancak Teodosiopolisi kuşatmanın zaman alacağının farkına vararak Erzen şehrini ele geçirmiş ve yağma etmişlerdir. Bu yağma sırasında Erzen şehri tamamen tahrip edilmiş ve bir daha oturulmaz hale gelmiştir. Erzen halkı Teodosiopolise sığınmışlardır. Bu günden sonra şehir kara Erzen diye anılmış zamanla karaz şeklinde anılmaya başlanmıştır. 1054 yılında Tuğrul Bey tarafınca yapılan kuşatma şehrin surlarının sağlamlığı nedeniyle kaldırılmıştır. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Erzurum ve çevresi Ebul Kasıma verilmiştir. Bu tarihten itibaren şehir Türk hâkimiyeti ile tanışmıştır. Ebul kasımın torunlarından Saltuk beyin adı ile anılacak olan Saltukoğulları Beyliğinin baş şehri olan Erzurum tarihte ilk kez başkent olacaktır.

Anadolu üzerinde artan Gürcü baskısından rahatsız olan Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Süleyman Şah, Anadolu beyliklerini ortadan kaldırmaya başladı. Erzurum bu sırada Anadolu Selçuklu Devletinin egemenliğine girdi ve 130 Yıllık Saltuklu tarihi bitmiş oldu. Süleyman Şahın şehri küçük kardeşi Mugisüddin Tuğrul Şahın yönetimine bırakmıştır. Bu dönemde Gürcü baskısı Anadolu üzerinde kalkmış ve şehir gelişmeye başlamıştır. Tuğrul Şahın 1225 yılında ölümü ile birlikte yönetime geçen Rükneddin Cihan Şah, Rum ve Gürcü devletlerine komşu olan bu beyliğin öneminin farkına varan Sultan Alaattin Keykubat’ın beyliği direk Anadolu Selçuklu devletine bağlama isteğinden rahatsız oldu. Harezmşah’tan yardım alarak amcası olan Anadolu Selçuklu Sultanına isyan etti. Bunun üzerine çıkan savaşta Harezmşah ve Rükneddin mağlup oldu ve Erzurum beyliği direk olarak yönetilmeye başlandı.

Anadolu Selçuklularının Moğol saldırıları sonucu yıkılması ile şehir Moğol egemenliğine girmiş ve halkı kılıçtan geçirilmiştir. Daha sonra İlhanlı hâkimiyeti altına giren şehir, bu dönemde yeniden imar edilmeye başlanmıştır. İlhanlılardan sonra şehir Eretna beylerince 50 yıl yönetilmiştir. Sonra sırasıyla şehir Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı hâkimiyetlerine girmiştir.

Yavuz Sultan Selimin Mısır seferinden sonra Erzurum’a gelmesi ile birlikte 1517 yılında Osmanlı hâkimiyeti başladı. Yavuz Sultan Selim tarafınca ordunun doğu seferleri için bir üs olarak Erzurum’u düşündüğü ve erzak depoları yaptırdığı görülmektedir. Kanuni döneminde Erzurum, İran seferlerinin üstü haline getirilmiştir. 1552 yılında Erzurum, İran saldırısına uğradı. 1553 yılında Kanuni İran üzerine bir sefer düzenledi ve 1554 yılında yıkılan Erzurum kalesini yeniden yaptırdı. Kanuni döneminde Erzurum açısından yaşanan en önemli gelişme Safevi döneminde önemli ölçüde nüfus kaybı yaşayan şehre Safevi Devleti sınırlarında kalan Sünni Azeri Türklerini getirip yerleştirmesi olmuştur. Erzurum 1577 – 1590 İran savaşlarında da önemli bir askeri üs olarak kullanılmıştır. Erzurum, gamlar şehri olarak anılacağı tarihi döneme 1827 yılında girdi Patlak veren Osmanlı Rus savaşlarının merkez üssü olan Erzurum 8 Temmuz 1829 yılında General Paskeviç komutası altındaki Rus ordusunun işgali altına girdi. 14 Eylül 1829 yılında Edirne Anlaşması ile Rus işgali bitmiş ancak bu 2,5 aylık işgal döneminde Erzurum ağır bir tahribata ve yıkıma maruz kalmıştır.

1853 – 1856 yılında Kırım Savaşı döneminde Erzurum şehri etrafındaki tabyaların önemi daha çok artmış ve tabyalar tahkim edilmiştir. 1855 yılında Kars’ın Ruslar tarafınca işgal edilmesi Erzurum’un daha iyi tahkim edilmesine neden olmuştur. Erzurum halkının katılımı ile yeni tabyalar inşa edilmiş ve var olan tabyalar güçlendirilmiştir. Buna rağmen 93 Harbi olarak anılan 1877 1878 Osmanlı Rus savaşında tabya inşaatında çalışan Ermenilerin ihanet ederek Rus ordusuna bilgi vermeleri ve Osmanlı asker kılığında Aziziye tabyalarına girip Rus askerlerini tabyaya girmelerini sağlamaları ile Erzurum işgal tehlikesi altına girmiştir. Bu tehlike Erzurum halkının Şehirdeki Osmanlı askerleri ile birlikte tabyalara hücum etmeleri ile savuşturulmuştur. Bu savaş esnasında Rusların batı cephesinde Yeşil Köye kadar ilerlemeleri ile Erzurum Rus ordusuna kışlaması için terk edilmiş ve bir yıllık işgal sonucunda 3 Mart 1878 yılında imzalanan Ayestefanos Barışı ile Ruslar Erzurum işgalini sona erdirmişlerdir. Ancak 18 Temmuz 1878 yılında yapılan Edirne anlaşması ile Artvin, Oltu, Olur, Ardahan, Kars ve Batum şehirleri Ruslara savaş tazminatı olarak bırakılmış ve Erzurum Serhat şehri olarak önem kazanmıştır. Edirne Anlaşması ile Erzurum ve çevresindeki illerin Ermeni şehri olarak nitelendirilmesi ve burada Osmanlı Devletinin reform yapması ile ayrılıkçı Ermeni hareketi güç kazanmış kurulan Taşnak ve Hınçak partileri aracılığıyla bölgede Müslüman ve Türk halkına karşılık katliamlar ve saldırılar başlamıştır. I. Dünya savaşı esnasında 1915 yılında çıkarılan tehcir yasası ile Ermenilerin bölgeden çıkarılma kararı aslında Ermenilerin Osmanlı ordusunu arkadan vurmalarını önlemek cephe gerisini güvenlik altına almak amacıyla çıkartmış olduğu bir karardır. 16 Şubat 1916 yılında Rus ordusunun Erzurum’u işgal etmesi, Erzurum tarihinin en kara günlerini teşkil etmektedir. Yaklaşık 2 yıl sürecek bu işgal döneminde özellikle Bolşevik İhtilali ile birlikte Erzurum ve çevresinin General Antranik isimli Rus ordusunda görevli ve eskiden çeteci olan bir Ermeni’nin örgütlediği Ermeni çetelerinin işgaline terk edilmiş ve şehir çok ağır bir zulüm, yıkım ve katliama maruz kalmıştır. Bu dönemde Kırbaşzade Fevzi Bey başta olmak üzere şehrin ileri gelenlerinin örgütlemiş olduğu mahallelerde fazla bir etkinlik gösteremeyen Ermeniler diğer mahallelerde, özellikle Mahallebaşı ve Yeğenağa, Kadana Mahallelerinde Erzurum tarihinin en vahşi hadiselerini sergilemişlerdir. Kazım Karabekir paşa komutasındaki Türk ordusunun 12 Mart 1918 yılında Erzurum’a girmesi ile Erzurum bugüne kadar süren bir sükûnet ve barış dönemine girmiştir. Milli mücadele döneminde Erzurum ve çevresindeki illerin Ermenilere verilmesine karşı çıkmak amacıyla 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanan Erzurum Kongresi ile Milli mücadelenin ilkeleri belirlenmiştir. Sarı Gelin türküsünün konusunu teşkil eden Ban Hisarı bugün Erzurum’un ilçelerinden biri olan Şenkaya’nın Penek mahallesindedir.

Ermeniler ise bütün bu Sarı Gelin coğrafyasını Büyük Ermenistan veya Ermeni Yüksek Platosu olarak adlandırmakta ve bu coğrafyanın kendilerine ait olduğunu iddia etmektedirler. Türklerin Doğu Anadolu’ya yerleştiği zaman yerli haklardan birinin Ermeniler olduğunu kabul etmekle birlikte, Bağımsız bir Ermeni Devleti ile karşılaşılmadığını da belirtmemiz gerekir.

BÖLÜM KAYNAKÇASI

KİTAPLAR

Akabıyık, Yaşar “Milli Mücadelede Doğu Cephesi”, Türkler, c. XVI, Ankara: Yeni Küre Yayınları, 2002,

Babaoğlu Hikmet, Akdamar’dan Sarı Geline Ermeni Yalanları, Bakü: 2011

Bosworth C. E. Doğuştan Günümüze İslam Devletleri, Çev. Hande Canlı, İstanbul: Kaknüs Yayınları 2005,

Güneş, Alptekin Kafkas Muhacirleri, İstanbul: Bilen matbaası, İstanbul 1986

Hacieva, Saide, İrevan (Revan) Türk Hanlığı ve Osmanlı Devleti ile ilişkileri, Türkler, 7. Cilt, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. 2002

Movsisyan Artak, Ermenistan Tarihi Özet Kitabı Erivan: Erivan Devlet Üniversitesi Yayınları 2017

MAKALELER

Cog, Mehmet, ORTAÇAĞ’DA KAFKASYA HAVZASINDA KIPÇAKLAR, Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 2015; (19): 57-74 s64)

Kızılkaya Oktay, “Revan (Erivan) Ve Iğdır Yöresinde Demografik Yapının Ermeniler Lehine Dönüştürülme Süreci (1828-1920)”, Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları. Erişim 21.Şubat.2020. https://www.altayli.net/revan-erivan-ve-igdir-yoresinde-demografik-yapinin-erniler-lehine-donuşturulme-sureci-1828-1920.html

Kürkçüoğlu Erol, “Revan’dan Erivan’a Bir Şehrin Kimliği” Erişim 6 Kasım 2019. https://webarsiv.atauni.edu.tr/revandan-erivana-bir-sehrin-kimligi)

Paşayeva Mehebbet, “Azerbaycan Türklerinin Etnik Tarihine Kısa Bir Bakış”, 38. ICANAS, 5/2007, S.5, Ankara, s.2505-2516.

Solmaz, Gürsoy. “Penek/ Bana Kalesi”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu Özel Sayısı Sayı 28 Erzurum 2005 (Sayfa 269- 279))

ANSİKLOPEDİLER

Yücel, Muallâ Uydu “Kıpçaklar” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. (Erişim 20 Şubat 2020) https://islamansiklopedisi.org.tr/kipcaklar

Miroğlu İsmet, “Bayburt” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. Erişim 21 Şubat 2020. https://islamansiklopedisi.org.tr/bayburt

İNTERNET SİTESİ

A.V, T.C Ardahan Valiliği” Ardahan Tarihçesi Erişim 15 Şubat 2020. http://www.ardahan.gov.tr/ardahan-tarihcesi-1

WP; Wikimedia Vakfı, “Wikipedia” Erişim 20 Şubat 2020. https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1p%C3%A7aklar

WP; “Wikimedia Vakfı, Wikipedia Erişim 18 Şubat 2020. https://tr.wikipedia.org/wiki/Erivan

WP; “Wikimedia Vakfı, Wikipedia Erişim 15 Şubat 2020. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ardahan_(il)

WP; “Wikimedia Vakfı, Wikipedia Erişim 15 Şubat 2020. https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6le

WP; “Wikimedia Vakfı, Wikipedia Erişim 15 Şubat 2020. https://tr.wikipedia.org/wiki/Bayburt_(il)

WP; “Wikimedia Vakfı, Wikipedia Erişim 18 Şubat 2020. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ardahan

(SKBİTM; Sanal Karabağ Bilgi – İletişim Teknolojileri Merkezi ”Sanal Karabağ” Erişim 12 Şubat 2020. http://www.virtualkarabakh.az/tr/post-item/3/27/erivan-tarihi-bilgi.html)

Share this content:

Erzurum Araştırmaları