Sarı Gelin türküsü ismi ne adla geçerse geçsin aslında bir folk müzik türüdür. Folk müziği yani Türkçeye çevrilmiş haliyle halk müziği adı üstünde olduğu gibi halka ait olan ve çıkış kaynağı belli yada belirsiz olan halk hikayelerine dayanır. Halk hikâyelerinin çıkış yeri hemen hemen o öyküye konu olan kişilerin kimliği ve nereli olduklarını, halk ezgisinin sözlerinin manası hakkında iyi kötü bir fikrin oluşmasına yardımcı olur.
Sarı Gelin türküsü üzerinde en kapsamlı çalışmayı yapanlardan biri olan Yunus ZEYREK, Sarı Gelin Türküsünün köklerini Kıpçaklara bağlar ve Şeyh Sanan efsanesini bu türkünün kaynağı olarak gösterir. (Zeyrek, 2002)
Şeyh Sanân’in öyküsünün Erzurum’da anlatılan şekli şöyledir. Şeyh Abdulkadir Geylani bir sohbet esnasında “Peygamber efendimiz miraca çıkarken ayakları benim omzumun üzerindeydi. Benim ayaklarım ise evliyaların omuzları üzerindedir” der. Bunun üzerine İran taraflarında Şeyh Sanân, buna itiraz eder. Abdulkadir Geylani bu şeyhe beddua eder ve “Onun omuzlarının üzerinde domuzun ayakları, boynunda haç, bir papazın kızına âşık olsun“ der. Bu beddua tutar. Şeyh Sanan bir papazın kızına âşık olur. Kıza yakın olabilmek için papazın domuzlarına çobanlık etmeye başlar. İşe girebilmek için boynuna haç takar. Domuz sürüsünü bir arada tutabilmek için en iyi yol bir domuz yavrusunu kucaklayıp kulağını sıkmaktır. Böylece canı acıyan domuz yavrusu bağırır ve bunu duyan domuz sürüsü bir tehlike olduğunu sanarak bir arada durur. Şeyh Sanan bunu öğrenmiş ve domuz yavrusunu kucağına almıştır. Şeyhinin bu halini öğrenen sadık bir mürit, Abdulkadir Geylani’den şeyhinin affı için medet ister. Geylani, müridin bu sadakatinden etkilenir ve derki; şeyhinin müritlerini bir araya topla çobanlık yaptığı dağın etrafında toplanın ve tekbir getirin. Eğer şeyhiniz tekbir seslerini duyarsa kurtulur. Bunun üzerine mürit Şeyh Sanân’in kırk müridini bir araya toplar ve tekbir getirir. Bu tekbir seslerini duyan Şeyh Sanan kendine gelir ve müritlerin olduğu yere gider. Papazın kızı da Sanân’e âşık olmuştur. O’da Şeyh Sanân’in peşine gitmiştir. Papaz durumu Gürcü Kralına bildirir. Aslında Kralda Papazın kızına âşıktır. Kralın adamları bunların peşine düşer ve Penek köyü taraflarında yakalayarak şeyh Sanân’ı, kızı ve kırkı müridi kılıçtan geçirirler. (Sözlü Görüşme, İbrahim TALİMGÜL, 2019, Ilıca- Aziziye/Erzurum)
Bu öykünün değişik şekillerde anlatımı mevcuttur. Literatüre giren bu farklı anlatımlar ise şunlardır.
“Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin müritlerinden Sanân, şeyhine darılarak dergâhından ayrılmıştır. Yolculuk esnasında Erzurum’un Oltu taraflarına gelir. Burada bir dervişle tanışır ve birlikte yol arkadaşlığı yaparlar. Penek suyu kıyısına geldiklerinde, derviş, Sanân’den kendisini karşı kıyıya geçirmesini ister. Ancak Sanan, bu teklifi kabul etmez. Bunun üzerine derviş “Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!” der. Misafir oldukları Hristiyan Penek Beyi’nin güzel kızına vurulan Sananî, sarayın domuz çobanı olur. Şeyhi Geylani, müridi Sanân’in, hâlini öğrenir ve beş yüz müridini, onu kurtararak sevgilisiyle birlikte getirmelerini emreder. Müritler, Sanâni, domuz güderken buldular; şeyhin isteğini Sanân’e bildirdiler. Sanân, bir sabah vakti yanında sevgilisi ile birlikte, kendilerini bekleyen müritlere gitmek üzere yola çıkar. Hep birlikte karlı dağa doğru giderler. Onların yokluğunu anlayan askerler, takibe başlarlar. Sanân, sevgilisi ve müritler, dağın güney yamacına sığınırlar. Ancak askerler onları yakalarlar, taraflar arasında yaşanan savaşta hepsi şehit olur. Bugünkü Allahuekber Dağları, adını bu müritlerin “Allahuekber” sedalarından almıştır. Âşıkların ve müritlerin mezarları da ziyaret yeridir.” (ÖNDER, 1955 s. 73-76)
Aynı öykünün bir diğer farklı anlatımı ise şöyledir; Abdulkadir Geylani’nin arkadaşı olan Şeyh Sanân, bir bedduaya uğrayıp yolu Penek’e düşmüş. Şeyh Sanân, çobanlık yapıyor, Penek padişahının domuzlarını güdüyormuş. Şeyhin nefsine ağır gelen domuz çobanlığı aynı zamanda eziyetli bir işti. Şeyh, bu şekilde çile doldurmakta iken, Penek padişahinin biricik evladı olan güzeller güzeli Sarı Kız’a da âşık olmuş. Hristiyan kız, şeyhin aşkından habersizmiş. Bu duruma üzülen şeyh, Allah’a yalvararak kızın gönlüne kendi askının düşmesini dilemiş. Dileği kabul olmuş. Kız da şeyhe ilgi duymaya başlamış, hatta Müslüman olmuş. Yedi yıllık çilesi dolan şeyh, bir gün Allah-u Ekber Dağları’ndan tef sesi geldiğini duymuş. Bu ses, çilesinin bittiğine işaretti. Meğer tefi çalan, Geylani’nin gönderdiği kırk mücahit müritmiş. Şeyh, tef sesinin geldiği dağa doğru koşmuş. Onu gören Sarı Kız da arkasından koşup yetişmiş. Bunu gören saray halkı, durumu padişaha bildirmiş. Ordu, kaçak âşıkların ardına düşmüş. Şeyhle kız, Allahuekber Dağı’ndaki kırk müride yaklaşmış. Bu durum, Mısır’da Abdulkadir Geylani’ye mâlum olmuş. Oradan attığı teber, şeyhe ulaşmış. Şeyh, bu teberle kâfir ordusuyla vuruşmaya başlamış. Penek güzeliyle kırk mürid de cenge girmişler. Kırk mürit şehit düşmüş. Simdi onların yattığı yere Kırklar, Kırk Şehitler Mezarlığı deniyor. Dağın tepesine yetişen Şeyhle sevgilisi de tam tepede şehit düşmüşler. Bunların yattığı yer şimdi ziyaretgâhtır. Buraya ağzı eğri gidenin düz geldiği, dileklerin kabul olduğu inancı yaygındır. (KIRZIOGLU, 1949, S. 27) Bu efsanede geçen olayların yaşandığı yer, Gürcü tarih kaynaklarında Bana olarak geçen Penek’tir. Penek, eskiden kalesi olan bir taht şehriydi. Dede Korkut Oğuznamelerinde, “Ban Hisarı” denilen yer de burasıdır (KIRZIOGLU, 2000, s.35). Osmanlı zamanında, merkezi Ahıska olan Çildir Eyaletine bağlı bir sancak olmuştu. Burası günümüzde, Erzurum’un Şenkaya ilçesine bağlı bir köydür.
Azerbaycanlı şair Hüseyin Cavid, Şeyh Sanân isimli manzum piyesinde, Azerbaycan’da Kür ırmağı boylarına Arabistan’dan gelerek İslam dinini yaymağa çalışan dervişlere ilişkin bir efsanede, Şeyh Sanân’in Platon isimli Tiflis-Gürcü Padişahının güzel kızı Humar Hanım’a karşı duyduğu ask macerası anlatılır.(Not: Burada hemen belirtelim Platon ve Humar Gürcü ismi değildir. Humar Azeri Türkçesi olup Xumar şeklinde yazılır. Türkçe karşılığı Mine olup ince ve parlak nakış anlamına gelmektedir.)Bu kız uğruna Hristiyan hayatı yasayan Şeyh, yedi yıl sonra kızı Müslüman eder. Birlikte kaçmağa karar verirler. Bunları takip eden kralın askerleri yetişince, âşıkların dileğiyle yer yarılır, âşıkları içine alır. Âşıkların girdiği yerden kaynar sular çıkar. Kızına ve yaptıklarına üzülen kral, bu suyun üzerine bir kilise yaptırarak hatıra bırakır (KIRZIOGLU,1953 S 379-380)
İlk üç öykü her ne kadar farklı şekillerde aktarılmış olsa da öykünün temelinde hüzünlü bir aşk hikâyesi vardır ve burada âşık olunan kız bir Kıpçak kızıdır. Kuman olarak ta adlandırılan bu Türk kavmi güzellikleriyle meşhur olup ve genelde sarışın olurlar. Türkünün değişik varyantlarında Sarı Gelin ifadesi ile kızın Kıpçak kimliğine vurgu yapılmıştır. Bu öykülere göre sarı gelin Hristiyan Kıpçak kralının Humar isimli kızıdır. Öykünün dört halinde Sarı Geline âşık olan Erkeğin ismi ise Sanân’dir. Yani Türkçe okunuşu ile Sinan. Konusu Müslüman bir erkekle bir Hristiyan Kıpçak boyundan bir Türk kızının aşkını anlatan öykünün mekânı ise Allahuekber Dağları’nın eteklerinde yer alan Erzurum Şenkaya ilçesinin Penek Köyünde kalıntıları bulunan Ban Hisarıdır.
Bu hikâyenin bir değişik anlatımını ise Abdülbaki Gölpınarlı’nın, Yunus Emre ve Tasavvuf isimli kitabında bulmak mümkündür. Bu anlatımda ise öyküyü şöyle özetleyebiliriz; Şeyh Sanân, zamanının mürşitlerindendir. Elli yıl boyunca Mekke’de irşat faaliyetlerinde bulunarak 400 adet derviş yetiştirmiştir. Hem abid hem de ariftir. Elli kez hacı olmuştur. Birkaç gece rüyasında, Rûm ülkesinde puta tapmakta olduğunu görür. Dervişlerine, başıma bir iş düştü, Rûm ülkesine gitmem gerek der, yola çıkar. Dört yüz dervişi de onunla beraber, Rûm ülkesine varırlar. Şeyh bir gün bir Hıristiyan kızını görür, canla gönülle ona âşık olur. Kızın göründüğü pencereye karşı akşama kadar durur. Günlerce, gecelerce bu hal, böyle sürer gider. Dervişler öğüt verirler, dinlemez. Sonunda kız; bana kavuşmak istersen ya puta secde edersin, ya Kur’an’ı yakarsın, ya şarap içersin yahut da dinini değiştirirsin der. Sanan, şarap içmeyi kabul eder. Kız, Sanân’e, şarap içirir. Sarhoş olan Sanân kızın diğer isteklerini de yerine getirir ve bir yıl domuz çobanlığı yapar. Dervişler şeylerinden ümitlerini keser ve Mekke’ye dönerler. Şeyh Rûm ülkesine giderken Mekke’de olmayan bir dervişi vardır. Olanlardan habersiz beklemektedir. Dervişlerden Şeyh’in hâlini öğrenince bu ne vefasızlıktır insan şeyhini bırakır mı der. Geri dönen müritleri bir daha toplayarak şeyhi Sanân’in kaldığı yere gider ve hep birlikte zikir ve dua ederler. Hz. Muhammed(S.V) şefâati ile şeyh, kendine gelir. Kız da bir rüya görür, uyanınca Müslüman olur. (Gölpınarlı, 1961 s.90, 150, 151)
Şeyh Sanân, gerçekte var mıdır? Bu sorunun cevabını, makaleyi fazla uzatmamak ve okurları sıkmamak için Şeyh Sanân bahsinin geçtiği kaynakların isimlerini zikrederek vermek isterim. Ferideddin-i Attar’ın Mantık Al Tayr (Mantıku’t-tayr), Gülşehrî’nin, Feleknâmesi, Gazzali’nin Tuhfetü’l-Mülük.
Hikmet BABAOĞLU bu öykünün Selçukluların Anadolu’ya doğru ilerlemeye başladıkları dönemde dağlara çekilen Hristiyan Kıpçaklara ait olduğunu söylemektedir. Babaoğlu’na göre Sarı Gelin türküsünün orijinal hali Ukrayna da yaşayan Azak Denizinin Kuzey Batı kıyılarına yerleşik olan Hristiyan Deşti – Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) Türklerinin bir şiiri olduğunu yazmaktadır. Aşağıda Türkünün sözlerinin Kıpçak söyleşisi ve Türkçeye çevrilişi yer almaktadır. (BABAOĞLU,2011, S. 218 – 220)
Akız sar’tın örmezler
(Ay kız saçın örmezler)
Sen’i ban’a bermezler
(Seni bana vermezler)
Te’l alayım kaçayım
(Gel alayım kaçayım)
Karankılık körmezler
(Karanlıktır görmezler)
Akı’z sat’ın set’iz kat
(Ay kız saçın sekiz kat)
Te’s birisin, bizge sat
(Kes birisini, bize sat)
Anan baben kail olsa
(Annen baban razı olursa)
Te’l bögeje bizge yat
(Gel bu gece bizde ya)t
Manimiz incelendiği zaman Türk Edebiyatının yapısına uygun olarak yedili hece şeklinde olduğu görülmektedir. Hem Kıpçak hem de günümüz Anadolu Türkçesinde okunuşu yedili hece tarzındadır. Maninin taşıdığı anlamı ise Hikmet Babaoğlu’nun yorumlama şekli dikkat çekicidir. Bu yorumu hep birlikte okuyalım. “Eski Türkler hep uzun saç bırakırlardı. Çocuklar ergenlik dönemlerine ulaştıklarında ise kızlar erkek çocuklarından farklılaşsınlar diye saçları örülürdü. Kimi zaman kızla erkeği beşik kertmesi yapmak için ebeveynler onların saçlarının ucunu birbirine örer, böylece onların kaderlerini birleştirdiklerine inanırlardı. İrdelediğimiz türkünün metninde aşık’ın maşukuna kavuşma ihtimalinin olmadığı bile belli olmaktadır. Maşuk onun için ulaşılma imkanı olmayan bir mahluktur. Onların saçları hiçbir zaman örülmeyecek. Yani onlar asla ve asla kavuşamayacaklar. Türküdeki içler acısı hüznün ve kederin kaynağı da bu ümitsizliktir”. (BABAOĞLU,2011, S. 221)
Türküye ilişkin Ahmet Refik ALTINAY şöyle bir öykü aktarmaktır. Merdinik’te yüreği kaynayarak türkü söyleyen bir genç var: Okçu köylü Ali… Ali, çamlı dağların, Köroğlu tepelerinin sabah güneşine karşı öyle hazin türküler söylüyor ki, güya ruhu aşktan yanan, bu türküleri yapan, kalbin elemlerini hazin bir feryat şeklinde ruhumuzda hissettirmek isteyen âşık, kendisidir. En güzel söylediği, Diyarbekir’de, Erzincan’da, Erzurum’da kürdî nağmelerle okunan bildiğimiz bir türkü. Fakat ezgiler burada daha hüzünlü, daha kederli. Türkünün konusu gayet şâirane: Bir Türk delikanlısı köyünde yaşayan bir Hristiyan kızını seviyor. Sabahleyin tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüler ağıllarına dönerken sevgilisinin güzelliğini seyrederek ruhunun ateşini dindirmeye çalışıyor. Kalbi ve kafası o derece meşgul oluyor ki, sonunda taptığı haçı, sevdiği salibi/haçı görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir pazar sabahı kalkıyor. Güneş yamaçlara altınlar serper, kuşlar tatlı cıvıltılarla ortalığı şenlendirirken kiliseye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ayini seyrediyor ve aşağıdaki maniyi söylüyor. (ALTINAY, 2001,72)
Vardım kilisesine baktım haçına
Mail oldum bölük pörçük saçına
Kız seni götürem İslam içine
Vay Sinan ölsün sarı gelin
Vardım kilisesine kandiller yanar
Kıranta keşişler pervane döner
Tersa sevmiş deyin el beni kınar
Vay Sinan ölsün sarı gelin
Seni saran neyler dünya malın
Yukarıda anlatmış olduğumuz öykü Şeyh Sanân öyküsü ile benzerliği dikkat çekicidir. Mani sözlerinden de Sarı Gelinin Hristiyan olduğu ve aşığın Sinan isminde bir Müslüman olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Sanân, Türkçede Sinan olarak okunmaktadır. Burada ölmesi gereken kişi Sinan’dır. Ancak bu manide yedili hece yapısı yerine yine Türk manilerinde görmeye alıştığımız 11 hece yapısı kullanılmıştır. Sarı Gelin türküsünün bu varyantını okuyan Okçu Köylü Ali’nin kim olduğuna ilişkin olarak Hikmet Babaoğlu’nun vermiş olduğu bilgiler önemlidir. Ali, Ermenilerin yerle bir ettiği Okçu Köyünde doğmuş ve orada büyümüştür. Büyük bir ihtimal bu köy şu anda Ermenistan’ın Amasya bölgesine bağlı Okçuoğlu köyüdür. Köyün nüfusunun büyük bir kısmı Ermeniler tarafından şehit edilmiş, sağ kalanlarsa çareyi göç etmekte bulmuşlardır. Kader onu Ardahan ‘a bağlı Merdinik Köyüne(şimdiki Göle ilçemiz) getirmiş (şunu da belirtmekte fayda var: Ardahan ile Amasya aynı coğrafyada bulunduğundan bölgenin insanları arasında daha önceden sıkı bir dostluk ve akrabalık bağı bulunuyormuş) (BABAOĞLU, 2011, 213-214)
Sarı Gelin’in kimliğine ilişkin olarak Hikmet Babaoğlu, Dede Korkut hikayelerine atıfta bulunarak, Dede Korkut öykülerinde yer alan ve şu anda Azerbaycan’da Kengerliler diye bilinen Kanlı Kocaoğlu Kanturalı boyunun bey oğlu olan Kanturanın evlilik öyküsünü anlatmaktadır. Kantur’a kendisine uygun boyda, iç oğuzlarda ve dış oğuzlarda bir kız bulamaz, at binen, kılıç kuşanan bir kız arar. Böyle bir kızı o dönemde oğuzların sınırı dışında kalan Trabzon’da yaşayan Sarı Elbiseli Selca Hatunu beğeniyor ve kızla evlenebilmek için aslanlarla, boğalarla, develerle savaşmak zorunda kalıyor ve en sonunda kızı alarak boyuna geri dönüyor. Selcan Hatun, Kıpçak Hristiyanlarından bir Türk kızıdır ve elbisesinin rengi sarıdır. Bundan dolayı Sarı Gelin olabilir.(BABAOĞLU, 2011, S.225-226) Oğuz Kağan destanında da Oğuz bey bir ağacın koğuşunda gördüğü sarışın ve mavi gözlü bir kıza âşık olmuş ve onunla evlenmiştir. “Koğuş” kelimesi eski Türkçede karşılığı “Kopucuk” kelimesidir ve “Kıpçak” sözcüğü “kapuçuk” sözcüğünden türemiştir. (BABAOĞLU,2011, 227)
Sarı gelin türküsüne ilişkin aktarılan bir diğer öykü ise Dr. Doğan KAYA’nın, Sarı Gelin Üzerine Bir Başka Anlatma isimli yazısında aktardığı, 1958’de Erzurum’un Horasan ilçesinin Çamurlu köyünde doğmuş, sazı ve irticali olan bir âşık olarak tanıttığı Temellinin, babaannesinden dinlediği öyküdür. Bu öyküye göre Temellinin babaannesi yorucu bir yolculuktan sonra Gâvurboğan Mahallesine gelmişler ve orada terk edilmiş olan çok eski görünümlü harabe bir evin kenarına yerleşmişler. Bu evin yanında bulunan Zeynep Nene bu göç eden aileye sahip çıkmış çoluğunu çocuğunu evine almış at ve öküzlerini ahırına bağlamış. Bu nenenin eşi 93 Harbinde Mehmet ve Hüseyin isimli iki oğlu ise 1. Dünya Savaşında şehit olmuşlar. Gelinleri yani Mehmet’in ve Hüseyin’in eşleri evi terk etmişler. Bu iki oğlundan birinden Hasan isminde bir erkek torunu, diğerinden ise Hatice isminde bir kız torunu olmuş. Kız sarışın olduğundan dolayı çocukluğundan beri bu kıza Sarı Gelin dermiş ve bu çocuklar büyüdüğünde iki torununu yani iki amca çocuğunu evlendirmiş. Erkek torunu Hasan’da askere gitmiş ve şehit olmuş. Şehit haberinin geldiği gün göç eden yani hikayeyi anlatan Temellinin babaannesi ve ailesinin Gavurboğan mahallesinde göçe son verdikleri Zeynep Nene ile tanıştıkları gündür. Şehadet haberini alan Zeynep Nene ağlayıp figan ederek aşağıdaki ağıtı söylemiştir. (Doğan KAYA, 30 Aralık 2019)
Erzurum çarşı pazar (neydim aman)
İçinde bir kız gezer (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Elinde divit kalem (neydim aman)
Dertlere derman yazar (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Erzurum’da akkuşlar (neydim aman)
Kanatları gümüşler (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Kuşlar isim yazıyor (neydim aman)
Bu ne acaip işler (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Bu dağlar bizim dağlar (neydim aman)
Tükendi özüm dağlar (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Hasan’ım şehit olmuş (neydim aman)
Diner mi sızım dağlar (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Bu yol Pasin’e gider (neydim aman)
Döner tersine gider (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Hasan’ım şehit olmuş (neydim aman)
Kuşlar yasına gider (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Bu dağlar demirdendir (neydim aman)
Geçen gün ömürdendir (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Feleğin bir kuşu var (neydim aman)
Cırnağı demirdendir (oy nenen ölsün Sarı Gelin)
Bu öykü ne kadar gerçektir bilemeyiz. Ancak metin analizini yapacak olursak şunları söyleyebiliriz. Erzurum’u Kırım Savaşı esnasında işgal etmeye çalışan Rusların Erzurumlular tarafınca durdurulduğu mahalle olarak bilinen Gavurboğan Mahallesine göç eden bir aile vardır. Ailenin ve hayvanlarının kalacak yerleri olmadığından dolayı Zeynep Nene bu aileye evini ve ahırını açtığına göre bu aile dışarıdan göç ederek Erzurum’a gelmiştir. Demek ki 1. Dünya savaşında kaça kaç zamanında bu göç hadisesi yaşanmaktadır. Bu göç tarihlendirilecek olursa ya 16 Şubat 1916 Erzurum işgalinden önce gerçekleşmiştir ya da Erzurum Ermeni işgalinden kurtarıldıktan sonra gerçekleşmiştir. Buna gerekçe olarak şunu söyleyebiliriz. Öykü içerisinde askerlik şubesinden şehit haberinin alınması ve Hasanın askerlik sülüsünü almasıdır. Rus ve Ermeni işgali esnasında bu söz konusu olamayacağına göre bu hadisenin yaşandığı tarihte Erzurum işgal altında değildir. Göç olayının iki sebebi olabilir. İlki Rus Ordusunun ilerleyişi ve Ermeni çetecilerinin tedhiş hareketlerinden kaçarak Erzurum’a sığınmaları ikincisi ise Rus ve Ermeni mezalimi bittiği için ailenin batı veya güney bölgesine yaptıkları göçü sonlandırarak Erzurum’a geri dönmeleridir. Zeynep Nenenin kocası 93 harbinde şehit olduğuna göre 1. Dünya savaşında şehit olduğu söylenen Zeynep Nenenin oğulları 40 yaş civarlarında, torunları ise 15 – 20 yaş arasında olmalı. Hasan ise muhtemelen ya Erzurum işgal edilmeden hemen önce ya da milli mücadele savaşı esnasında şehit olması muhtemeldir. Ancak öykünün anlatılış tarzı ve öyküye dayanarak yapılan tarihlendirme ve yaş analizleri dikkate alındığı zaman öyküde bir tutarsızlık var gibi gözükmektedir.
Yukarıda Sarı Gelin türküsünün Türk kaynaklarından aktarılan halk öykülerinin değişik versiyonlarını aktardık. Ermeni kaynaklarında yapmış olduğumuz araştırmalarda her hangi bir halk öyküsüne rastlanılmamıştır. Konuya ilişkin olarak görüşlerine başvurmuş olduğumuz Agos Gazetesi yazarlarından Patrak Estukyan Sarı Gelin türküsünün Ermeni repertuvarında iki farklı varyantının kayıtlı olduğunu ve bunlara ilişkin herhangi bir halk öyküsüne ilişkin bir bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. (Estukyan, Telefon görüşmesi 4 Ekim 2019) Kürt ve Farisi varyantlarına ilişkin yapmış olduğumuz araştırmalarda da herhangi bir halk öyküsünün varlığına ilişkin bir bilgiye ulaşamadık.
Öykülere göre konuyu özetlersek şunları söyleyebiliriz
Öykü Erzurum’un Şenkaya ilçesinin Penek mahallesinde Allahu Ekber dağlarında geçmektedir
Öyküde aşık olan Erkeğin kimliği Müslüman bir erkek olan, şeyh sanan, Sinan veya Erzurum Gavurboğan mahalleli Zeynep nenenin torunu Hasandır.
Sarı Gelinin kim olduğuna gelince yukarıda ki öykülerden yola çıktığımızda şunları söyleyebiliriz
-
Gürcü papazın kızı
-
Penek beyinin kızı
-
Gürcü kralının kızı Xumar(Türkçe okunuşu humar ve karşılığı Mine)
-
Hristiyan Kıpçak Türklerinden sarı elbiseli Selcan Hatun
-
Erzurum Gavurboğan Mahalleli Zeynep Nenenin torunu Hatice
BÖLÜM KAYNAKÇASI
KİTAP
ALTINAY, Ahmed Refik, Kafkas Yollarında, İstanbul: MEB yayınları 2001,
BABAOĞLU, Hikmet, Akdamar’dan Sarı Geline Ermeni Yalanları, Bakü: 2011
ÖNDER, Ali Riza Yasayan Anadolu Efsaneleri, Kayseri: Yeni Erciyes Yayınları, 1955
KIRZIOGLU, M. Fahrettin, Kars Tarihi, İstanbul: Işıl Matbaası, 1953
KIRZIOGLU, M. Fahrettin Dede Korkut Oğuznameleri, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2000
GÖLPINARLI, Abdülbaki ,Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1961
MAKALE
FEYZİ, Ahmet “Erzurum Türkülerinde Kullanılan Ses Dizilerinin Türk Sanat Müziğinde Kullanılan Ses Dizileri ile Karşılaştırmalı Analizi”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi: 17/1 (2013) 67-86
KAYA Doğan. “Sarı Gelin Üzerine Bir Başka Anlatma”, Doğan Kaya. Erişim 30 Mayıs 2019. http://dogankaya.com/fotograf/sari_gelin.pdf
KIRZIOGLU, M. Fahrettin “Allahuekber Dağları Üzerine”, Ülkü Dergisi, (4/1949), s. 16-18.)
ZEYREK, Yunus “Sarı Gelin Türküsü ve Efsanesi” Türk Yurdu Dergisi, Sayı: 173, (Ocak 2002) sayfa 3-14).
GÖRÜŞME
Estokyan, Patrak. Kişisel Görüşme, Telefon, 4 Ekim 2019