NAKIŞCI ÖRÜMCEK
(Yunan mitolojisinde Zekâ Tanrısı olarak bilinen Athena aynı zamanda Tanrılar Tanrısı Zeus’un kızıdır. Athena, kadınlar arasında gelişen ince işlemelerin ve oyalı nakışların hem öğreticisi hem de koruyucusu olduğunu her seferinde söylerdi fakat bir gün…kendisinden daha marifetli olan bir kızın ortaya çıkması onu nasıl yaraladı )
Sevebilir misin yaratılmış her şeyi olduğu gibi, kıskanmadan tüm yüreğinle. Tavırlar, sözler sana ters gelse de sevebilir misin karşındakini. Kırılganlığını, inadını, gururunu bir kenara koyabilir misin gerektiğinde. Pişman olacağın şeyleri bir daha yapmamaya söz verebilir misin?
Sorgulamadan, çözmeye çalışmadan, adam yerine koyarak, yerli yersiz sorular sormayarak zaman geçirebilir misin kimseler ile… Kabına sığmayan coşkunlukları taşıyabilir, hoşgörülü olabilir misin?
Aşmaya çalışırsa birileri sıra dağları, kırmaya çalıştığı zincirleri, ruhları, bedenleri yaralayan, hiçbir bedene sığmayan ruhları, dimağları doldurmuş korkuları sahiplenerek korumaya çalışır mısın canlıları.
Hayallerimiz vardır irili ufaklı, rengârenk rüyalar görürüz ara sıra. İçimizde ki çocuk canlanır bazen o rüyalar alabildiğine uçsuz bucaksız umutlara dönüşürse hoş görür müsünüz bütün bunları.
Maalesef dünya kurulduğundan beri hoş görü az, kıskançlık fazla olmuş. Dostları ayırmış, dostlukları öldürmüş.
Vaktin birinde İzmir’e yakın bir mekân olan eski adı Kolofon şimdi ki adı Değirmendere olan bir yer varmış. Kolofon halkı;;; kumaş boyama, dokumacılık, dantel örme, kilim ve nakış işleme üzerine meşhurmuş. Kadınlar, erkekler bu konularda oldukça maharetli imişler.
Her genç kız o yörenin kızları da dantel ve nakış işlemede asla rakip tanımıyorlarmış. Özellikle İdmon isimli Kumaş Boyacısının Arakne isimli kızının yaptığı nakışları hiç kimse beceremiyormuş. Dantel örmede, nakış işleme de, kumaş boyama da ve dokumacılıkta o kadar ustaymış ki değil orada yaşayan halk; dağlardan, ormanlardan gelen periler bile onun yaptığı nakışları, dokumaları ve diğer işleri görünce şaşırır kalırlarmış.
Orman perilerine bile küçük dillerini yutturan bu el işleri o kadar meşhur olmuş ki çevre illerden, köylerden Arakne’ dan motifler, modeller öğrenmeye gelirmiş kızlar, kadınlar…
Örücülükte o kadar meşhurmuş ki onun işlerini gören herkes ona “ördüğün bu işlemeleri, nakışları, dokumaları sen tanrıça Athena’ dan mı öğrendin” diye sormaya başlamışlar.,. Çünkü Tanrıçalar arasında herkesin bir vazifesi varmış ve Atenanın vazifesi de örücülükmüş ve onun da el işleri çok meşhurmuş.
Günlerden bir gün Arakne arkadaşları ile bir derenin kenarında oturmuş elde yapılan bir danteli örüyormuş. Orada bulunanlardan biri Arakne’ye “ne olur doğru söyle sen nakış işlemeyi Tanrıça Athena’dan mı öğrendin” diye sorunca Arakne çok sinirlenmiş. “ben kimseden öğrenmedim hatta ben Tanrıça Athena ile yarışırım, omu güzel yapıyor ben mi güzel yapıyorum görürsünüz” demiş.
Bunu duyan tanrıça Athena çok sinirlenmiş. Önce koca-karı kılığına bürünerek karşısına çıkmış. Arakne’ye öğütler vermeye başlamış. Daha alçak gönüllü olmasını, alçak gönüllü olursa etrafında daha çok arkadaşı, dostu olacağından bahsetmiş. Bunları anlatırken özellikle Tanrıçalar ile boy ölçüşmekten kaçınmasını da, tavsiye etmiş.
Genç, güzel ve maharetli Arakne bu yaşlı kadının söylediklerine hiç aldırış etmemiş üstelik “ ben kimseyi rakip görmüyorum, zaten bu işlerin birincisi benim ama Athena burada ise ve zamanı müsait ise buyursun gelsin yarışalım” demiş. Bunu da duyan Tanrıça iyice sinirlenmiş ama belli etmemiş. Kızın yanına giden Tanrıça Athena, kıza “kendisinin tanrıça olduğunu” söyleyerek tanıtmış.
Biraz gerginleşen ortamı yumuşatmak için arkadaşları onlara işlemeler yapmaları için malzeme hazırlamaya başlamışlar. Tanrıça ile burnu yükseklerde olan, kimseleri beğenmeyen Arakne gergef başına geçerek altın ,gümüş ipliklerle işlemelerini yapıp yarışmaya başlamışlar.
İkisi de kendi motiflerini kendileri seçmiş. Kimse bir ölümlü ile bir Tanrıçanın yarışmasına inanamıyor ve merakla bekliyorlarmış.
Seçtikleri motiflere göre Tanrıça Athena gergefinde Olimpos’un On iki büyük tanrısını işlemeye başlamış. Arakne ise göklerin tanrısı Zeus’un kuğu kılığında Europa’yı kaçırmasını canlandıran model işlemiş.
İşlerini bitirince Tanrıça Athena kızın nakışlarının kusursuz olduğunu görmüş. Kızın muhteşem işlerini görünce Tanrıça Athenanın yüreğini büyük bir öfkeye kapılmış. Önce kızın işlediği nakışları çok beğenip kızı öven Tanrıça yarışma adı altında yaptıkları işleri görünce hayli hiddetlenmiş. “önceden ne kusursuz insan arardım ne de insanlarda kusur ama bu kadar ukala, kendini beğenmiş bir kızın nakışları benim nakışlarımdan güzel olamaz. Onun işleri benimkilerden kusursuz olamaz.” diyerek bir müddet gül bahçelerinde, üzüm bağlarında dolaşmış. Vakit akşama yaklaşmasına rağmen Tanrıça Athena’nın öfkesi geçmemiş. O hırsla Arakne’nin yanına varmış. Bir ağacın altında nakışını işleyen ve Tanrıça Athena’nın bu kadar sinirleneceğinden haberi olmayan Arakne Tanrıçayı görünce ayağa kalkmış.
Tanrıça büyük bir hırsla kızın elinden gergefini alıp nakışını parçalamış. Gergefini Tanrıçanın elinden almaya çalışan kız ne olduğunu anlamaya çalışırken hırsını alamayan Tanrıça Athena kızı bir örümceğe döndürmüş.
Her ne kadar kıskançlık kurbanı olsa da o asla işlediği nakışından vaz geçmemiş. O günden sonra da gül bahçesinde işleyemediği o muhteşem nakışlarından tozlu duvar köşelerinde ağlarını örmeye devam etmiş.
İşte böyle kıskançlık ateşi düşünce fanilerin yüreğine hem sahibini yakar hem kıskanılanı…
Bir bilge şöyle demiş “biraz kıskançlık duyarsanız, yaşarken ölmenin ne demek olduğunu anlarsınız.” Bilgenin söylediği kıskançlığın birazı ölümü tanıtırsa yüreklere, fazlası neleri yaşatmaz ki. Tolstoy şöyle der kıskançlık için “insanı alçaltan ve küçülten bir duygudur.” der.
İşte Tanrılara- tanrıçalara bile bulaşan bu duygu insanoğluna neler yaptırmaz ki, öyle tahribatlar yapar ki insan nefsinin sönmeyen ateşi olur, üzeri kabuk bağlamayan bir yara olur ve yaşadığı yürekte kanar durur.
NOT: Arakhne’nin yaşadığı Kolophon ve Miletos kentleri, dokuma kumaşları ve renkli yünleriyle ünlüymüş. Tarihten önceki çağlarda dünyanın kadın giyimi modasını, farbelalı eteklerini ve benzerlerini bu kentler satıyormuş. Bu kentlerin endüstrisini zamanın en önemli kenti olan Atina çok kıskanıyormuş.
Zamanımızda yapılan kazılarda, Miletos’ ta üzerinde örümcek kabartması taşıyan mühürler ve sikkeler bulunmuştur. Bu sikkelerin bulunuşu da bu efsaneyi anlatır. Yazar: Zekiye Çomaklı