DADAŞ’IN KÖŞE TAŞLARI
Türkler, dünya coğrafyası üzerinde Orta Asya’dan başlayarak sürekli yer değiştirip çok geniş alanlara yayılmış, aynı zamanda üç kıtaya hükmetmiştir. Bu kadar geniş alanlarda uzun süre yaşayan Türk kültürü belirli bir coğrafyayla sınırlandırmak imkânsızdır. Çağ açıp çağ kapatan Türkler, birinci dünya savaşından sonra Türkiye topraklarında Devlet olarak varlığını sürdürmektedir.
Erzurum ilimiz var olan Türkiye Devleti üzerinde coğrafi konumu itibariyle tarihin her seyrinde tüm milletler’in dikkatini çekmiş, adeta cazibe merkezi olmuştur. Karaz, Pulur ve Güzelova kazıları, Erzurum da hayatın altıbin yıldan beri devam ettiğini göstermektedir.
Tarihin seyrinde birçok milleti bağrında barındıran Erzurum, barındırdığı bu milletlerin kültürleriyle gerek yazılı gerekse sözlü kültür bağlamında etkilenmiştir. Aynı zamanda tarihi İpek Yolu’nun Erzurum’dan geçmesi ilede Çin’den başlayan ticaret kervanları, Erzurum üzerinden Anadolu’ya ve Avrupa’ya kadar uzanması, Erzurum’a hem ticaret hemde kültür alış verişinde etken olmuştur.
İnsan’ın kültür ve eğitimini etkileyen üç etken vardır. Bunlar genetik yapı, aile ve çevredir. Türkler Orta Asya’dan göç ederken süreç içerisinde bir koluda Erzurum’a kadar uzanır. Orta Asya’daki Türklerin karakteristik özelliklerine baktığımızda; tek tanrılı dine tapma, ata binme, kadına saygı, özgürlük ve savaşçılık vazgeçilmez unsurlardır. Bu unsurlar Erzurum için kozadaki kelebek gibi Dadaşı ortaya çıkarır. Orta Asya Dadaşın ilk mayasıdır. Maya sağlam olunca yoğurt kersek olur.
Bu güne kadar Dadaş için uzun soluklu bir çalışmaya rastlayamadım. Bu nedenle Dadaş’ın köklerini aramak için tarihin derinliklerine inmek gerekiyor.
Türklerin,Karahanlılar (840-1212) zamanında ilk Müslüman Türk devleti olması münasebetiyle İslam esaslarıyla beraber, Orta Asya’dan getirdiği kültür ve inancını sentezleyerek, Dadaşın ortaya çıkmasında güçlü bir pay sahibidir. Türkler, Araplardan almış oldukları İslami esasları ve İslam kültürünü çok çabuk benimsediler. Çünkü kültür ve inanç dokuları birbiriyle örtüşüyordu.
Selçuklular’ın 1071 tarihinde Malazgirt Zaferini kazanmasıyla Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştır. Bu zaferle beraber Anadolu’nun Türkler tarafından egemenlik altına alınmasıyla Anadolu, dünya genelinde güçlü ülkeler tarafından cazibe merkezi olarak görülmüş ve görülmeye devam edecektir.
Henüz ismi konulmayan Dadaşın köşe taşları, Selçuklular dönemine denk gelir. Ardından Osmanlı İmparatorluğu ile fulü olan Dadaş karakteri netleşmeye başlar.
Dadaş’ın harmanlandığı yer olan Erzurum’da Dadaş’ın ilim ve tedrisat potalarından geçerek şekillenmesini aşağıda başlıklar altında sayacak olursak,
-
Medreseler
-
İslam Alimleri
-
Tarikatler
-
Ahilik Geleneği
-
Orta Asya Kültürü
-
Han ve Kervansaraylar
-
Coğrafi Yapı ve Savaşlar
Olarak sayabiliriz.
1-Medreseler:Selçuklular döneminden önce Türklerin toplumsal hayatı, göçebelik, savaşçılık, avcılık, tek tanrılı dine inanma özellikleri mevcuttu. Selçuklunun medrese hayatıyla beraber yeni bir kültüre, tarım hayatına ve İslam dinine girme dönemi başlamıştır. Türkler; sosyal, ekonomi, idari ve askeri yönden olduğu gibi dil edebiyat, sanat ve eğitim yönüyle de ileri seviyelere gelmişlerdir. Medrese eğitim sistemi günümüzdeki eğitim sistemi gibidir. Bir milletin kültür ve eğitim durumunu anlamak için okullarına bakmak lazım. Çünkü eğitimle beraber kültür, kültürle beraber sosyal hayat etkileşim içindedir. Bu etkileşim Dadaşın gün ışığına çıkışının doğum sancılarıdır. O dönemim medreseleri Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi ve Ahmediye Medresesidir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan medreselerle bu sayı artmıştır. Eğitimin iki farklı görevi vardır. Biri, toplumun kültürünü yeni yetişen nesillere kazandırarak toplumsal bütünlüğü ve devamlılığı sağlamaktır. İkincisi ise, bilim ve teknolojideki gelişmeleri başta yeni yetişen nesillere olmak üzere, bireylere kazandırarak, toplumsal bütünlük içerisinde gelişme ve değişmeyi gerçekleştirmektir. Medreselerle bu değişim Erzurum ve Dadaşlar için başlamıştır. Dadaş haddini ve hakkını bilir. Adab-ı muaşeret kurallarını uygular. Artık Erzurumlu, medrese öğrencileri ve alimleriyle sosyal hayatta hem dem olmuş, formal ve informal eğitim başlamıştır.
2-İslam Alimleri: Medreselerde yetişen alim ve ulema sınıfı toplumsal hayatın dinamikleridir. Erzurum bağrında yetiştirdiği İslam alimleriyle İslam tarihinde yer edinmiştir. Eğitim sadece okulda ve ya evde olmaz. Sosyal hayat içerisinde de eğitim vardır. Günümüzde buna informal eğitim diyoruz. Ulemanın görevi İslam’ı tebliğ ve insanları ikazdır. Allah’ı ve hesap gününü hatırlatmaktır. Bu dönem ve sonrasının İslamalimlerinin görevi Erzurum insanını yani Dadaş’ı İslami ilimler vesilesiyle islama yakınlaştırmaktır. Bu tanınmış simalar adeta Erzurum’u dolayısıyla Dadaş’ı aydınlatan ve ışık tutan kandillerdir. Bunlardan Ömer Nasuhi Bilmen ve İbrahim Hakkı Hazretleri eserleriyle beraber Dadaş’ın gurur ve ilham kaynağı olmuştur.
3-Tarikatler ve Evliyalar: Erzurum insanını islam’a yaklaştıran en büyük etkenlerden biride tarikatlerdir. Bünyesinde bir çok Allah dostunu barından Erzurum, Dadaş’ın irşad olmasında adeta köşe taşlarıdır. Mezar taşlarından anlaşılacağı üzere Dadaşlar diyarı adeta tarikat şeyhlerinin havuzudur. Şehirlerin, mekanların ruhu vardır. Erzurum’un her köşe ve bucağında bir Allah dostu mezarı bulmak mümkün. Ancak bu, insan ruhu gibi değil, yeri geldiğinde görüntüsüyle, anılarıyla, kokusuyla, manevi atmosferiyle insana tesir eder.Tasavvufi terbiye modeliyle Dadaş, yeri gelir Yunus gönüllü olur. Lakin vatan, millet ve bayrak söz konusu olduğunda Dadaş, Yavuz olur.Dadaş’ın uysallığını ve çelik bir yay oluşunu burada aramak gerekir.
-
Ahilik Geleneği: Ahilik, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret,ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını ,iyi insan meziyetlerini esas alarak,düzenleyen bir örgütlenmedir. Kurucusu Ahi Evran’dır ve kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardım severliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği birsosyo-ekonomik düzendir. Bu özellikler Dadaş’ın içgüzelliğinin dışa yansımasıdır.Dadaş mahirdir. Dadaş, sanatı ile rızkını temin eder.
-
Orta Asya Kültürü:Kültürleme; toplumun, kendi kültürel özelliklerini yeni kuşaklara sosyalleşme yoluyla aktarmasıdır. Kültürleme süreci bireye, hayatı boyunca kolay kolay değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Dadaş Orta Asya’dan genleri ile getirmiş olduğu kültürü, davranışları alışkanlıkları, adını koyamasa dahi zamanla güncelleyerek yaşar. Kültürleme süreci bireye, hayatı boyunca kolay kolay değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Dadaş’ın asil ruhunun kaynağı Orta Asyadır. Suyun gözesi temiz ise o su temiz akar. Dadaş’ın gözesi de temizdir.
Davranışsal genetikçiler yapmış oldukları araştırmalar sonucunda kişilik özelliklerimizin %40’ının anne babamızdan aldığımız genler tarafından belirlendiğini öne sürmüşlerdir. Yukarıda saymış olduğumuz başlıklar Dadaş’ın genlerindeki özelliklerin göstergeleridir.
Yabancı gözüyle Erzurum nasıldır birazda buna değinelim. Puşkin 27 Haziran 1825 tarihinde Erzurum’un Rus işgalindeki Erzurum tasviri şöyledir; Türkler evlerinin düz, damlarına çıkmışlar, asık suratlarla bizi seyrediyorlardı. Ermeniler gürültülü bir kalabalık hâlinde sokaklarda birikmişlerdi. Çocukları istavroz (haç) çıkararak ve hiç durmadan ‘Hristiyan! Hristiyan’ diye bağırarak atlarımızın önünde koşuyorlardı….Erzurum sokakları dar ve eğri büğrü. Yapılar oldukça yüksek… Erzurum Asya Türkiye’sinin en önemli kenti sayılıyor.Nüfusunun 100.000’i bulduğu söyleniyorsa da, sanırım abartılmış bir rakam bu.Evler taştan yapılmış. Damlar çimle kaplı. Yüksekten bakınca kente tuhaf bir görünüş veriyor bu… Avrupa’yla Doğu arasındaki başlıca kara ticaret yolu Erzurum’dan geçiyor. Fakat kentte çok az mal satılıyor… Sert bir iklimi var buranın… Erzurum’da çeşmeden bol bir şey yok. Her birinin üstünde bir zincire bağlı teneke taslar asılı. İnançlı Müslümanlar bu taslardan su içiyor, Tanrı’ya şükürler ediyorlar…Mescitler basık ve karanlık. Mezar taşlarının üstünde yine taştan yapılma sarıklar yükseliyor… Sultanın önayak olduğu yenilik hareketleri Erzurum’a ulaşmamış henüz. Ordu halâ renk renk Doğu giysileri içinde. Erzurumla İstanbul arasında, tıpkı Kazanla Moskova arasında olduğu gibi bir çekişme var.
Puşkin’in Erzurum gözlemlerinin açılımı şöyledir; Erzurum’un 1825 yıllarındaki mimarisinden bahsederken “yapılar oldukça yüksek” diyor. Rus işgalinde Erzurum insanının damlardan Ruslara bakışı sert bir bakış olduğunu anlatıyor.Dadaş, şehit kanı ile sulanan bu topraklara gayrı müslim ayağının değmesini nasıl kabullensin. Şehrin mimari yapısı da gelince, Dadaş, günümüzde lüks sayılan dubleks veya tribleks evlerde yaşıyor. Her evde kuvvetle muhtemelen kehriz (Misafir odasındaki banyo) bulunurdu. Fakat çatı sistemi yoktu. Yine bu evler baca kapılı olup, ekolojik dengeyi sağlamak ve aynı zamanda hane halkının açık havadan faydalanma ihtiyacını için gidermek için baca kısımları çimlendirilirdi. Bitki ve böcekler bile düşünülmüş. Puşkin Erzurum’un doğu ve batı arasındaki ticaret bağlantı yolunda bulunmasına rağmen şehrin ticaret hacminin düşük olduğunu bildiriyor. Puşkin, Erzurum da çeşmenin bol olduğunu, her birinin üstünde zincire bağlı teneke taslar asılı olduğu, inançlı Müslümanlar bu taslardan su içtiğini ve Allah’a şükrettiğini bildiriyor. Medreselerin geri bildirimlerini toplum hayatında, Allah’a şükretmekte görebiliyoruz. Puşkin, Dadaş’ın iki asır önce yaşadığı şehrin kültürünü, medeniyetini anlatıyor. O dönem çeşmelerden su günümüz tabiriyle 7/24 akar. Bizlere yıllarca Avrupa Medeniyetini anlattılar. Medeniyetin temelinde su yatar. Su hayattır. Temizliktir. Gıdadır. Dadaş yalnızca insanı düşünmez, yoldan geçen insanları, sokak hayvanlarınıve bitkileride düşünür. Dadaş o kadar moderndir ki su içmek için çeşmede zincire asılı tas bulundurur. Ardından inançlı Müslümanların suyu içtikten sonra Allah’a hamd eder. Dadaş bu çeşmeleri yaparken sadece Müslümanlar içsin diye yapmamış. Aynı zamanda gayrı müslimler de faydalansın diye bu çeşmeleri yapmış. Tabiki Dadaş ilahi huzura çıkmak için bu çeşmelerden abdestini alırdı.
-
Han ve Kervansaraylar: Erzurum, tarihi İpek Yolu üzerinde olması nedeniyle uzun yıllar ekonomisini ticaret yolu üzerinde olmasına bağlamıştır. Kervan sahibi tüccarların, seyyahların ve dervişlerin uğrak yeridir Erzurum. Bu nedenle o dönem ihtiyaç olan hanlar ve kervansaraylar, yolcuların yeme içme ve barınma ihtiyaçlarıyla berber aynı zamanda at ve develerinde ihtiyacını karşılıyordu. Eski seyyahlar ve tüccarlar, Rüstempaşa Kervansarayında konaklardı. Şehrin kuzeyinden gelen hacı adayları ise Hicaz yolundaki Hacılar Hanında konaklardı.
Bu han ve kervansaraylarda barınan insanlar kendi kültürlerine ait yiyecek ve içecek kültürleriyle beraber, ticarette kullanılan mallar,Erzurum ticaret piyasasında yöre halkı tarafından rağbet görmesiyle beraber, farkı kültürlerin tesiri ile kültür etkileşimi olmuştur. Aynı zamanda tüccarlar mallarını Erzurum da satarken, diğer taraftan Erzurum’dan aldıkları ticaret mallarını başka şehirlere, ülkelere götürmüşlerdir. Bu kültür etkileşimine sözlü kültür etkileşimini de eklemek gerekiyor. Erzurum’a dışardan gelenlerin kullandıkları kelimeler, deyimler ve atasözleri ile beraber anlattıkları hikaye ve masallar kulaktan kulağa dolaşarak hem başka kültürlerden Erzurum’a hemde Erzurum’dan başka kültürlere sözlü kültür ödünçlemeleri olmuştur.
-
Coğrafi Yapı ve Savaşlar: Erzurum, Türkiye genelinde rakım itibariyle değerlendirildiğinde Ardahan ile beraber en yüksek rakıma sahip illerimizdendir. Yüksek rakım ve soğuk hava, insan üzerinde ruhsal ve fiziksel bir takım olumsuzluklara sebebiyet vermektedir. Yüksek rakım insanı gerginleştirir. Üzerinizde bir baskı oluşturur. Bol oksijen ise insanı rahatlatır. Erzurum 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının Erzurum insanı psikolojisine olumsuz etkileriyle beraber o dönem kış iklim şartlarının ağırlığı, rakımın yüksek oluşu gibi sebepler bir araya getirildiğinde Dadaşın karakteristik özellikleri ortaya çıkar. Sıcak iklim, insanı ağırlaştırır, rehavet verir. Arabistan ve Afrika halkının savaşçılık özellikleri’nin olmamasının başlıca nedeni budur. Sıcak iklim insanı rehavetlendirir. Ilıman ve sıcak iklim insanı eğlenceye daha düşkündür. Soğuk iklim ise insanı hareketlendirir. Yaşamak için hareket etmek zorundasın. Dadaş’ın savaşçılığının etkisinde vatan, millet ve bayrak sevgisiyle beraber soğuk iklimin tesiride vardır.
Savaş sonrası stres bozukluklarının ilk belirtileri mutsuz insan olarak ortaya çıkar. Osmanlı-Rus harbinde ve Birinci Dünya Savaşında nice yiğitler şehadet şerbeti ile şereflendi. Ardında yetimler, piri fani ana babalar ve eşler bıraktı. Erzurum ailelerinde şehidi, gazisi olmayan aile yoktur. Üzüntülü, kederli Dadaş, imanını en üst seviyede tuttu. Çünkü biricik sermayesi imanı idi. Bu vatan için bayrak için şehit veren Dadaş, gülmeyi kendine ar sayar. Dadaşın çatık kaşlı oluşuna, bunlarda sebebiyet vermiştir.Dadaş’ın vakarını, savaşçılığını barda görürsünüz. Osmanlı’nın dünyaya hükmetmesinin sebeplerinden biride dört mevsimi bir arada yaşamasıdır.
SONUÇ OLARAK : Ünlü ilim adamı İbn Haldun Mukaddime adlı eserinin dördüncü bölümünde hava ve iklim şartlarının insan ahlakı, huyu, seciyesi, mizacı, ruh yapısı ve buna bağlı olarak da hal ve hareketleri üzerindeki etkilerini açıklamıştır. İbn Haldun bu araştırmasında o zaman da dünya üzerinde yaşayan farklı kavimlerin ahlaki değerlerinden örnekler vermiştir. İbn Haldun’a göre aynı hayvan aleminde olduğu gibi, insanlar da bulunduğu iklim veya hava şartlarından etkilenir. İklimin sıcak ve soğuk olması hatta insanların yediği gıdalar dahi, insana ruhsal ve bedensel olarak tesir eder. Yani kısaca İbn Haldun’a göre insan toplulukları, yaşadığı çevre ve şartlara göre şekil alır. İnsan tabiatı üzerinde sadece iklim değil ayrıca toprak çeşidi de tesir eder. Fiziki çevreye göre insanların bazı kabiliyetleri gelişir ya da zayıflar. Örneğin, kırsal alanlarda yaşayanların zekaları daha keskin, vücut tenleri daha canlı ve dinçtir.
İbn Haldun havanın (ve iklimin) insan ahlakı üzerindeki tesirini anlatırken Sudan halkını örnek verir. Sudan halkını tanımlarken sıcak iklimin onları gevşettiğini ve zevklerine çok düşkün olduklarını yazar:“Hafifliğin, aceleciliğin, zevk ve keyfe fazla düşkün olmanın umumiyetle Sudanlıların (ve zencilerin, karakterlerinden ve) huylarından olduğunu görmüşüzdür. Bunların her nağmeye ve çalgıya göre raks etmeye (dans etmeye) düşkün oldukları ve her yerde ahmak olmakla nitelendirildikleri görülmektedir… Hararet, sıcak iklimde yaşayan Sudanlıların/zencilerin yapılarına ve oluşumlarının özüne işlemiştir. Nefislerindeki hararet de beden ve iklimlerindeki hararet oranındadır.”
İbn Haldun Sudan’la aynı nem oranına sahip deniz sahillerinde yaşayan halkın da, az çok Sudanlılara benzediğini belirtir. Bu bağlam deniz sahillerinde yaşayan insanların hararetten aldıkları hafiflik, ferahlık, soğuk dağlarda ve yaylalarda yaşayan insanlardan daha fazladır. Hatta İbn Haldun hava şartları ve iklimin insan üzerindeki etkisi daha ileri götürür ve iklimin, insanların maişetleri üzerinde dahi tesir ettiğini iddia eder. Mısır ve Fas halkını örnek verir. O’na göre Mısır halkı sıcak enlemde yaşadıkları için işlerinde ferahlık, hafiflik ve işlerin akıbetlerinden gafil olmaktadırlar. İbn Haldun’a göre insanoğlu fıtraten tabiat şartlarıyla alakadardır. İnsan yediği yiyecekler ve yaşadığı çevreye göre şekil alır. Bu nedenle insanın farklı iklimlerde ve bölgelerde yaşaması farklı mizaç ve ruhi değerlere sahip olmasına sebep olur.
Ayrıca Erzurum, Dadaş kültürünü canlı ve diri tutmak için bu kültürü yetişen nesillere kazandırarak toplumsal bütünlüğü ve devamlılığı sağlamak zorundadır. Bunun için Belediyelere, Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğüne ve Erzurum Derneklerine iş düşmektedir. Dadaş denilince bar akla gelmektedir. Belediyeler ve dernekler bar kurslarına ağırlık vermelidir. İlimiz Milli Eğitim Müdürlüğü bütün okullarda bar kursu açmalı ve okullarda diğer eğitsel kollar gibi folklor kolu da olmalı. Okulun her kademesinin ayrı ekibi olmalı. Ayrıca okullar arası yarışmalar olabilir. Fakat asıl mantık yarışma olmamalı. Aileler çocuklarının akademik başarısını dikkate aldıklarından bu gibi kültür faaliyetini önemsiz görebilirler. Yöresel düğünlerimiz maalesef yöresel düğün özelliğini kaybetti. Göstermelik folklör ekibinin düğüne gelmesi güzel ancak düğüne gelen yüzden fazla erkeğin Erzurum bar’ını bilmemesi folklör kültürümüzün yani Dadaş kültürünün nereye gittiğini gösteriyor. Milli Eğitimin politikaları içinde yöresel kültürü yeni nesillere aşılama da olmalı. Ülke genelinde her ilin Milli Eğitim Müdürlükleri o yöredeki okullarda bu kültür faaliyetlerini canlı ve diri tutmalı. Çünkü her insan eğitim hayatında okuldan geçmektedir. Kainat boşluk kabul etmez. Erzurum Dadaş ve Dadaşlık kültürüne sahip çıkmaz ise başka kültürlerin tesiri altında kalacaktır.
Recai HATTATOĞLU
recaihattatoglu@gmail.com