Kasım 21, 2024

KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME HAKKI KAPSAMINDA ERZURUM KONGRESİNİN ULUSLARARASI İLİŞKİLER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

0

KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME İLKESİNİN TANIMI VE KAPSAMI

Uzun bir tarihi geçmişe sahip olan Ulusların Kendi Geleceğini Belirleme Hakkı bugün tam olarak üzerinde anlaşılamamış ve kullanım sınırları tam olarak belirlenememiştir. Bundaki en önemli neden, bu hakkı savunan ve karşı çıkan ülkelerin siyasi alanda sergiledikleri hâkimiyet ve üstünlük mücadelesinde karşı tarafı sıkıştırmak ve kendisini bu hak taleplerine karşı korumak amacıyla uyguladıkları politikaların çatışması ve bunun için değişik politik tanımlamalar yapmak zorunda kalmalarıdır. Halk bir ülke içerisinde yaşayan tüm insanları içine alacak şekilde tanımlanarak bu ilke içerisinde yer alması sağlanmıştır. Kısaca tanımlamak gerekirse Kendi Geleceğini Belirleme Hakkı bir halkın siyasi açıdan kendi geleceğini belirleme hakkıdır.

Kendi Geleceğini Belirleme İlkesinde korunması gereken varlık ilk önce halkın kendisidir. Halk ile kastedilen politik ve ekonomik özgürlüğü bilincine ulaşmış olan en eski kadim topluluktur. Bu topluluğa karşı özel olarak korunması gereken toplumsal unsurlar dinsel, dilsel, etnik ve ulusal azınlıklardır. Dinsel azınlıklar hâkim olan halk topluluğundan farklı dinsel anlayışa sahip olan unsurları ifade etmede kullanılırken, dilsel azınlıklar ise hâkim toplumsal unsurlardan farklı dil konuşan toplulukları ifade etmede kullanılır. Kendi geleceğini belirleme ilkesinde tanımlanması en zor olan iki unsur etnik ve ulusal azınlık tanımlamalarıdır. Etnik tanımlama dinsel, dilsel ve ırksal açıdan hâkim toplumsal unsurdan farklılık arz eden ortak bir kökenden gelen, çeşitli kültürel, tarihsel ve topraksal bağlardan oluşan kimliksel özelliklere sahip, fakat belli bir siyasal gücü olmayan kitlelerin ifade edilmesinde kullanılmaktadır. Etnik bir azınlığın siyasi bir özerkliğe sahip olması için ülke nüfusunun en az yüzde otuzuna sahip olması gerekir. Ulusal azınlık bir başka devletin sınırlarında çoğunluk oluşturan ancak bir başka devletin sınırlarında ise azınlık durumunda olan halk unsurlarını ifade eder. Bir başka deyişle ulusal azınlık, devlet kurmayı başarmış bir ulusa kendini ait his eden azınlıklardır. Bir etnik grubun ayrı bir yönetim oluşturabilmek veya bir başka yönetimin bünyesine katılmak için var olan sınırların yeniden yapılandırılması amacıyla kullandığı Kendi Geleceğini Belirleme İlkesi kapsamında yaptığı mücadeleye karşı ulusal ve uluslararası sorunlar yaşanmadan çözüm bulunabilmesi için en çok kullanılan yöntemler ise çok kültürlülük, özel temsil, azınlıkların çok olduğu bölgelerde reform, ve özel haklar verilmesi olmuştur.

Bir halkın kendi geleceğini belirleme ilkesi; halkın kendisini yönetecek olan hükümet şeklini veya hükümeti seçmesinden o hükümeti denetlemeye kadar geniş bir alanı kapsar. Bu ilke yönetim sürecine halkın aktif olarak katılarak kendi geleceğini etkileyen hususlarda, karar verme sürecine müdahil olmasının sağlamasıdır. Kendi geleceğini belirleme ilkesi devlet kurma ya da özerklik elde etme sonucunu doğurmayabilir ama her halükarda bu ilke bir halkın istek ve taleplerinin hükümetçe dikkate alınmasını gerektirmektedir. Kendi geleceği ilkesinin kullanılabilmesi için bir ülkenin iç işlerine karışılmaması, devlet egemenliğinin kabulü, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne saygı gösterilmesi, bir başka devlet tarafınca silahlı saldırıya uğramaması, egemen ve bağımsız olması gerekir

KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME İLKESİNİN GELİŞİMİ

Kendi Geleceğini Belirleme İlkesinin gelişiminde atılan en önemli adım Amerikan Bağımsızlık Beyannamesidir. Bağımsızlık Bildirgesi hem halk egemenliğini gerçekleştirmek hem de bağımsızlık mücadelesini meşrulaştırmak açısından Kendi Geleceğini Belirleme Hakkının temele alan ilk bildirge olarak tarih, hukuk ve uluslararası ilişkiler açısından en önemli siyasi belge olarak siyasi tarihte yerini almıştır.

Kendi Geleceğini Belirleme İlkesinin gelişimi açısından önemli olan bir diğer olay ise Fransız İhtilali olmuştur. 1789 Fransız Devrimini besleyen temel düşünce, bireylerin eşitliği ve yöneten ile yönetilen arasında var olduğuna inanılan sosyal sözleşmedir. Fransız ihtilali ile yönetim şeklini seçme düşüncesi ve bağımsızlık fikri bir arada yer almıştır.

Kendi Geleceğini Belirleme ilkesi Bunlardan ilki Birinci Dünya savaşı sonrasına yön veren ilkeleriyle tanınan Amerika Birleşik Devletlerinin 28. Başkanı olan Thomas Woodrow Wilson’dur. Diğeri ise Ekim Devriminin lideri ve Sovyetler Birliğinin kurucusu, Rus sosyalist devrimci Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla Lenin’dir. Lenin ve Wilson farklı ideolojik yaklaşımlar sergileseler de her ikisinin de endişesi Birinci Dünya Savaşından sonra oluşacak olan boşluğu doldurarak kendi ülkelerine avantaj sağlamaktır.

Lenin, Kendi Geleceğini Belirleme İlkesine sömürge durumunda olan halkların politik özgürlüklerine ulaşma ve daha sonra bağımsızlıklarını kazanmaları yönünde yaklaşmıştır. Uluslar ne türden olursa olsun ezilmelerine karşı mücadele etmedikçe sosyalistler asıl büyük hedeflerine ulaşamayacaklardır. Lenin’e göre ulusların kendi geleceklerini belirlemesi o ulusların yabancı ulusal birliklerden siyasal bakımdan ayrılma ve bağımsız bir ulusal devlet oluşturmaları anlamına gelir. Uluslar kendi geleceğini belirlemede hak eşitliğine sahiptir. Lenin yağmacı ülkeler olarak nitelendirdiği ülkelerde bulunan burjuvaziyi ulusal kurtuluş ideolojisi maskesi arkasında halkları sömürme çabasına girmekle suçlamıştır. Erzurum Kongresinin toplanmasına neden olan Ermeni ve Rum Pontus iddiaları bu sömürü çabasının birer uzantısı olduğunu kabul etmek gerekir.

Wilson’a göre Kendi Geleceğini Belirleme, halk egemenliğinin gereği olarak, hükümetlerin halkın özgür iradesiyle kendi yöneticilerini seçme hakkından oluşuyordu. Wilson uluslararası düzeyde Kendi Geleceğini Belirleme Hakkının dört uygulama biçimini ileri sürdü. İlk olarak, halkların yönetiminde yaşamak istedikleri hükümet şeklini seçme hakkıdır. İkincisi, ulusal arzulara uygun olarak, devletlerin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu uygulama biçimi Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluğunun taksiminde ve Avrupa kıtasında haritanın yeniden çizilmesinde rehber uygulama olarak kabul edilmiştir. Üçüncüsü kendi geleceğini belirleme ilkesine göre ülkelerin el değiştirmelerinde ve doğan sorunların çözülmesini sağlamaktır. Son olarak sömürgeci devletlerin çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde sömürge yönetimi altında bulunan halkların iddialarının çözümüdür.

Lenin ve Wilson farklı ideolojilere sahip olsa da her ikisinin de amacı Kendi Geleceğini Belirleme İlkesini Birinci Dünya Savaşından sonra çıkacak boşluğu kendi ülkelerinin lehine doldurma amacına hizmet etmek amacıyla kullanmaya çalıştıklarını söylememiz gereklidir.

ERZURUM KONGRESİNİN TOPLANMASINA KADAR MİLLİ MÜCADELEYİ İLGİLENDİREN ULUSLARARASI BELGELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

WİLSON PRENSİPLERİNİN ANALİZİ

Wilson Prensiplerinin, 5. ve 12. Maddeleri Milli Mücadelenin ve Erzurum Kongresinin dikkate aldığı maddelerdir. 5. Madde “Tüm sömürgecilik savları, ilgili halkların çıkarlarını ve egemenlik istemlerini dikkate alacak biçimde eşitlikçi ve hakkaniyete uygun düzenlemelere tabi tutulmalıdır.” Demektedir. 12. madde ise “Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir.” Demektedir. Bu maddenin “Lippmann-Cobb Andırısında 12 maddenin uygulanmasına ilişkin açıklama okunduğu zaman şu hususlar dikkati çekmektedir.

Anadolu’da nüfus olarak çoğunluğu oluşturan Türklerin egemenliğinin tanınması gerekmektedir.

Rumların sayıca fazla olduğu kıyı bölgelerinde özel bir uluslararası denetim kurulmalı ve bu bölgelerin tercihen Yunanistan mandası altına bırakılmalıdır.

Ermenistan’a Akdeniz’e açılımını sağlayacak bir liman verilmesi ve onun korumasını sağlayacak bir güç belirlenmelidir.

Anadolu’da tüm mandater güçleri bağlayacak genel bir düzenleme yapılarak azınlıkların hakları ve “açık kapı” ilkesinin(kapitülasyon) uygulanmasının güvence altına alınması için Osmanlı Devleti ile yapılacak anlaşmaya eklenmesi gereklidir

Anadolu’daki tüm ana demiryolu hatlarının uluslararası hale getirilmesi gereklidir.

İstanbul ve boğazlar bölgesi uluslararası denetim altına alınacaktır. Bu denetim kolektif olabileceği gibi, Milletler Cemiyeti’nin mandaterliği olarak görevlendireceği belli bir güç tarafından da yerine getirilebilecektir.

Türk olmayan halkların özerkliğinde daha önce Fransa ve İngiltere arasındaki mandater paylaşımlarından dolayı sıkıntılar yaşanacaktır.

MONDROS MÜTAREKESİ

Birbirinden ağır 25 maddeden oluşan Mondros mütarekesinin tüm maddelerini dergimizin hacmini şimdiden açmış bu yazımızın içinde tek tek zikretmemiz mümkün değildir. Ancak ana hatları ile bu mütarekeyi inceleyecek olursak şunları görürüz.

  • Boğazların işgali, tersanelere ve limanlara el konulması, ordunun terhisi ve Sınırlar içerisinde İtilaf Devletleri’nin güvenliğini tehdit edecek bur durum söz konusu olduğunda, İtilaf Devletleri istedikleri herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerine ilişkin maddeler ile egemenlik hakları ihlal edilmiştir.

  • Askeri araç gereçlere el konulması ilişkin maddeler ile Uti Possidetis Juris (savaş sonrasında taraflar arasındaki şartlar aynen korunur) ilkesine aykırı hareket edilmiştir.

  • Esirlerin serbest bırakılması konusuna ilişkim maddeler ile Devletlerarası ilişkilerde eşitlik prensibi çiğnenmiştir. Özellikle Ermeni esirlerinin ve tutuklularının 4. Madde ile ayrıca belirtilmesi, Ermenilerin savaşın bir tarafı ve kazanan tarafı olarak yorumlanmasına neden olmuştur.

  • 24. Madde olarak bilinen Vilayet-i Sitte adı verilen altı Ermeni bölgesinde (Erzurum, Van, Sivas, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır) herhangi bir karışıklık çıkması durumunda İtilaf Devletleri bu bölgeleri işgal edebilecek. Hükmü ile devletin ülkesi ve milleti ile bölünmezliği prensibi çiğnenmiş ve bu bölgenin doğrudan ülkenin bütünlüğünden koparılmak suretiyle egemenlik ve bağımsızlık hakları çiğnenmiştir.

KENDİ GELECEĞİNİ BELİRLEME İLKESİNE GÖRE ERZURUM KONGRESİ

Mondros mütarekesi ve Wilson prensipleri incelendiği zaman ülkenin egemenliğini ve bağımsızlığını korumak için meşru müdafaa hakkının kullanılması, Kendi Geleceğini Belirleme Hakkının kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bunun için tüm yurtta ilk önce sivil alanda hukuki müdafaa ve muhafaza-i Hukuk cemiyetleri kurulmuş daha sonrada müdafaa-i Vatan için silahlı alanda faaliyet gösterecek örgütler kurularak mücadeleye başlanılmıştır. Hukuki mücadele yöntemiyle kendi hakkını müdafaa etme hakkını kullanma yönteminin benimsenmesi esası ile kurulan Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetinin kuruluş bildirgesi incelendiği zaman şu hususlar dikkati çekmektedir.

  • Vilayat-ı Şarkiye’de Osmanlı Milleti Vardır Vilayet-ı Sitte yerine Vilayet-ı Şarkiye tanımı yapılmıştır. Bu tanımlama ile Mondros mütarekesinin bölgeye ilişkin tanımı kabul edilmemiş ve bu bölge halkının bir bütünü temsil ettiği söylenerek, Ermeni bölgesi olarak anılmasına karşı çıkılmıştır.

  • Avrupa’ya heyetler göndererek ortak hukukun müdafaaya çalışılması ile bir taraftan bir millet olarak bütünlüğün diğer taraftan ise Avrupa Devletler hukukuna olan bağlılığa vurgu yapılmak istenilmektedir.

  • Ermeni iddialarının asılsızlığı ve işlemiş oldukları katliam suçlarının kamuoyuna sunulması

  • Meselenin uluslararası hukuka uygun olarak çözülmesinin istenilmesi

Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi Açılış Konuşmasının uluslararası ilişkilere göre değerlendirdiğimizde ise şu hususlar dikkati çekmektedir.

  • Milliyetler temeline dayalı adaletli bir barışın yapılması

  • İstanbul ve İzmir’de yaşanan işgallerin egemenlik hakkımızı ihlal ettiği

  • Etnik ve ulusal azınlıkların ülkenin egemenliğini ve bütünlüğünü tehdit edecek şekilde İtilaf devletlerince kışkırtılmasının önlenmesi, milliyet iddiası ile başlatılan bu azınlık hareketlerinin(Ermeni ve Rum) önleyecek milli iradenin mevcudiyeti

  • İstanbul Hükümetlerinin milli çıkarlara hizmet edemediği, milli onuru ve istiklali koruyamadıkları bunun için milli denetime alınması gerektiği ve bunun için gerekli olan milli iradenin var olduğu

  • Milli iradenin; Müdafaa-i Hukuk-i Millîye (Millî Hakları Savunma), Muhafaza-i Hukuk-i Millîye (Millî Hakları Koruma) ve Müdafaa-i Vatan (Vatanı Savunma) ve Redd-i İlhak (başta Yunanistan olmak üzere topraklarımızı kendi sınırları içine katmak isteyen her türlü çabayı ret) şeklinde gerçekleşen tüm çabaları ifade edecek şekilde bir arada yürütülmesi gerektiği

  • Uluslararası alanda farklı ulusların sömürge devletlere karşı sürdürülen mücadelenin milli mücadeleye olan etkileri

  • Her hâlde Türk Halkının kaderine hâkim bir millî irâdenin her türlü karışma ve karıştırmalardan korunmuş, sağlam bir şekilde ortaya çıkmasının ancak Anadolu’dan mümkün olduğu ve bu milli iradeye dayanarak bir millî şûrânın ortaya çıkması ve gücünü millî irâdeden alacak sorumlu bir hükûmetin varlığını istemek

Konularına değinilerek hem içsel hem de dışsal Kendi Geleceğini Belirleme Hakkına Değinmiştir.

Kongre heyetinin Saltanat merkezine çektiği telgraflarda resmi hükümete bağlılık vurgulanmış ancak milletin içeride bulunduğu durumda ve saltanatın baskı ve işgal altında bulunması nedeniyle milli mücadelenin millet iradesine dayalı bir heyet tarafından sürdürülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bölgenin işgaline neden olacak açıklama ve faaliyetlerden resmi hükümetin kaçınması gerektiği ve bu konuda milli iradeye uyulması gerektiği belirtilmiştir.

Milli mücadelenin en önemli adımı olan Erzurum kongresi kararlarına uluslararası ilişkiler ve Kendi Geleceğini Belirleme ilkesi kapsamında baktığımız zaman şunlar gözlemlenmektedir.

1. madde ile Trabzon ili ve Samsun sancağı ile Doğu Anadolu illerinin Osmanlı Devleti ile parçalanamaz bir bütün olduğu vurgulanmıştır. Bu madde ile ilk önce Osmanlı ülkesi bütün sınırları içerisinde bir bütündür, parçalanamaz. İkincisi ise Doğu illeri ve Karadeniz illeri bu bütünün bir parçasıdır ve hiçbir ad altında bölünmez. Etnik ve ulusal azınlık ayrımcılığa karşı bütün Müslümanların birlik olması dilsel azınlık yoluyla bölünmeye (Kürt Ayrılıkçılığa) gidilmemesi gerektiği vurgulanmıştır.

2. madde ile ülkenin bütünlüğüne, bağımsızlığına vurgu yapılarak Dışsal, Saltanat ve hilafet makamlarının korunması ifadesiyle içsel Kendi Geleceğini Belirleme Hakkına vurgu yapılırken bu hakkın kullanılması açısından resmi hükümetin aciz ve tehdit altında olduğu için halkın kendi iradesi ve bu iradenin emrinde olan kuvvetler aracılığıyla yerine getirileceği belirtilmiştir. Bu madde işgallere karşı silahlı direniş yapılacağı vurgusu vardır. Bununla başlatılacak milli mücadelenin meşruluk zemini hazırlanmıştır.

3. madde ile her türlü müdahale ile açık anlamıyla dış bir ülkeden gelecek silahlı faaliyet, örtülü olarak ta Osmanlı hükümetinden gelecek silahlı müdahaleye karşı konulacağı belirtilmiştir. Bu madde ile dini, etnik ve ulusal azınlıklara yönelik reform, muhtariyet ve himaye gibi hiçbir imtiyaza izin verilmeyeceği belirtilmiştir.

4. madde ile resmi hükümetin söz konusu bölgeye ilişkin bir ayrılık kararı alınsa dahi bölge halkı olarak bunun kabul edilmeyeceği, bölge halkının Osmanlı devletine bağlı kalacağı ve ayrılığa karşı hukuki ve askeri direniş sergileneceği ifade edilmiştir.

5. madde ile etnik ve ulusal azınlık kabul edilmemiş, dinsel azınlık tanımı yapılarak bu azınlık gruplarının dini, örfi ve kanuni açıdan koruma altında oldukları ve her hangi bir reform ve imtiyaza gerek olmadığı vurgulanmıştır.

6. Madde ile Uti Possidetis Juris (savaş sonrasında taraflar arasındaki şartlar aynen korunur) ilkesinden bahsedilerek bu ilkenin Doğu Anadolu Bölgesinde işgal altında bulunan bölgede lehimize kullanılması istenilmiştir. Bu bölgede üstünlük tanımlanmasını ekonomik ve kültürel açıdan yapılmış ve bu bölgedeki halk ile din, soy ve akrabalık bağlarına vurgu yapılmıştır. Buradaki bölge halkının kendi geleceğini belirleme ilkesine göre hareket edilerek birlikteliğin sağlanması istenilmiştir. Burada ulusal azınlık tanımızın lehimize kullanılmasından daha çok buradaki insanların azınlık olmadıkları bölgenin asli hakimi olan toplum olduğu vurgulanmıştır. Bu madde ile belirtilen en önemli nokta bölünmez bütünlüktür. Bölge halkının birliğidir

7. madde ile çağdaşlık ve kalkınmaya vurgu yapılarak, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, egemenlik ve bağımsızlık ilkeleri ile devletlerin eşitliğin gözetilerek uluslararası toplumla ekonomik, sanayi ve fenni işbirliğine gidilebilecek adil ve onurlu bir barış yapılacağı belirtilmiştir

8.madde ile içsel olarak Halkların Kendi Geleceklerini Belirleme İlkesi açıkça vurgulanarak İstanbul hükümetinin milli iradeye uyması gerektiği, milli iradeye uymadığı ve dayanmadıkça verdiği kararların içte ve dışta bağlayıcılığı olmayacağı ifade edilmiştir. Resmi yönetimin milli meclisi toplamaması halinde egemenlik ve bağımsızlığını halkın kendi iradesine dayanarak kazanacağı ve koruyacağı belirtilerek gerekirse isyan yöntemine başvurulacağı belirtilmiştir.

9. madde ile milli birlik ve beraberlik sağlanarak milli hakları koruma, savunma, vatanı koruma ve her türlü reddi ilhak faaliyetlerinin tek bir çatı altında halk iradesinin emrine alınması kararlaştırılmış, böylece aynı amaca hizmet eden farklı cemiyetlerin tek bir çatı altında toplanması sağlanmıştır. Bütün Müslüman Osmanlı yurttaşlarını bölge ayrımı yapmaksızın cemiyetin üyesi olarak kabul edilerek Kendi Geleceğini Belirleme Hakkını kullanacak halkı dinsel olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama aynı zamanda şimdiye kadar Osmanlı Devletinin karşısına çıkarılan Dinsel azınlık tanımlamasına karşı bir cevaptır.

10. madde ile halkın kendi geleceğini belirleme ilkesinin bir meclis aracılığı ile yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Resmi Hükümete milli meclis oluşturulmaması halinde halkın kendi belirleyeceği yeni bir hükümet ile mücadelenin sürdürüleceği mesajı verilerek içsel kendi geleceğini belirleme ilkesine vurgu yapılmıştır.

SONUÇ

Sonuç olarak Erzurum kongresi ile başlatılan Milli mücadelede uluslararası topluma şu iki mesaj verilmiştir. İlki Türk Milleti devlet sahibidir. Bu millete azınlık olarak muamele edilemez, dolayısıyla manda ve himaye altına alınamaz. İkincisi ise siyasi ve egemenlik yeteneğine sahip iken uluslararası alanda dışlanamaz, toprakları işgal edilemez. Milli mücadele sürdürülürken bir taraftan yabancı ülke ordularına karşı savaş yöntemi kullanılmış, diğer taraftan bu mücadelesine engel olmayan çalışan Osmanlı Devletine karşı isyan edilerek inkılap yapılmış ve kendi geleceğini belirleme ilkesi ile çıkarılan azınlık isyanlarına karşı resmi hükümet olarak iç güvenlik hareketleri düzenlenmiştir. Bütün bunların hepsi kendi geleceğini belirleme ilkesi kapsamında halk egemenliğine dayanan millet meclisi adına yapılmıştır.

Milli mücadelemiz aslında iki aşamalı bir mücadeledir. İlk aşamasında ülkenin dış ülkelere ve bu ülkelerin işbirlikçilerine karşı yürütülen egemenlik ve bağımsızlık mücadelesidir ki bu en başından beri açıkça belli olan amaçtır. Diğeri ise halk egemenliğine dayalı yeni bir devletin kurulmasının mücadelesidir ki buda ilk amaç gerçekleştikten sonra kendini belli etmiştir. Erzurum kongresi bu iki amacın Hakların Kendi Geleceğini Belirlemesi İlkesi kapsamında sürdürülme yöntemini benimseyen bir kongre olarak Milli Mücadelenin Bağımsızlık Beyannamesi olarak tarihte yerini almıştır. Erzurum kongresi pratikte milli mücadeleye şu katkıları sağlamıştır.

Osmanlı Devletinin milliyetler isyanından beri karşılaşmış olduğu azınlık sorununu dinsel olarak tanımlayarak, çözüm yöntemini belirlemiş böylece Ermeni ve Rum iddialarına karşı tedbir alınmıştır

Milli Mücadelenin halk iradesinde sürdürülmesi ve saltanatın bu iradeye uyması gerektiği belirtilmiştir.

Milli Mücadelenin amacının ülke ve halk bütünlüğünü sağlamak olduğu kararlaştırılmıştır.

Milli Mücadele sonrası nihai amacının çağdaş ve kalkınmış diğer devletlerle eşit bir devletin varlığının sağlanması olduğu vurgulanmıştır.

Milli Mücadelenin milli hakları savunma, koruma, vatanı savunma ve reddi ilhakı kapsayacak şekilde tek bir çatı altında toplanarak yurt içinde birliğin sağlanarak yurt dışından gelen tehditlere karşı birlikte hareket edilmesi yöntemi benimsenmiştir.                                                                                Araştırma.Yazar:TUĞBA TÜRESİN

About The Author

Bir yanıt yazın