PANDEMİ VE ERZURUM ŞEHİR HASTANESİ

PANDEMİ VE ERZURUM ŞEHİR HASTANESİ

Rahmetli babamın sağlık konusunda güzel bir sözü vardı, “Hem  hasta, hem yalancı olunmaz. Kurallara uyan, aklı başında hasta olalım, biz şifa, doktor da tedavi sonucuyla mutlu olsun” derdi. Bizde aynı kurallarla hem kendimiz, hem de onlar adına huzurluyuz, mutluyuz.
Evet dostlar Erzurum Pandemi Şehir Hastanesinde on yedi gün süren tedavi sürecinde, biz hastanenin verdiği yemek ve su dışında, on ikinci günü doktorumuzun “Çay içebilirsiniz” izniyle günde iki öğün limonlu çay içmeye başladık. Yemeklerde ise verilen yemek dışında asla ek gıda yemedik, istemedik. Çünkü bize diyetisyenin kan değerlerimize ve tedaviye göre hazırladığı kahvaltı-yemek veriliyordu. Biz ise bu can pazarına şifa bulmaya gelmiştik. Tercih hakkı diye bir lüksümüz  yoktu.
Yemekler dışında bir de hastane, sağlık camiası vardı. Arkadaşımın “Sen doğru söylersin, hastane temiz mi, doktor ve personel nasıl davranıyor” diye tedirginlik hissettiren sorusunu duyunca şok oldum. Kusur aramak, karalamak ne kadar kolaydı, hata arayan kişi bence aynaya bakmalıydı. Tabi bir de vicdanlar ne yapacak nasıl müsterih olacaktı.
Erzurum Pandemi Şehir Hastanesinde “Hijyen- hizmet-hürmet.” adına ne ararsanız ganiydi, yeter ki insanlarımız kadir kıymet bilsin.
Hemşire-hemşır kadrosu tedavi saatlerinde, kapıyı çalarak tebessüm ve nezaketle odanıza, “Günaydın, tünaydın, iyi akşamlar veya hayırlı geceler” dileyerek vazifelerini yapmak üzere pozitif enerjilerini etrafa yayarak geliyorlardı. Doktorumuz ha keza, günde iki kez vizit saatinde tebessümle gelip motivasyonumuzu yükselttiği gibi mesai saati dışında hasta için  arandığında hemen gelip, sorunlu olan dışında diğerlerine de “Nasılsınız” diye hatır sorup öyle gidiyordu, hepsine minnettarız.
Bizim odamız, çift kişilik bir odaydı. Duvarda iki plazma tv, dolaplarda en küçük boy Arçelik buzdolabı, hastanın tüm malzelerini muhafaza edecek askılıklı dolaplar, iki yatağı birbirinden ayıran çok güzel ekru kalın saten paravan perdeler dışında sıklemen rengi, gerektiğinde tüm pencereyi kaplayan kalın fon ve güneşlikle aynı şıklıkta tül perdeler odaya ayrı bir zenginlik sağlamıştı. İki tane tek kişilik rahat koltuk yanında, açıldığında bir kişinin rahatça yatabileceği katlanır koltuk hasta ve olası refakatçisi için düşünülen önemli mefruşat ve mobilyelerdi. Tabiri caizse beş yıldızlı otel lüksü hastaya sunulmuş, manevi eksiği tamamlayan tül kılıf içerisinde bir Kuran’ı Kerim ve kalın yollu halı seccadeyle odanın tüm eksiği tamamlanmıştı. Gerek oda içindeki, gerek banyodaki lavabo, dolaplar, hastanın rahatı için düşünülen şık armatürlü duşlu banyo kabini mükemmel bir hizmet sunumuydu.
Bu hizmetlerin muhafazasına gelince! Biri hastayı, diğeri yönetimi ilgilendiren iki önemli kural vardı.
Bunlardan önce yönetimi ilgilendiren hususa değinirsek; günde en az dört defa eldivenli maskeli görevli geliyor, çöp kovalarını boşaltıp,  kağıt havlu, peçete eksiklerini kontrol ettikten sonra evlerimizde kullandığımız gibi temiz paspaslar  ve deterjanlı sularla odaları silerken, diğer bir personel her gün, banyo, klozet ve lavaboları deterjanlı sularla fırçalayıp,hasta için gerekli hijyeni sağlıyordu. Ayrıca her pazartesi günü sabahleyin yataklar değiştirilip, müsade ile odalar dipten köşeden deterjanlı sularla fırçalanıp, temiz paspaslanıp,  havalandırılarak hastaların sıhhat ve huzuru sağlanıyordu. Samimiyetle söylüyorum her yer mis gibi kokuyordu. Hasta taburcu olunca da beş kişi aynı anda odaya girip kapı, pencere, duvar, dolap, lavaboları, banyoyu temizleyip gelecek hasta için hazırlıyorlar. Elleri dert görmesin.
Gelelim kolay olan ancak bazı hastalar tarafından zorlaştırılan asıl konuya. Yani bu güzelliklerin ferdi muhafazasına! Millet olarak kolayı zorlaştırmak sanki de vazife. Odamızdaki küçük buzdolaplarının ne yazık ki kapak kısımda ki şeffaf mıka rafları kırılmıştı, insandır, olabilir ancak kişi kazaende olsa kırdığı rafı servisten alarak veya aldırarak yerine takabilir. Burası normal bir hastane değil pandemi, diğer bir tabirle “Can pazarı” hastanesi ve ne acıki iyileşip çıkarken odalardaki Kuran-ı Kerim’leri götürüyorlar. Hani maneviyatına güç yetmeyen, maddi azami yirmi lira için kendini harcayan kişi, oradan değilde herhangi bir kapıyı çalıp, Kuran-ı Kerim istese daha makbul, sevap olur, kamu malına, tüysüz yetim hakkına tenezzül etmemiş olur.
Hizmetli personel için “vazifeleri, temizlesin, toplasın, ben yaparım” gibi yanlış ilke ve düşünceler taşıyan kişiler arttıkça hizmet kalitesinin düşeceği, olumsuzluklar yığınının artışının zamanla çaresizliklere dönüşebileceğini düşünmek, duyarlı insanları ziyadesiyle üzeceği inancındayım. Dilerim insanlarımızda sağ duyu hakim olur ve bu güzel hastane her daim aynı güzellikte hizmet verir.
Saygılarımla. Ayşe Neslihan HATUNOĞLU

Bir yanıt yazın