ROMA, ERZURUM VE ROMANOS DİOGENES
Bu röportajımızda Roma tarihi üzerine çalışan ve çalışmalarını bir kitap haline getirmeye hazırlanan Cemal Nuralioğlu ile Roma, Erzurum, Malazgirt savaşı ve Romen Diyojen, üzerine konuşacağız.
Cemal Bey, dergimize hoş geldiniz diyerek sizinle sohbetimize başlamak istiyoruz. Konuya tam olarak geçmeden önce bize kendinizi tanıtır mısınız?
Efendim ilk önce hoş bulduk diyerek sizin şahsınızda Erzurum Sevdası Dergisi okurlarına saygılarımı sunarım. Beni yıllardır şahsi merakımla araştırdığım ve artık tamamen uzmanlaştığımı söyleyebildiğim bir alanda lütfedip derginize konuk ettiğiniz için ayrıca müteşekkir olduğumu size ve değerli dergi yöneticilerine ifade etmek isterim. Efendim ben 65 yaşındayım. Hayata gözlerimi o zaman Ankara’nın küçük bir kasabası olan Kırıkkale’de açtım. Sizinle olan tanışıklığımda üniversiteyi burada okuduğunuz yıllara dayanmaktadır. Tarih meraklısıyım. Ankara Üniversitesinde Tarih eğitimimi tamamladıktan sonra memleketiniz Erzurum’da öğretmenlik yaptım. Daha sonra İstanbul Üniversitesinde Roma tarihi üzerine master yani şimdiki deyişle yüksek lisans ve daha sonra doktora yaptım Üç kız babası ve iki erkek torun sahibi bir büyükbabayım.
Hocam isterseniz ilkönce Roma İmparatorluğu hakkında kısa bir bilgi vererek röportaj konumuza bir giriş yapalım
Takdir edersiniz ki dünyanın en uzun ömürlü ve en geniş sınırlarına sahip imparatorluklarından biri olan Roma’yı öyle kısaca özetlemek mümkün değil Roma imparatorluğu kurulmuş olduğu şehrin adını alan bir imparatorluktur. Bu şehir herkesin bildiği gibi İtalya’nın başkenti olan Roma şehridir. Yani tarihin görmüş olduğu en ihtişamlı imparatorluğu aslında bir şehir devleti olarak ortaya çıkmıştır. Roma şehrinin kuruluşunu belgeleyen arkeolojik kazılara ve tarihi öykülere göre göre M.Ö 8. Yüzyılda erken demir çağı denilen dönemde şehrin kurulduğu anlaşılmaktadır. Efsanelere dayanan tarihi yorumlara baktığımız zaman Roma imparatorluğunun çekirdeğini oluşturan Roma şehrinin kuruluşu Troia yani Çanakkale ilimizin Truva ilçesine dayanmaktadır. Efsaneye göre Roma’yı kuran Helenlerin yağmasından kaçan Truvalı Aeneas yani bir Anadolu çocuğu. Romanın en eski etnik kökeni Etrüks ve Latin halklarından oluşmaktadır. Değişik yönetim biçimleri ile yönetilmiştir. Krallık, cumhuriyet ve İmparatorluk olmak üzere üç farklı yönetim dönemine ayrılmaktadır. En geniş sınırlarına ulaştığında Avrupa, Kuzey Afrika, Anadolu’ya hükmetmiştir. Çok dinli anlayışa sahip olan Roma 379 yılında İmparator I. Theodosius tarafından Hristiyanlık dinini resmi din haline getirmiştir. Roma imparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmıştır. 1453 Yılında İstanbul’un Türklerce alınması ile sona ermiştir. Roma’nın en güçlü imparatoru Augustus döneminde Roma aslında doğal sınırlarına ulaşmıştır. Adriyatik denizi, Kuzey Afrika çölleri, Doğu Akdeniz’in en uç noktası, aşılması zor dağlar, Ren ve Tuna nehirleri ve Anadolu’da Fırat nehri bu doğal sınırları belirleyen coğrafik unsurlar iken İran Merkezli imparatorluklar ve diğer askeri ittifaklar ise siyasi unsurlardır.
Cemal hocam, Roma açısından Erzurum’un konumunu okurlarımız için değerlendirirseniz sevinirim.
Tabi ki severek ve büyük mutlulukla cevaplamaya çalışırım. Bu sorunuza cevap vermeden önce üç önemli noktaya dikkat çekmek isterim.
İlki Erzurum’a ilişkin önemli bir stratejik anekdot. Roma öncesinde, Roma esnasında ve Roma sonrasında yani tarihin her döneminde evrensel güç olma iddiasında olan, Anadolu, İran ve Kafkasya merkezli her devlet ya da imparatorluk Erzurum üzerinde ve çevresinde savaşmışlardır. Batıdan doğuya doğru ilerleyen güçler burayı Doğudan Batıya doğru ilerlemek isteyen güçlere karşı bir savunma hattı olarak görmüşlerdir. Yani doğal bir kale özelliğine sahip bir coğrafyadan bahsediyoruz.
İkinci anekdot. Roma imparatorluğu aslında merkezi bir askeri imparatorluk ve kent merkezli bir medeniyetidir. Yaptıkları eserler pratikte şehirlere hizmet etmektedir ve inşa ettikleri şehirlerde askeri esasları temel alır. Bu konuda gerçekten çok iyiler. İnşa ettikleri şehirleri, geniş ovalar ve yol kavşakları dikkate alarak yerlerini seçmişlerdir. Erzurum Karadeniz kıyılarını güneye, güneydoğuya; Anadolu’yu da İpek Yolu vasıtasıyla Orta Asya ve Uzak Doğu’ya bağlayan güzergâh üzerinde bulunan sulak ve akarsuların bol olduğu bereketli bir ova üzerinde kurulmuştur. Bu özellikleri ile Erzurum Roma şehir coğrafyası kriterlerini taşıyan bir konuma sahiptir
Romalılar aslında Erzurum’u M.Ö 1. Yüz Yılda ele geçirmişler ancak Ermeni ve Sasani saldırıları ile bir türlü hakimiyet kuramamışlardır. Hatırlarsanız Romanın doğal sınırlarına Augustus döneminde ulaştığını söylemiştik. Augustus haleflerine bundan sonra büyük toprak kazanımlarına girilmemesi ancak sınırların korunması için gerekli toprakların alınmasını söylemiştir. Bu önemli bir siyasi ve askeri stratejik ilkedir. Bu ilkeye uyan Romalılar Erzurum ve çevresini aslında stratejik bir savunma bölgesi olarak görmüşlerdir. Bundan dolayı olsa gerek Erzurum ve çevresinde yoğun iskan faaliyetlerinde bulunmamışlar ancak kolayda vazgeçmek istememişlerdir. Roma İmparatorluğunun doğal sınırları Fırat Nehrinin Batısında kaldığından dolayı Erzurum ve çevresi Roma için ana yurttan çok daha öteye bir anavatanın savunulacağı ileri bir savunma noktasıdır. Yani ileri karakoldur. Bundan dolayı Erzurum ve çevresi Roma için o kadar önemsenen bir şehir merkezi olmamıştır. Buna ilişkin şunları size delil olarak sunabilirim. Kop geçidinin Kuzey kısımlarında düzenli yerleşim alanları kurulmuşken Erzurum ve çevresinin yer aldığı güney yönünde herhangi bir yerleşim izine rastlanılmamıştır. Yüzey araştırmalarında Roma kültürüne ilişkin düzenli pek bir ize rastlanılmamıştır. Burada belki arkeolojik kazıların yetersizliğinden iz bulunamamıştır diye bilirsiniz. Ama Roma tarihçileri de Erzurum üzerine fazla bir bilgi vermemektedirler. Bunu Malazgirt savaşındaki Roma tarihçilerin anlatımında da görebilirsiniz. Selçukluların bu bölgedeki akınları ve faaliyetleri önemsenmez iken Malazgirt savaşından sonra özellikle Fırat’ın batı yakasına ilişkin akınları uzun uzadıya anlatılır. Ermeni tarihçiler Erzurum, Kars tarafındaki akınları uzun uzadıya anlatırken, Fırat nehrinin batısındaki akınları pek dinlendirmezler. Neden? Çünkü her iki tarafın önemsediği coğrafik alanlar yani sınırlar farklıdır. Yani Erzurum bir Roma şehri değil, kalesidir. Roma ana yurdunu İran akınlarına karşı bu kaleden korumuştur. Bu şehir hiçbir zaman bir Roma şehri olmadı. Yani Erzurum bir Rum bölgesi değildir
Cemal Hocam Roma döneminde Erzurum’un kuruluşu ve gelişimi nasıl olmuştur?
Erzurum Roma öncesinde de bölgede yerleşim faaliyetlerinin gözüktüğü ve siyasi mücadelelerin sergilendiği bir alan. Romalıların Erzurum ile ilgilenmeleri veya Erzurum’a gelmeleri aslında Parth savaşları ile olmuştur. Path’lar İran coğrafyasının Med’ler ve Ahameniş’lerden sonra yerel İran kavimlerince kurulan büyük bir imparatorluktur. Roma İmparatoru Nero döneminde yani M.S 54 yılında başlayan bu mücadele Parh’ların yenilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu mücadele esnasında Erzurum ve çevresinin önemi anlaşılmış ve Romalılar buraya daimi bir askeri birlik bulundurulma kararı alınarak İmparator Septemus Severus tarafınca Roma sınırları içine katılmıştır. Bugünkü Erzurum’un 15 km batısında olan ve kaplıcaları ile meşhur olan Elegeia isimli bir şehirden bahsedilmektedir. Yani Roma’nın o dönemde kontrol altına aldığı şehir muhtemelen bugün ılıca olarak bilinen lokasyondur. Parth savaşlarının bitimi ile bu şehrin önemi gittikçe azalmıştır. Bugünkü Erzurum’un kurulması ise Doğu Roma dönemine denk gelmektedir. Yine İran merkezli bir başka İmparatorluk olan Sasani saldırılarının başlaması ile Erzurum ve çevresi tekrar önem kazanır. Bu saldırıları önlemek amacıyla İmparator II. Theodosius tarafından bölgede bir garnizon kurulması için görevlendirilen ve günümüzün Orgeneral rütbesine denk bir pozisyonda olan Romanın şark orduları komutanı Anatolius tarafından bugünkü iç kalenin olduğu alanda muhtemelen tek sur şeklinde M.S 415-420 yılları arasında kurulmuş ve Theodosiopolis olarak adlandırılmıştır. Bu şehir Sasani saldırılarını ilk karşılayan kale olarak defalarca saldırıya uğramış yıkılmış ve tahrip olmuştur. İran üzerinden gelen saldırıların ilk kırıldığı bu şehir Roma İmparatoru Anastasius tarafınca kapsamlı bir onarımdan geçirilmiş ve ve iç kaleyi kuşatan ikinci bir sur daha yaptırmış ve şehrin adını kendi adına izafeten Anastasiopolis olarak değiştirmiştir. Ancak halk bu ismi benimsememiş ve Theodosiopolis ismini kullanmaya devam etmiştir. Şehrin Roma döneminde en ihtişamlı zamanını II. Justinianus döneminde yaşamıştır. Bu dönemde şehre ihtişamlı bir kilise (Ana tanrı) yapılmış ve yakınındaki bir manastır(kırk şehit) tamir edilmiştir. Şehrin etrafında savunma hendekleri açılmış kale surları güçlendirilmiştir. Sasani saldırılarının yerini onları tarihe karıştıran Arap İslam ordularının saldırıları almıştır. Bundan sonra Erzurum Romalılar için Arap İslam ordularının saldırısına karşı bir savunma noktası olmuştur. İlk kez 638 yılında Arapların kontrolü altına giren Erzurum 949 yılına kadar Romalılar ile Araplar arasında el değiştirmiştir. Bu dönemde Araplar için burası Roma ülkesine dönük akınların üssü Romalılar için ise anayurdun korunması için muhakkak elde tutulması gereken bir garnizon şehridir. Erzurum 949 yılında VII. Konstantin döneminde Araplardan Romalıların eline geçmiştir. Malazgirt savaşından sonrada Türklerin eline geçmiştir. 1071 yılında yapılan savaştan takriben 9 yıl sonra 1080 yılında Selçuklu komutanlarından Saltuk Bey tarafınca teslim alınıyor.
Cemal Hocam Anadolu’ya karşı Selçuklu akınlarının Roma’da değerlendirilmesi nasıl olmuştur?
Bu konuda Roma tarihçilerinin fazla bir bilgi verdiğini söylemek mümkün değil. Neden diyecek olursanız daha önceden dediğimiz gibi Romalılar için Fırat’ın batısı önemli. Bu konuda en fazla bilgiyi Ermeni tarihçilerden alıyoruz. Özellikle Ermeniler için önemli olan ve alınamaz denilen Ani şehrinin feth edilmesi Ermeniler için çok yıkıcı olmuştur. Tabi Selçuklu akınlarını aslında iki döneme ayırarak bu soruya cevap vermemiz gerekiyor. İlk dönem yani Dandanakan Savaşı’ndan önce şunu söylememiz mümkün. Romalı komutanlar karşısındakileri düzensiz, çapulcu ve yeni bir barbar akımı başlatan ama aynı zamanda daha önceki düşmanları olan Araplar gibi cihat arzusu olan bir kuvvet olarak düşünüyorlar ve çok büyük bir hata yaptıklarını ikinci dönemde yani Dandanakan savaşını kazanarak Selçukluların bir devlet olarak karşılarına çıktığı dönem. Bu dönemde artık Gazneli baskısından kurtulmuş ve bütün gücüyle Anadolu ve Suriye taraflarına yüklenen bir Selçuklu akını var. Burada artık vur kaç taktiği yerine meydan savaşları yapan kaleleri ve şehirleri fetheden bir ordu var. Romalılar şunun farkına biraz geç varıyorlar karşılarındaki aslında belirli bir strateji oluşturmuş ve adım adım belirlediği stratejiyi uygulamak için harekete geçen ve diğerleri gibi kendilerine hükmedecekleri bir yer değil gerçekten yaşam alanı için Roma topraklarına Anadolu’ya ihtiyaç duyan burayı kendine yurt edinmek isteyen bir güç var. İşte Romanın karşı karşıya kaldığı yeni tehdit bu.
Roma bu tehlikeye karşı ne tür tedbirler alıyor?
Askeri ve siyasi olmak üzere iki tür tedbir alıyor. Askeri tedbirler kaleleri güçlendirmek, garnizonlarda asker sayısını artırmak. Siyasi olarak ise Gürcü krallığını destekleyerek, Ermenileri ise sindirerek Roma birliğinin içine almak. II. Basileios’un döneminde doğu sınırını güvence altına alma ve Müslüman memleketlerini ele geçirme siyasetinin bazı tavizler vererek yeniden düzenlemesi diyebiliriz.
Ama bu tedbirler işe yaramıyor?
Şimdi askeri açıdan bakalım. Roma ordusu eski gücüne sahip değil. Nitelikli işinin gerçekten ehli olan komutan sayısı az. Roma ordusunun taktiği şimdiye kadar savaştığı devletler gibi düzenli piyadelerden oluşan ve süvariler tarafından desteklenen askeri birliklere sahipler ve şehirleri, kaleleri zapt etmeyi amaç edinen ve meydan savaşları ile göğüs göğüse savaşarak karşıdaki orduyu yenmeye çalışan savaş taktikleri var. Ama şimdi, piyadesi olmayan tamamen süvari birliklerinden oluşan düşmanı uzaktan vuran, kale ve şehirleri fethetmekten ziyade bunların arasındaki arazilerde at koşturan ve yağmalayıp, ganimet elde etme peşinde olan ve burada yerleşik olan nüfusu göçe zorlayan bir askeri anlayışa sahip düşman var. Roma ordusunun aslında Elli bin ile yetmiş bin arasında olduğu tahmin edilen bir süvari alayı vardı. Ancak bu süvari alayı dağıtılmış bundan dolayı Türk süvarilerine karşı çaresiz ve yetersiz bir duruma düşülmüştü. Siyasi açıdan Gürcü Krallığını desteklemek ise bir başka yanlış. Çünkü Roma askeri kaynaklarının bölünmesine ve askeri hareketlilikte gereken karar alma hızının düşmesine yol açmıştır. Ermenileri sindirme ve çabaları ise bölge nüfusunun azalmasına ve yerinde asker temini etme zorluklarına neden olmuştur. Dediğimiz gibi zaten Selçuklu akımlarının hedeflerinden bir tanesi bölgedeki halkı göç etmeye zorlayarak nüfus çoğunluğunu ele geçirmekti. Ani başta olmak üzere Kuzey ve Doğu sınırlarında Ermeni ve Gürcü askerleri yerine doğrudan ücretli Roma askerleri yerleştirilmişti. Buda bölge halkında huzursuzluğa neden vermişti.
Selçuklu akınlarında Erzurum ve çevresinin durumu nasıl? Neler yaşanıyor?
Röportajımızın başında belirttiğimiz gibi Erzurum bir yol kavşağı ve bereketli bir ova üzerine kurulmuş bir şehir. Erzurum bulunmuş olduğu ova birçok tepenin bulunduğu ve her bir tepede neredeyse bir kale veya yerleşim yeri ver. Şu anda Pasinler diye bilinen, Hasankale önemli bir kale Roma döneminde burası Kapatru olarak isimlendiriliyor. Arzen yada Erzen olarak bilinen zengin ve gelişmiş ancak surları olmayan bir şehir ve Pulur kalesi var. Tabi birde Erzurum kalesi var. Erzurum ve çevresi Romalıların ilgisiyle büyümemiş tamamen stratejik konumu nedeniyle gelişmiş. Burada hükümdarlık kavgasında bulunan medeniyetlerin savaş dönemlerinde gelip yerleşen İran, Arap, Kıpçak Türkleri ve yerel halkların burada ticaretle uğraşmaları, kürk, halı, ipek, çeşitli baharatlar vb. ürünlerin burada alınıp satılarak, takas edilerek Roma içlerine götürülmeden son hazırlıkların yapıldığı bir bölge. Özelliklede Arzen, yada Erzen denilen şehir böyle bir şehir. Zengin bir şehir. Bazı kaynaklar nüfusunu dört yüz bin olarak belirtiyorlar. Pasinlerin ötesinde Kars ve önünde iyice doğusunda ani şehri var. Kuzeyde son dönemlerde oynayan Uyanış isimli dizide Melikşah tarafınca alınmış gibi gösterilen ama aslında Alparslan tarafınca alınan Erzurum’un kuzey ilçelerinden Olur’un Kuzeyinde kalan ve Türk ilerleyişinde önemli engellerden biri olan ve o dönemlerde Gürcülerin elinde olan Kuvel kalesi var. Erzurum’un Güneyinde ise önemli bir Roma garnizon şehri olan Ahlat ve Malazgirt kaleleri var. İran ve Arap tehlikelerinin en çok geldiği güney yönü üzerindeki geçitlerde birbirinden sağlam ve birbirlerine destek olan birçok kale var ve ayrıca güney yönünden gelen saldırılara karşı Roma donanması ile Akdeniz üzerinden taşınan birliklerin saldırganları arkadan kuşatmaları sağlanıyor. Ama Kuzey ve Doğu yönünden gelen saldırılar için bu imkân yok. Yani özetlersek güçlü bir kale olan Erzurum güney yönünden gelen saldırılara karşı daha korunaklı iken, doğu ve kuzeyden gelen saldırılara karşı fazla korunaklı değil. Tabi Erzurum yüksek surlara ve geniş savunma hendeğine sahip alınması zor olan bir Garnizon şehrinden öteye bir kale şehir olmuş durumda. Malazgirt savaşı öncesinde Arzen yada Erzen şehri Türk akınları ile yağmalanıyor ve buranın sağ kalan halkı Erzurum’a ve Pulur kalesine sığınıyor. Tarih kitaplarımızda Hasankale (Pasinler) savaşı denilen savaşta Kapatru önlerinde bir Roma – Gürcü birleşik ordusu yenilgiye uğratılıyor. Alparslan akınların karşısında önemli bir engel olan Kuvel kalesini alıyor. Ani gibi profesyonel ücretli askerlerce korunan şehir ve hemen peşine bir başka önemli şehir kale olan Kars alınıp yağmalanıyor. Güneydeki en önemli kalelerden biri olan Malazgirt ve Ahlat Türklerin eline geçiyor. Alınması çok güç olan yüksek duvarlı Pulur kalesi iplerle duvara tırmanan Türk Alplerince inanılmaz bir şekilde alınıyor. Yani Erzurum her yönden kuşatılıyor. Türk akıncıları Sivas’a kadar her yerde kendilerini gösteriyorlar.
Malazgirt Savaşında Erzurum’un rolü nedir?
Malazgirt Savaşından önce Erzurum Romanın o dönemde bölgedeki en önemli kalesi, garnizonu ve şehri olarak Selçuklu Ordusunun karşısında duruyor. İki yüz bin nüfuslu yirmi altı bin askerin koruduğu, yüksek duvarlı ve sağlam savunma hendeğine sahip olan bir Roma şehridir. Romanos Diogenes Malazgirt Savaşına girmeden önde en son hazırlıklarını Erzurum’da yapmıştır. Malazgirt Savaşında iki garnizon şehri önem arz etmiştir. Romalılar için Erzurum, Selçuklular için ise Ahlat. Zaten Romanos ordusunun bir kısmını Ahlat kalesini almak için gönderiyor ve buradaki 800 kişilik Türk akıncıları tarafınca gönderdiği bu birlik yok ediliyor
Yani Hocam burada okurlarımız için Romanos Diogenes(Romen Diyojen) Erzurum’un gördüğü son Roma İmparatorudur şeklinde bir bilgi verebilir miyiz?
Muhtemelen aynı zamanda ilk ve tek Roma imparatoru diyebiliriz. Çünkü roma imparatorlarının bu bölgeye geldiğine dair elimizde bir bilgi ve belge yok. Evet büyük komutanları gelmiş ancak Romanos Diogenes haricinde bir Roma imparatoru gelmemiş.Romanos Diogenes 1071 yılının Mart ayında İstanbul’dan yola çıkıyor. Sakarya, Ankara, Kayseri üzerinden Sivas’a geliyor burada komutanları ile bir durum değerlendirmesi yapıyor ve bazı Ermeni komutanları ve önde gelen Ermeni asilzadelerinin de içinde bulunduğu bir gurup Ermeni’yi gelen şikayetlerden dolayı cezalandırıyor. Günde ortalama 35 Km hızla ilerleyen Roma ordusu Haziran ayında Erzurum’a giriyor. Tabi burada ihtişamlı bir ordunun yine o günün koşullarına göre ihtişamlı olan bir şehre girişini hayal edin. Yaklaşık 200.000 kişilik bir ordu. Binlerce süvari yüzlerce yük arabası, biri devasa büyüklükte olan onlarca mancınıkla donatılmış, zırhları ve kalkanları güneş ışıkları ile parıl parıl parlayan meşhur Roma askerleri 200.000 nüfuslu 800 kilisesi olan bir şehrin etrafında kamp kuruyor ve karargah birlikleri şehrin iç kalesine doğru törenle giriyor. Bu ordu Selçuklu korkusu ile yaşayan halka büyük bir umut, coşku ve rahatlama duygusu yaşatıyor. İçinde yağmalanan Arzen yada Erzen şehrinin insanlarının olduğu kesimde ise bir intikam alma hırsı ile bu ordunun nasıl karşılandığını tahmin edin. Tabi birde bu ordunun zafer kazanmak üzere şehirden uğurlanışını hayal edin. Aslına bakarsanız Romalı komutanlara kalsa Selçuklu ordusu ile Sivas önlerinde savaşılacak ve en fazla Erzurum önlerine kadar ilerlenecekti. Ancak Diogenes başta Selçuklu ülkesi olan Azerbaycan olmak üzere İslam ülkelerini fethetmek isteği ile hareket edince işler bozuluyor.
Romanos Diogenes kimdir nasıl bir hükümdardır?
Diogenes aslında bir darbecidir. Anadolu çocuğudur, Kapadokyalıdır. Babasının ismi Konstantinos’tur. O dönem imparatorlukta etkili olan güçlü bir sülalenin mensubu tahmin edeceğiniz gibi ailenin soy ismi Diogenes. Romanos Diogenes başarılı bir asker. Balkanlar’da Roma’ya karşı saldıran başta Peçenekler ve Macarlara karşı oldukça başarılı savaşlar yapmış. X. Konstantinos Dukas öldükten sonra müştereken tahtta oturan oğullarını alaşağı etmek için kurulan ve başarısızlıkla sonuçlanan bir komploya ortak olmuş ve idam edilmek üzere zindana atılan, ordu içerisinde üst düzeyde görev yapan vali yetkisine sahip bir Roma subayı, komutanıydı, hırslıydı, kendine güveniyordu, orduda taraftarları fazlaydı. Balkanlardaki Peçenek, Macar, Kuman ve Uz saldırılarına karşı başarılıydı ve Romanın eski ihtişamına kavuşması onun en büyük hayaliydi. Bu başarılı ve hırslı komutanı idamı beklediği zindandan kurtulmasını Sağlayan ölen Roma İmparatorunun dul eşi ve tahtta oturan yetim imparatorların annesi olan Eudokia olmuştur. Çocukları küçük olduğundan tahtta oturmaları için imparator naibi görevini yürüten kırklı yaşlarda olan bu güzel kadın, hem oğlunun hem de ülkesinin çıkarlarını ve karşılaştıkları tehlikeleri bertaraf edebilmesi için birazda ordu içerisinde kendisine gelen baskılara uyarak bu asi komutanla evlenerek onu idamı beklediği zindandan kurtardı. 1 Ocak 1068 yılında yapılan düğünden sonra IV. Romanos adıyla Eudoka’nın oğlu VII Mikhail ile birlikte taht ortağı olarak tahta çıktı. Her ne kadar başarılı bir komutan olsa da iyi bir koca olduğunu söylemek biraz zor. Kendisine imparatorluk yolunu açan Eudoka’ya pek iyi davranmadığına dair rivayetler var. Tahta çıktıktan sonra Roma’nın ihtişamlı günlerinin imparatorun ordunun başına geçerek sefere çıkma geleneğini canlandırmıştır. Özellikle Doğu’dan gelen Selçuklu tehlikesinin önlenmesi beklendiği için bu konuya ağırlık vermiş 1068, 1069 yıllarında kısmen başarılı sayılacak seferler düzenlemiştir. Bu seferler sayesinde kendisine olan güveni artmış ve 1071 yılında Malazgirt seferine çıkmış ve burada yenilmiş ve Alparslan’ın esiri olmuştur. Bu mağlubiyet onun en büyük muhalifi olan Ducas ailesine beklediği fırsatı vermiştir. Her ne kadar Mağlubiyetten sonra ordusunun geri kalan kısmıyla muhaliflerine karşı savaşa girmiş olsa da yenilmiş ve sığınmış olduğu Adana kalesinde esir edilerek bir katır veya eşeğe bindirilerek Kütahya kalesine götürülmüş ve burada gözlerine mil çekilerek kör edilmiştir. Daha sonra kesiş elbisesi giydirilerek kendisine imparatorluk yolu açan Eudoka’nın oğlu ve kayınbiraderi tarafınca zorla sürgün edilerek rahibe olmaya zorlandığı Kınalı ada manastırına götürülmüştür. Burada kör edilmesinden dolayı kaynaklanan yaralarının mikrop kapmasıyla ölmüştür.
Cemal Hocam gerçekten çok bilinen veya bilindiği sanılan bir konu Malazgirt Savaşı bu olay hep Türk gözüyle bakılıp anlatıldı. Bir Roma tarihçisi olarak siz Malazgirt savaşını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi bu konuda herkesin bildiği temel noktalar var. Ben Roma bu savaşa neden girdi ve neden kaybetti noktasında bakacağım. Roma bu savaşa girdi, girmek zorunda olduğu bir savaştı çünkü Roma’nın ana toprakları tehdit altındaydı. Bu toprakların tehdit altına girmesinde Roma içerisinde yaşanan siyasi çekişmeler, ordunun eskisi kadar güçlü olmaması, ağır süvari ve piyadelerden oluşan hantal yapısından kurtulamaması, imparatorluk ordusundan daha çok ücretli askerlere dayanması, Anadolu içerisinde yaşayan yerel halkla yıldızını bir türlü barışmaması etkili olmuştur. Şimdi bir düşünün önemli bir sefere çıkıyorsunuz, çıktığınız bu seferde bir taraftan Diogenes ile Ducas ailesi arasında gizli bir taht mücadelesi var. Sefere çıkmış olduğunuz orduda güvenebileceğiniz nitelikli komutan sayısı az, 200.000 kişilik ordunun sadece 70.000 tanesi imparatorluk kuvveti ve olduğu gibi ağır zırhlarla donatılmış haldeler. Savaşa gitmiş olduğunuz bölgenin demografisi içerisinde önemli bir yer tutan Ermeniler ile mezhepsel mücadeleniz var ve hemen savaş öncesinde Sivas’ta bu insanlara karşı akıl almaz bir tavır içerisine giriyorsunuz. Ücretli askerlerin önemli bir kısmı savaşacağınız düşmanlarla soydaşlar. Az sayıda nitelikli komutanların görüşlerini dikkate almıyorsunuz. Roma’nın Fırat’ın doğusuna geçmeyin stratejisinden vazgeçip Müslüman coğrafyasına göz dikiyorsunuz. Çok önemli stratejik hatalar yapıyorsunuz. Aklı başında bir kumandan ilk önce Selçukluların Fatımi seferinde yıpranmasını bekler, bu arada ordusunu düşmanına göre yeniden yapılandırırdı. Çünkü Alparslan ve peşine gelen Melikşah için Anadolu Fatımi ve Batıni tehlikesinden sonra gelen bir meseleydi. Düşünün Erzurum Malazgirt zaferinden yaklaşık 9 yıl sonra Türk egemenliğine geçiyor. Bence Diogenes çok aceleci ve kibirli davrandı. Siyasi sıkıntıları çözebilseydi, Malazgirt savaşından sonra ordusunu toparlar ve bir kez daha Selçukluların karşısına çıkabilirdi. Çünkü öyle sanıldığı gibi Malazgirt savaşında Roma ordusu tümüyle yok edilmemişti. Ordunun ancak yüzde onluk kısmı ölmüştür. Yaralı ve esirleri sayarsanız ordunun zayiatı yüzde yirmi beş kadardır.
Cemal Hocam, son olarak röportajımız boyunca hep Roma ifadesini kullandınız. Neden diğer tarihçiler gibi Bizans değil de Roma ifadesini kullandınız bunu açıklayabilir misiniz?
Malazgirt savaşı ve ondan önceki dönemde ve ondan çok daha sonralarına kadar Bizans diye bir tabir kullanılmamıştır. Roma, İran, Türk, Arap, Ermeni, Gürcü, Çin, Vatikan yani o döneme ilişkin hiçbir kaynakta böyle bir ifade yoktur. Doğu Romalılar bile kendilerini Roma İmparatorluğunun devamı olarak saymışlardır. İstanbul fethettiğinde Padişah II. Mehmet bile kendini Roma kayzeri olarak tanımlamıştır. Yani Türkler Malazgirt savaşında Romalıları yendiler ve en sonunda İstanbul’u Romalılardan alarak Roma imparatorluğunu tüm unsurları ile birlikte tarihe gömdüler.
RÖPORTAJ: ÖMER YAŞAR ÖZGÖDEK