Benim Zamanımda Erzurum

Benim Zamanımda Erzurum

 

Benim Zamanımda Erzurum

Erzurum’da ihmal edilen çalışmalardan biride şehir belleğinin yaşayan canlı tanıklarının anılarının dinlenerek geçmiş ile bugünün bir mukayesesinin yapılarak geleceğe aktarılmamasıdır. Bizde bir nebze bu eksikliği gidermek amacıyla dergimizde belli aralıklarla da olsa şehrin örfünden, ananelerinden haberdar olan özellikle Dadaşlık kültürünü özümsemiş, yaşayan-yaşatan, şehir belleğini hafızasında tutan büyüklerimizi konuk etmeye ve onların ağzından hatırladıklarını sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Bu yönde ilk konuğumuz Erzurum’un büyük ve köklü ailelerin- den, Erzurum’u, Erzurum kültürünü iyi bilen ve yaşayan- yaşatan değerli büyüğümüz Ekrem HANCIĞAZ. Kendileriyle hoş bir sohbet imkânı bulduk, işte bu sohbetten aldığımız notlar.

“Ailemiz Erzurum’da bilinen büyük, köklü ailelerindendir. Ahıska kökenlidir. Oradan göç edip gelmiş dedelerimiz. Ama babam, dedem, dedemin dedesi buralı, burada dün- yaya gelmiş, burada yaşamışlardır. Aile olarak hayvan ticaretiyle uğraşılmıştır.

Geçmişte Erzurum derken benim aklıma kanaatkâr insanlar gelirdi. Birbirlerine karşı saygıları vardı. Dadaş diye birbirlerine hitap ederlerdi yani ağabey derlerdi. O zaman yokluk zamanları insanların elinde fazla bir şey yok buldukları ile idare ederler, birbirlerine destek olur yardım ederlerdi. Kışın en önemli yiyecek turşu idi her evde muhakkak turşu vurulurdu. Öyle dışardan alınmazdı. Köylünün şehirlinin beklediği yedi haftalar vardı. Bu dönemde köylü malını getirirdi. Arpası, tahılı, ineği, malı bu dönemde gelirdi eylül ile ekim ayları arasında bu dönemde iyi bir canlılık yaşanırdı.

Çocukluk dönemimde bizlerin en büyük eğlencesi âşık oynamaktı. Çocukların öyle ellerinde şimdiki gibi oyuncaklar yoktu. Kendi yaptıkları ile oynarlardı. Öğretmene, büyüğe, anaya babaya saygı vardı. Bak benim dışarda kimse sigara içtiğimi görmez, çünkü dışarda sürekli bir büyükle, tanıdıkla karşılaşırdım. Mecburen sigarayı ağzımdan atardım, baktım böyle olmayacak dışarıda sigara içmeyi bıraktım. İnsanlar Menderes döneminde para kazanmaya başladılar. O zaman bir bolluk vardı. Elektrikle, suyla tanıştılar. Kadınların hayatı zordu. Bir taraftan çocuk, öteki taraftan ev işleri, martız çıktığında çok büyük kolaylık diyorlardı. Şimdi düşün ocak var fırın var.

Eski evler ya topraktan yapılmıştı yâda taştan. Taş- tan yapılan evler genelde iki katlı olurdu.

Konaklar, iki katlıydı. Daha sonra göçler yaşanmaya başladı. İnsanlar evlerini, konaklarını boşaltıp İstanbul’a batıya göçmeye başladı. Burada kalanlar apartmanlara, yeni yapılan mahallelere taşındılar. Konaklar evler yıkıldı. Şimdi yıkanlarda haklı, evlerde tuvalet yok, dışarda, kış aylarında donuyor, banyo yapmak, yıkanmak zor, sular donuyor. Herkes rahat etmek ister. Bundan dolayı eski evlerini terk ettiler. Terk edilen evler sahiplerince apartman yapılmak için yıkıldı, yeni evler, rahat edebilecekleri evler yaptılar. Yaptırmayanlarda, tinercilerin, berduşların yüzünden, komşuları zarar görmesin diye yıktırdılar. Yani bizde konağımızı o yüzden yıktık, tinerciler mesken edinmişlerdi.

Eskiden her evde bir ahır vardı. At ve inek beslenirdi. Atların üşümemesi için

muhakkak her ahırda birkaç tane inek olurdu. Erzurum’da sadece evler yıkılmadı tarihi eserlerde yıkılmıştır. Mesele Lalapaşa caminin oradaki bir medrese vardı. Harabe duruyordu. Necati Güllülü döneminde yıkıldı.

Erzurum bir ticaret merkeziymiş, kervanlar gelirmiş, İran’dan Azerbaycan’dan gelen kervanlar vardı. Kanber oğlu, Rüstem paşa, Hacılar hanlarında kervanlar konaklarlarmış. Narmanlı caminin etrafında da küçük hanlar vardı. Deveciler buralarda konaklarlardı. Taş ambarların orada askeriyeye gelen erzakları taşıyan develeri hatırlarım onlara deveciler hamur yedirirlerdi, gidip onları izlerdik. Köprü köyde de bir han vardı onu da yıktılar Erzurum’da ticaret denildi mi akla canlı hayvancılık gelirdi. Bizim ailemizde hayvan ticareti ile uğraşırdı. Dağlarda otlayan hayvanlardan yer bulamazdın. Trabzon’da gemilere yüklenip batıya gönderilirlerdi. Daha sonra Tren çıkınca hayvanlar vagonlara yüklenir giderdi. Beş güne ancak İstanbul’a giderlerdi. Erzurum sucukları meşhurdu, pastırma yapılırdı. Şimdi pastırmayı yapan yok. Birde gölbaşı civarında bisküvi fabrikası vardı. Şimdi bacası duruyor, onun haricinde Erzurum’da öyle başka bir fabrika yoktu. 1950 den sonra İşhanları yapılmaya başlandı.

Çocukluk ve gençlik yıllarımda büyüklerden en çok Ermeni ve şapka isyanına ilişkin anıları dinlemişimdir. Ermeni- ler çok etmiş, yanık dereye, kaleye, tahtacılar civarında kırkıncılardan sonra Bastemlerin karşısında harabe taştan bir ko-nak vardı. Oraya Türkleri doldurup yaktıkları, öldürdükleri anlatılırdı. O tahtacılardaki konakta duvarlarında duvarlarda boydan boya uzanan bir kan izinden bahsederlerdi. Düşün öyle zulüm yapmışlar. Orayı da yıktılar. Mobilyacı oldu şimdi keşke yıkmasalardı bir ibret vesikası olurdu.

Şapka isyanına gelince, öyle anlatıldığı gibi bir şapka isyanı yokmuş. O zamanın valisinin bir abartması. Gani beyi evin önünde asmışlar. Kırbaşzade Fevzi Bey varmış, beni asmayın demiş, vurmuşlar onu, köyden getirmişler adamın zaten bir şeyden haberi yokmuş, kabri şimdi Esat Paşa haziresinde. Birde şalcı Bacı var. Çorap filan satarmış. Onu da asmışlar öyle fazla bir suçu da yokmuş. Valinin penceresini taşlamış birde Azize diye bir kadın varmış bu ikisi biraz şamata etmişler. Erzurum’un ileri gelenlerinin başını yemişler.

Çocukluk gençlik dönemimde yaz ayların da boğaza, Hasankaleye gidilir. Çadırlar kurulurdu. İnsanlar sabahları hamamlara giderlerdi. Öyle sabahları erkeklerin evde kahvaltı etme adetleri yoktu. Bisküvi alırlar, fırınlardan simit, poğaça alınırdı. Evde lokum yaptırılır kahvelerde kahvaltı yapılırdı. Böyle bir adetleri vardı. Birde o dönemlerde yani 1970 li yıllardan önce bahsediyorum at yarışları ve cirit oyunları meşhurdu. At yarışları Kars kapı civarında asri mezarlığın arkasında at yarışları yapılırdı. Çok iyi atlar beslenirdi. Karayazı’dan, Tekman’dan, Karaköse den bile atlar getirilip yarıştırılırdı. İhsan Oltulu’nun, Müceldi’li Ahmet Beyin, kömürcülerin Yusuf’u diye birisi vardı. Bunların atları meşhurdu özellikle kömürcülerin Yusuf’unun dadaş diye bir atı vardı çok meşhur ve iyi bir attı. Olurlu ihsan beyin jale isimli atı da çok iyiydi. Urfa’ da ki bir yarışta sakatlanmıştı. Çil Ahmet diye bir binici vardı, özellikle Nihat beyin atlarına o binerdi. Ankara’da İstanbul’da ki yarışlara da buradan atlar götürülürdü.Her Pazar günü cirit oynanırdı. Köylerde filan o zaman cirit oynanmazdı. Erzurum’un merkezinde oynanırdı. Tortum’a giderken sol tarafta Kavakkapı civarında cirit alanı vardı Nihat Özbeyli, meşhur ciritçilerdendi. Çanlı Fuat ağabey vardı. Oda çok iyi bir ciritçiydi. Ama en çok beğenilen Zirnıklı Vehbi Bey varmış. Çok iyi cirit oynar, çok iyi ata binermiş, cirit oynarken bir kolu- nu bağlarlarmış. Bu alaydan öbür alaya cirit atarmış. Ben kendisini görmedim. Ama o zamanlarda cirit oynayanları, Zırnık’lı Vehbi Beyi görenler yaşlı olanlar onunla mukayese ederlerdi.”                                                      Hazırlayan: Ömer Yaşar Özgödek 

Bir yanıt yazın