Türkiye’deki Ahıskalılar ve Dilleri

Türkiye’deki Ahıskalılar ve Dilleri

Türkiye’deki Ahıskalılar ve Dilleri

Türkiye’deki Ahıskalılar ve DilleriTalih Ahıskalıları anayurtlarından koparttı ve her birini farklı bir ülkeye dağıttı. Yaşadıkları ülkeler ve şehirler konusunda pek çok akademik yayın yapıldı. Bu yayınlarda bu ülkelerin ve şehirlerin neler olduğu sorusuna cevaplar arandı. Ancak bu sorunun belirli ve sınırları kesin bir cevabı olamaz herhalde. Türkiye’de, Azerbaycan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Rusya’da… diye başlayan ve Özbekistan’da, Ukrayna’da, Amerika’da … diye devam eden yanıtlar muhakkak ki yetersiz kalacaktır. Çünkü Ahıska Türkleri bugün “dünyanın dört bir yanına” dağılmış durumdadır. Adı anılan ülkelerin dışında başka memleketlerde yaşayan Ahıska Türkleriyle de her an karşılaşabilirsiniz. Örneğin Tuva Özerk Cumhuriyetinde pazar yerinde bir Ahıskalı ile karşılaşabileceğinizi tahmin edebilir misiniz? Ama bu mümkün… Hatta oldu da. Ancak Tuva’da o kişinin kendini tanıtırken “Bunlar Ahıska’yı ne bilecekler, en iyisi ben Türk’üm diyeyim” diye düşünüp “Türk’üm ben” dediğini ve kendini hep böyle tanıttığını biliyoruz. Her bir ülkenin nüfus kaydına bakarak da Ahıskalıları bulmak zordur. Resmî kayıtlar, aldatıcı olabilir. Çünkü sürgün edildikleri bölgelerde kayıtlara geçirilirken kiminin kendini “Ahıska”, kiminin “Osmanlı”, kiminin de “Türk” diye yazdırdığını bizzat bunu yaşayanların ağzından duyuyoruz. Hatta bazen resmî makamlarca “Türk” ya da “Azerbaycanlı” olarak kaydedildiklerini de ifade edenler var. Hâl böyle olunca örneğin bugün Kırgızistan’da “Türk” olarak kayıtlı olanların kaçının “Ahıskalı” olduğunu anlamak imkânsız hâle geliyor.

Konuyla ilgili kesin olan bir şey varsa o da en çok Türkiye’de olduklarıdır. Çünkü eskiden beridir memleketi “Ahıska” olanların vatanı “Türkiye”dir. Tıpkı benim memleketimin “Artvin” ve vatanımın “Türkiye” olması gibi. Ahıskalıların Türkiye’de yaşadıkları yerler birbirinden farklıdır: Bursa, İstanbul, Antalya, Ankara, Iğdır, İzmir, Manisa, Erzincan, Kars, Bilecik, Muş, Ağrı, Van, Hatay, Denizli, Çorum, Yozgat, Adapazarı… Bu liste uzar gider.

Ahıskalılar Cumhuriyet kurulmadan yüzyıl önce Türkiye’ye gelmeye/kaçmaya başlamış, Cumhuriyet kurulduktan yüzyıl sonra da bu geliş devam etmiştir. Eskiden gelenlerin torunları yıllar içerisinde Ahıskalı bile olduklarını unutmaya başlamışken, yeni gelenler vücutlarındaki atadan kalan izlerin acısını daha dünmüş gibi hissetmekteler. Hatta pek çoğunun var olan yaraları bile henüz kabuk bağlamamışken vücutlarına yeni yaralar eklenmiş hâlde sürgün acılarıyla dolup taşmaktadırlar.

Bugün Türkiye’de kökenleri, akrabaları, soyları aynı, fakat hayatları birbirinden çok farklı iki Ahıskalı grubu var. Bu fark, “anayurttan kaçmak” ile “anayurtta kalmak” arasındaki bir anlık kararın sonucunda olmuştur. Öyle bir an oldu ki kişi fırsatını bulduğu anda can korkusuyla ailesini ve yurdunu terk etmek zorunda kaldı, öyle bir an oldu ki tüm köy hep birlikte kaçmaya karar verdi. Örneğin 1933 yılında Gamze köyünün bütün halkı bir gecede organize oldu ve hepsi birden ansızın Türkiye’ye kaçmayı başardı. Bugün Ağrı ilinin Eleşkirt beldesinde hayatlarına devam ediyorlar. Bazıları ise kaçamadı. Bazıları da kaçmadı. Belki vatan sevgisinden, belki imkânsızlıktan. Bir bakıyorsunuz taze gelin o gün kimsenin haberi olmadan evden su almaya diye çıkıyor, kucağındaki 2 aylık bebeği kovanın içine saklayarak derenin karşısına geçmeyi başarıyor. O bebek bugün Manisa-Kırkağaç’ta yaşıyor. Kimileri de “bunca şenlik var, herkese birden ne yapabilirler ki!” diye düşünerek kaçma ihtimalini bile aklına getirmiyor. Bu ailelerden biri bugün Bursa-Gürsu’da sürgün yaralarını sarmaya çalışıyor.

Anayurttan kaçmak mı daha iyi oldu, yoksa anayurtta kalmak mı? Bazı Ahıskalılar “biz vatanımızı terk etmedik, kaçmadık” diyerek acılarından gurur duymaktalar, bazı Ahıskalılar da “kaçıp hem kendi canımızı ve namusumuzu, hem de çoluk çocuğumuzu kurtardık” diye haklı gerekçelerini sunmaktalar. Hangisi daha iyi oldu, bilmiyoruz.

Yuvasını kurmuş, devlet işine girmiş bir Ahıskalının kuzeni ya da yeğeni, iş bulmak bir yana nerede ev kuracağını bile bilmez bir hâlde ortalıkta olabilir. Üstelik dürüstlük ve çalışmaktan başka bir gayesi olmamasına rağmen; hayatta hiç kimseye zarar vermemesine, hırsızlık, kaçakçılık, teröristlik, tecavüzcülük yapmamasına rağmen hayatın bir insana sunabileceği şartların en ağırına maruz kalmıştır. Oysa ki vatan sevgisinden başka hiç bir günahı yoktur…

Şimdi Türkiye’de hem hayatları, hem kültürleri, hem de dilleri birbirinden az da olsa farklılaşmış iki Ahıskalı grubu var. Az önce de belirtildiği gibi anayurttan kaçmak ya da anayurtta kalmak konusundaki bu ayrım, 1800’lü yıllara kadar gider. Ancak son kararlar 1944 yılında verilir. Bu yüzden, bahsedilen iki grubu;

1) 1944 yılından önce Türkiye’ye gelenler,

2) 1944 yılındaki sürgüne maruz kalıp çeşitli ülkelerde yaşadıktan sonra Türkiye’ye gelenler,

Şeklinde ayırmak uygun olacaktır.

1) 1944 yılından önce Türkiye’ye gelenler

Türkiye’deki Ahıskalılar ve DilleriBu dönem Rusya ile Osmanlı arasındaki 1828 Edirne Anlaşmasının ardından başlar. Çünkü bu anlaşmayla Ahıska toprağı kaybedilir. Böylece Ahıska’da yaşayan Türk halkı için artık Anadolu’nun yolu görünmeye başlar. İlk zamanlarda Anadolu topraklarına geçişe yasal olarak izin verilir. Böyle gelenler malını mülkünü de beraberinde getirir. Ancak yıllar ilerledikçe değişen siyasî şartlar sebebiyle Ahıska’dan geçişler kapanır. Artık tek yol kaçmaktır. Kaçarak yapılan bu göçler, Ahıskalılarca “kaçakaçlık” (<kaç ha kaç) olarak ifade edilir.

Bu dönemde Anadolu’ya ilk gelenler öncelikle göç yolu üzerindeki şehirlere, yani Kars, Erzurum ve Ardahan’a yerleşirler. Bunların bir kısmı da Eskişehir, Bursa, Çorum, Afyonkarahisar, Amasya, Hatay, Ankara gibi çeşitli illere yerleştirilir.

Bu dönemin sonlarına doğru, 1930’lu yıllarda yeni bir göç dalgası başlar. Türkiye’ye ilk gelenlerin bir kısmı yine göç yolları üzerindeki Kars, Erzurum ve Ardahan gibi illere yerleşir. Diğer bir kısmı da devlet eliyle Muş ve Ağrı’ya yerleştirilir. Muş’ta Bulanık ilçesi ve Adıvar, Güllüova, Yoncalı köylerine; Ağrı’da ise il merkezine ve Tezeren köyü ile Eleşkirt ilçesine bağlı olan Yücekapı beldesi ve Uzunyazı, Mollasüleyman, Güvence köylerine yerleştirilir. Buralarda yaşamaya başlayan Ahıskalılar 1940’lı yıllardan itibaren çeşitli sebeplerle Türkiye’nin başka şehirlerine göçer. Muş’ta yaşayanlar Hatay’ın Kırıkhan ilçesine ve İzmir’e; Ağrı’da yaşayanlar ise İzmir’e, Manisa’nın Kırkağaç ilçesine ve Bilecik’in Bozüyük ilçesine bağlı Kapanalan ve Kuyupınar köylerine göçerler. Yoğun göç hareketi belirtildiği gibidir. Ancak bunlar dışında da muhakkak ki bireysel olarak başka şehirlere ya da ilçelere yerleşenler de olmuş olabilir.

Bu dönemde gelenlerin dil ve kültür açısından en önemli özellikleri başka hiç bir kültürle temas etmeksizin doğrudan Anadolu’ya gelmiş olmalarıdır.

2) 1944 yılındaki sürgüne maruz kalıp çeşitli ülkelerde yaşadıktan sonra Türkiye’ye gelenler

Türkiye’deki Ahıskalılar ve DilleriAhıskalılar 1944 sürgünü ile Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’da yaşamaya başlar. Azerbaycan’a gidişe izin verildikten sonra büyük bir kısım oraya göçer. Özbekistan’da yaşanan Fergana olayları sebebiyle burada yaşayan pek çok Ahıskalı Rusya’ya götürülür. Ahıskalıların Türkiye’ye gelmeleri ise ilk defa 1993 yılında olur. Bu tarihte 180 aile Iğdır’a yerleştirilir. Ardından Türkiye’ye doğru göçler hız kazanır. Bazı göçler münferit bazı göçler ise toplu denebilecek niteliktedir. Bazıları da münferit başlamış ancak zamanla toplu bir yerleşme niteliği kazanmıştır. 1998 yılından bu yana Denizli’nin Honaz ilçesine yapılan göçler, bugün toplu bir yerleşim görünümündedir. Antalya, Bursa, İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri tercih eden bireylerin akrabaları da onları takip etmiş ve zamanla aynı mahallede ya da ilçede bir arada yaşayan, kalabalık gruplar oluşturmuşlardır. Büyük şehirlere yerleşmenin en önemli sebebi, diplomaları genellikle kabul edilmeyen Ahıskalılar için bu gibi yerlerin daha çok iş imkânı sunmasıdır. Yakın zamanlarda da Ukrayna’da yaşayan Ahıskalılar Erzincan’ın Üzümlü ilçesine getirilmişlerdir.

Yukarıdaki iki maddede görüldüğü üzere;

“1944 sürgününden önce Türkiye’ye gelenler, eski yurtlarındaki ağız özellikleri ile birlikte dillerine yabancı herhangi bir unsur girmeden Türkiye’ye geldiler.” Onlara Eski Ahıskalılar diyorum. “1944 sürgününden sonra Türkiye’ye gelenler ise doğal olarak dillerinde Rusça, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Azerice izleriyle dolu olarak Türkiye’ye geldiler.” Onlara da Eski Ahıskalılar diyorum. Yeni Ahıskalıların farklı ülkelerde yaşarken, o ülkenin dilinden etkilenmemeleri dilbilimsel yasalara göre imkansızdı. Nitekim öyle de oldu. Kazakça, Kırgızca, Rusça gibi dillerden Ahıska ağzına yeni kelimeler ve yapılar girdi. Yavaş yavaş değişime uğradı. Eski Ahıskalılar, Yeni Ahıskalıların ağzındaki bu değişimi fark ederler. Hatta onları “dilimize bir sürü yabancı kelime katmışlar” diye eleştirirler. Benzer şekilde Yeni Ahıskalılar da Eski Ahıskalıları “dilimizi bozmuşlar, bir sürü Avrupaî kelime katmışlar” diye eleştirir. Yani aslında, benim burada yaptığım Eski ve Yeni Ahıskalı ayrımını, Ahıskalıların bizzat kendileri de farkında olmadan yapmaktalar. Yeni Ahıskalılar, cümlelerindeki özellikle Rusça kökenli kelimelerin varlığı ile kendilerini belli ederler. Konuşmasında “samolyot, banda, çamadan, işgola, maşına…vb” gibi kelimeleri kullanan birinin Yeni Ahıskalı olduğunu herkes anlar. Eski Ahıskalılar ise göç ettikleri tarihe göre eski bölgesel ağzı kısmen koruyabildiler. Bunlar belki bazen “toprah başan” gibi karakteristik beddualar, “Allah paklamasın” gibi dualar ya da “ağzan şeker” gibi kalıp sözler şeklinde kendini gösterebilir. Yahut da artık sadece Standart Türkçeyi konuşmaktadırlar.

Netice itibarıyla, her dil ve her ağız kendi içinde gelişimini sürdürürken mutlaka birlikte yaşadığı diğer kültürlerin dilinden etkilenerek değişir. Bu dilbilimsel bir gerçekliktir. Bu gerçeklik bugün Türkiye’deki Ahıska ağzının iki ayrı grup olarak değerlendirilmesine sebep olmuştur.

Ancak Eski de olsa Yeni de olsa Ahıskalılar bizim en kıymetli hemşerilerimizdir ve Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıdır.

Yazar:Doç. Dr. Serpil Ersöz

Kaynakça

Ayşegül Aydıngün – Çiğdem Balım Hardıng – Matthew Hoover – Igor Kuznetsov – Steve Swerdlow, Meskhetian Turks, Center of Aplied Linguistics, Washington 2006.

Çiğdem Balım- Ayşegül Aydıngün, “Dil ve Grup Kimliği: Ahıska Türkleri”, Günümüz Dilbilim Çalışmaları, Multilingual Yayınları, İstanbul 2003, s. 236-243.

Nejla Günay, “Osmanlı’nın Son Döneminde Ahıska Türklerinin Anadolu’ya Göç ve İskânı”, Bilig, Bahar 2012, S. 61, s. 121-142.

Nergis Biray, “Sürgünden Honaz’a Ahıska Türkleri”, Geçmişten Günümüze Denizli Yerel Tarih ve Kültür Dergisi, S. 11, Denizli 2006, s. 52-54.

Serpil Ersöz, “Ahıska Türkleri ve Dilleri”, Tehlikedeki Türk Dilleri II A, Editör: Ülkü Çelik Şavk-Süer Eker, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yayınları, Ankara-Astana 2016.

Serpil Ersöz, “Türkiye Cumhuriyeti Sınırları İçerisinde Ahıska Ağzı”, Yeni Türkiye, S:78, C:8, s.360-366.

Serpil Ersöz, Türkiye’deki Ahıska Türkleri Ağzı, TDK Yayınları, Ankara 2020.

Share this content:

Genel Araştırmalar