Aralık 3, 2024

Madden toprak, manen Allah tarafınca üflenmiş bir ruha sahip olan bir varlık olan insan yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak görevlendirilmiş, şereflileri en üstünü olan varlıktır. İlk insan olan Adem, Havva’nın yaratılması ile birlikte aile olma yolunda ilerlemiştir. Bu uğurda Allah’ın takdiri ile bir anlık gaflet ile aile olmak için yeryüzüne indirilmiştir. Bu ilk çiftin çocuklarının doğması ve büyümeleri ile Adem ve Havva’nın ailesi bir cemaat haline gelmiş ve insanlık giderek artarak cemiyet haline gelmiştir.

Edinilen tecrübeler ile elde edilen bilgiler ışığında inşalar yaşamış oldukları çevreyi şekillendirmeye başlamışlardır. Bir ev ile başlayan insanlık gittikçe köyler kurmaya ardından şehirler inşa etmeye başlamışlardır. Yalnız başına birey olan insan, evlenip barklandıkça aile, köyünde veya mahallesinde bir cemaat, şehirlerde ve ülkelerde ise bir cemiyet olarak kimlik kazanmış ve kendilerini ifade etmişlerdir.

Türk ve İslam kültüründe insan, kendini hep cemaat şuuru içerisinde toplumsal dayanışma ile ifade etmiş ve olağanüstü bir medeniyet anlayışı kurmuşlardır. Bu medeniyetin ürünü olarak kendi inançlarını yansıtan, özgün şehirler inşa etmişlerdir. İnşa edilen bu şehirler, dayanışma, komşu hakkı, mahremiyetin korunması üzerine gelişmişlerdir. Bu şehir içerisinde kurdukları mahalleler içerisinde ahlaklı ve töreli bir şehir hayatı geliştirmişler, kendilerine yabancılaşmadan, toprağa yakın bir şekilde yaşamışlardır. Sevginin, saygının, dayanışmanın olduğu bu toplumda, insanlık mührünün vurulduğu evler, sokaklar içerisinde, mutlu bir şehir kurmuşlardır.

Bu şehirlerden biri olan Erzurum da doğmuş, büyümüş ve yaşamış birisi olarak geçmişi anarak bugüne bir baktım. Eskiden toprak damlardan oluşan daracık ve çıkmaz sokakların birleşiminden ibaret mahalleler vardı. Çamurluydu, buzluydu, karanlıktı ama birbirlerine yardım eden insanlar vardı. Bakkal emiler, bekçi babalar, hoca efendiler, emmiler, ezeler vardı. İnsanlar dertlerinde sıkıntılarında yalnız başlarına mücadele etmiyorlardı. Anası, Babası, Gardaşları, emmileri, dayıları, ezeleri, halaları, bunların çocukları, hatta bunlara bile sıra gelmeden komşular, arkadaşlar imdada yetişiyorlardı. Şehir de sevgi ve muhabbet vardı. Dolayısıyla mutlu bir şehir vardı.

Şimdi her biri bir mahalle olan apartmanlara sahibiz, artık mahalle çeşmelerinden su taşıma ihtiyacımız yok. Gaz lambalar, mumlarla aydınlanan evlerde gönüller aydınlanıyordu. Şimdi evlerde elektrik, yanan lambalar, elektrikli ev araçları var. Evler aydınlık, gönüller ise kararmış durumda. Mührümüzü vurduğumuz evler, mahalleler, şehirler yok, cemaat şuurunu kaybetmiş, cemiyetler içerisinde değersizleşmiş bireyler olarak, şişirilmiş egolarımız ile yalnızlaşmış durumdayız. Madden zenginleştikçe manen fakirleşmişiz.

Bu ay içerisinde alışık olmadığımız bir yöntemle peş peşe işlenen cinayetler ve hemen ardından yaşanan intiharlar ile karşılaştık. Siyanür cinneti geçirdik. Bu ailelerden birisi Antalya’da ikamet eden Erzurumlu bir aileydi. Bu ailelerin hepsinin özelliği mali açıdan çıkmaza girmeleriydi. Cemaat ruhlu cemiyet anlayışımızı bir anda tüketim toplumuna çevrilen bir ülkede değersizleşmiş, borç batağı, yalnızlık ve çaresizlik içerisinde kaybolmuşlardı bu insanlar. Bir köpeğin açlıktan ölmesinde bile kırk kapıyı suçlayan bir dinin mensubu olan bizler, bu insanların sesini duymadık. Haberlerde birkaç dakika dinleyerek, arkadaş toplantılarında bir iki kez konuştuk. Eli kalem tutan birkaç kişi birkaç satır yazdık. O kadar! Dernek ve vakıf başkanlarından açıklamalar geldi, şimdi benim yaptığım gibi insanları bilinçlendirecek bir iki cümle kaleme alındı. Biz sahi ne ara bu hale geldik sorularını sorduk. Cevabını bile bile sorduk. Ne yapmamız gerektiğini bize söyleyenler kendilerine düşeni yapmadılar. Komşular komşuluğu, arkadaşlar arkadaşlığı, akrabalar akrabalığı, dernekler dernekçiliği, devlet ise devletliğini yapmadı. Bugün bir dernek başkanı olarak yanımıza iş, aş derdi ile gelen kaç insanın sorununu çözebildim derseniz. Çok az derim, sınırlı kaynaklarımızla yapabildiğimizi yapmaya gayret ettik. İmkanları bizden daha iyi olan dernek ve vakıf yöneticilerine gönderdiklerimin hiçbirinde netice alamadım. Hepsinin ağzında tek bir laf biz sizi ararız. Ama hiçbir zaman aramadılar. Ama bir insanı değil birkaç insanı kurtarabilecek yüzbinlerce lirayı, siyasilerin ve bürokratların katıldığı yemeklere, toplantılara harcadılar ama hiçbir tanesi kuruluş amacına hizmet etmediler. Erzurum’u tanıtacağız diyenler tanıtmadılar, Erzurumluya iş bulacağız diyenler iş bulmadılar, kültürel faaliyet yapacağız diyenler kültüre tek bir katkı sağlamadılar. Siyasilerimiz sadece laf ürettiler, icraat ortada yok. Bürokratlar anlatmaya gerek yok, makamların hakkını veriyorlar, devletin sağladıkları yetkiyle egolarını tatmin ediyorlar. Bunlar mı emekli olunca zaten hepsi toplu bunalımdalar. Oğlunu, kızını, damadını, gelinini bir yerlere getirme telaşındalar. Bunlardan yeğenlerine fırsat bulamıyorlar ki onlarla dertlensinler, kalmış ki tanımadığı, bilmediğine el uzatsınlar

Hani dedik ya insanın bir yanı toprak diğer yanı Allah’ın üflediği bir ruh. Topraktan yükseldikçe, Allahtan da uzaklaştık her halde. Ortada insan yok, sokak yok, mahalle yok, şehir yok. Erzurum da yok.

Geçmişimiz vardı. Bugün o geçmişi yok ediyoruz. Evlerimizi yıktık. Bu evleri yıktıkça yuvalarımızı dağıttık, sokakları yıktık, dostluğu, arkadaşlığı bitirdik. Mahalleri yok ettik, cemaat şuurumuzu kaybettik. Şehirleri dönüştürdük, inancımızı, töremizi kaybettik. Şimdi acaba gelecek nasıl olacak sorusunu sormamıza gerek var mı? Bugünümüz belli.

EYYÜP COŞKUN

About The Author

Bir yanıt yazın