23 TEMMMUZ KONGRE ŞUURU

Tarih , zaman ve gibi olaylar akar. Akış bazen sevinçler, mutluluklara götürürken bazen acı, keder, elem ve göz yaşlarına götürür. Erzurum şehir olarak, dadaşlar insan olarak bütün bu güzel ve çirkin olaylara tanıklık etmiş, hayatları acı ve sevinç hatıratlarıyla dolmuştur.

M.Ö 2000’lerde Oğuz boyları Anadolu’yu yurt yaparken İskitleri, Sakaları ve Oğuz boylarının bu topraklardaki izlerine rastlarız. Kağızman deresi, Karayazı ve Malatya yöresinde bulunan tarihi kalıntılar bu tezimizi doğrulamaktadır.

Zaman su gibi akarken Selçuklular 1048 yılında Pasinler’de Bizans ordusunu yenmiş, bin yıllık bir değişim ve dönüşüme imza atmışlardı. Bölgedeki her kümbet, her çeşme, cami, kervansaray bunun maddileşmiş haliydi.

Osmanlı Devleti özellikle 18.yüzyılda zayıflayıp geri çekilirken Erzurum’da bundan nasibini almıştı. Öyle ki 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşında ilk defa işgale uğrarken insanları muhacir olup iç kesimlere gitmişti. Bu olay daha sonra vilayetteki insanlarda bir şuur oluşmasının başlangıcı olmuş, 1856 yılında ikinci defa Rus işgaline uğrarken gece karanlıkta dört mahalle insanın kahramanca Rus askerleriyle savaşıp Rusları mağlup etmesi bu şuurun bir tezahürü olmuştu.

1877-78 Osmanlı -Rus savaşı ve Aziziye tabyalarında Erzurumlu kadın, ihtiyar, genç kızlar ve askerlerin tek vücut olup kazandıkları zafer bu şuur halinin devamıydı. 1914 yılında başlayan cihan harbinde köylüsü, kasabalısı ve şehirlisiyle Erzurum halkının ortaya koyduğu direnç, metanet, fedakarlık şuurun bir başka tezahürüydü.

Köprüköy muharebelerine sırtında gıda maddesi taşıyan Erzurum Sultanisi öğrencilerinin ölümüne yaptıkları fedakârlık 11 Şubattan 16 Şubat 1916 ta kadar üç bine yakın sivil Erzurumlu gencin silahlanarak Kargapazar Dağında Rus ordusuyla savaşı ordunun geri çekilmesine büyük katkı vermesi bu şuur halinin doruklara tırmanmasıydı.

16 Şubat 1916’dan 12 Mart 1918 yılına kadar devam edecek Rus ve Ermeni işgali, çekilen acılar, binlerce sivil insanın katledilmesi insanların beynine çivi gibi çakılmış, yüz yıldır devam eden acıların beyinlerde oluşturduğu şuur halinin zirvelere taşınmasına sebep olmuştu.

Sivil halkta ve bürokraside yaşanan acılar öyle bir şuur oluşturmuştu ki ne pahasına olursa olsun şehri, kasabaları, köyleri düşmana karşı savunacaklardı. Nitekim öylede oldu. İspir yöresinde Müftü Mustafa Başkapan, Oltu’da Yusuf Ziya Bey ve arkadaşları, Narman’da Keğanılı Mahmut Çavuş, Yavi’de Alvarlı Efe müfreze oluşturarak düşmanı topraklarına sokmazken “Oltu Şura Hükümeti” kurarak dünyaya biz buradayız ve varlığımızı koruyacağız iradesini dünyaya ilan etmekti.

Mondros Mütarekesinin 24. maddesi Vilâyet-i Sitte’yi işgale hazır hale getirmişti. İşin farkında olan aydınlar kendi aralarında konuşarak çareler düşünmeye başlamış ve “Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetinin” kuruluş çalışmalarını hızlandırmış uzun konuşmalardan sonra Başkanlığını Hoca Raif Efendinin yaptığı, Dursunbeyzade Cevat, Emekli Binbaşı Süleyman, Emekli Binbaşı Kazım, Süleyman Necati, Namık Efendizade Ahmet, Avukat Hüseyin Avni, Recepzade Hacı Hafız, Kırbaş Fevzi, Avukat Mesut, Baytar Nedim’den oluşan yönetimi şehirde bulunan ulema,asker, münevver, memur, şehrin ileri gelenleri, öğretmenler destekleyerek birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğunu topluma anlatmışlardı.

Süleyman Necati, Cevat Dursunoğlu, Ebulhindili Cafer Bey ve arkadaşları Albayrak Gazetesinin çıkarılmasını sağlamış, Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli ismi Cafer Efendi matbaayı Hınıs’tan Erzurum’a getirerek bu işte önemli bir rol üstlenmişti. Albayrak Gazetesi çıktığı süre içerisinde manşetten “Vilayat-ı Sitte Ermenistan olamaz” başlığıyla çıkmış, çarpan etkisi Kahire, Buhara, Kırım’da cevap bulmuştu.

Bu arada şehirden göç eden muhacirler geri dönüş yolunda yoksulluk, açlık, hastalıklarla mücadele ederken vatana hasretlik şuuru o insanları ayakta tutuyordu. “Suyu Arayan Adam” romanındaki dede ve nine portreleri bunun muhteşem bir örneği, Ilıcada Mustafa Kemal’le karşılaşan Mevlüt ağanın ifade ettiği sözler bunun açık, seçikdeliliydi.

Şehir yanmış, yıkılmış, her tarafta şehit edilmiş insan naaşlarıyla doluydu. Yanan binaların içinden insanlarının çürümüş etlerinin kokusu etrafa yayılırken şehre gelip Erzurum’da Tükler mi çok? Ermeniler mi çok? diyen General Harbord; Mürsel Bey, Ezirmikli konağı ve istasyon barakalarında gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemeyerek ağzından “İsa’nın kulları nasıl böyle yaparlar” sözleri dökülmüş, Belediye başkanı Zakir Bey Harbord’a Müceldili konağının penceresinden “Ekselans şu gördüğün mezarlık Gez Mezarlığı, şu Kavak, Şu Yarımca … Daha bunlardan onlarcası şehrin muhtelif mahallelerine dağılmış Müslüman Mezarlığı… Şu ileride gördüğün mezarlıkta Ermeni maşatlığı…. Şimdi gördün mü? Bu şehirde Türkler mi çok… Ermeniler mi… Ermeniler ölülerini yemediler ya” ifadesiyle en güzel cevabı vermiş, o şuur halini bütün dünyaya haykırmıştı.

Anadolu’da “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” kurulurken hiç vakit kaybetmeden “Vilâyat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti” Erzurum’da kurulmuştu. İzmir’in İşgaliyle başlayan uyanışlar şehirde cevap bulmuş, hükümet meydanında, İspir, Pasinler, Hınıs, Kiği’de mitingler tertiplenmiş, işgal kınanmış, Amerika, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin yetkililerine telgraflar çekilmişti.

Halide Edip Hanımın Sultan Ahmet Mitinginin bir benzerini Muallim Zeliha Faika Hanım düzenliyor, önce Murat Paşa Camisinde mevlit okunuyor, ardından hükümet meydanında toplanan Erzurumlu kadınlar miting yapıyor ve dünyaya her türlü işgale karşı silahlı direnişe geçeceklerini haykırıp telgraflarla batılı devletleri protesto ediyorlardı.

Halk başsız kalmıştı….! Anadolu; Mondros Mütarekesinin birinci, yedinci ve yirmi dördüncü maddeleri gereği işgale açılmış, Rumlar, Ermeniler, İngilizler, İtalyanlar, Fransızlar vatanı işgal ediyordu. Tüm bu işgallere karşı Erzurum’dan yüce bir ses yükseldi. “Erzurum’dan göç edilmeyecektir”…! Bu ses tehlikeyi sezen insanların şuur halinin seslendirilmesiydi.

“Vilâyat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetinin üyeleri, Erzurumlu bir avuç insan kongre hazırlıklarına başlamış, ilçelerden seçilip gelen 22 delegeyle Haziranın başında Asakir-i Numune-i İptidai mektebinde toplanmış, kendi aralarında gelişmeleri değerlendirmiş ve 17 Haziranda İsmet Paşa İlkokulu binasında toplanarak tüm dünyaya tarihe “17 Haziran Vilayet kongresi” olarak geçecek toplantıyı gerçekleştirmiş, alınan kararlar tüm dünyaya ilan edilmişti.

Mustafa Kemal Cumhuriyet Caddesi’ndeki konağa yerleşmiş, ilgili vilayetlere telgraflar göndererek milli kurtuluşun hızlandırılmasını isterken İstanbul’dan gelen telgrafla işler bir anda tersine dönmü, Paşa görevinden istifa edip sivil vatandaş olmuştu….! Tüm yetkileri iade edilmiş, bugünkü Atatürk evinde tutuklanmayı bekleyen paşayı bir sürpriz bekliyordu.

Kâzım Karabekir Paşa ve bir manga asker şimdiki Atatürk evine gelerek herkesi şaşırtmış; “Paşam Kolordum ve Ben emrinizdeyim” diyerek uçurumun kenarından dönülmüştü. İşte bu irade, bu kabulleniş tam bir şuur haliydi. 23 Temmuz Kongresi bu şartlar altında toplanmıştı.

Tabi kongre öyle kolay toplanmamış, pek çok olumsuz olay kararlı, emin, iradeli ve yüksek bir şuur haliyle aşılmıştı. Böylece Erzurum’dan dünyaya ilan edilen kararlar ileride ete, kemiğe bürünecek ve 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılışına vücut verecek kararlar alınmıştı.

Şehirde aydınların, münevverlerin ve halkın kafasında şekillenmiş olan bu şuur hali Kâzım Karabekir Paşa başta olmak üzere tüm yetkililerde üst düzeye çıkmış, bu şartlarda 3 Temmuzda Erzurum’a teşrif eden Mustafa Kemal’in karşılanmasıyla başlayan, pek çok il ve ilçeden gelen delegeler 23 Temmuz’da bir araya gelmiş, çetin müzakereler sonrasında Erzurum Kongresi 7 Ağustosta tamamlanabilmişti..

7 Ağustos’ta sona eren, Cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlanan kongrede vatanın bölünmez bütünlüğü vurgulanırken, “Kuvay-ı Milliyeyi amil, İrade-i Milliyeyi Hakim Kılmak” esasının kabulü, “manda ve himayenin kabul edilmeyeceğinin” ilanı bu şuurun sonucuydu.

Erzurum’a gelen delegeler 23 Temmuz’da bir araya gelmiş, çetin müzakereler sonrasında kongre tamamlanabilmişti. Seçilen Temsil heyeti Sivas’a gitmesi gerekiyordu. Ancak para lazımdı. Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kendi aralarında ancak yüz lira toplaya bilmişti. Halbuki 1000 lira gerekiyordu. Para yoktu. İşte tam bu sırada Mütekait Binbaşı Süleyman Efendi ” benim birikmiş 900 liram var. Bunu veririm. Tek şartla. Bu parayı benim verdiğimi kimse duymayacak, bilmeyecek. Bu şartla veririm.” Giden heyet durumu kabul eder ve parayı alıp Mustafa Kemal’e getirip teslim ettiler. İşte bu fedakârlığı yapan Süleyman beyin iradesi, isteği bu şuurun hayata aksetmiş haliydi.

Temmuz 1919 ‘da şehirde yaşayan halkın, idarecilerin kafasında, yüreğinde, zihninde bir şuur hali oluşmuştu. O şuur vatanın işgalcilerden temizlenmesi, milletin bölünmez bütünlüğü, Anadolu’nun yeniden imar edilmesi şeklinde tezahür etmesiydi.

Sonuç olarak şehirde öyle bir şuur oluşmuştu ki; yirmi yıldan daha fazla Erzurum’da kalıp misyonerlik faaliyetlerini yürüten Bay ve Bayan Robert ve Dr.Ida Stapleton 1919 yılında şehir hakkında şunu tarihe not düşmüşlerdi. “Kendisini Türk milliyetçiliğine adayan Erzurum’da artık Amerikan misyonerlerine yer kalmadı!” Bu değişim 1820-1920 yüz yıl içinde yaşanan acıların, ölümlerin, göçlerin münevverlerde, halkta meydana gelen fikri değişmenin en açık ifadesiydi.

Bu şuura sanırım “Kongre Şuuru” demek en doğru olanıydı.

ABDURRAHMAN ZEYNEL

Bir yanıt yazın