Aktris Sevtap Çapan’la Röportaj
( Aktris Sevtap ÇAPAN )
Başarılı bir Tiyatro sanatçısı, yazar, kadın hakları savunucusu Sevtap Çapan ile Sanat ve toplumsal konularda doyurucu ve keyifli bir sohbet yaptık. Milli Mücadelenin kadın kahramanlarından Erzurumlu Kara Fatma lakaplı Üsteğmen Fatma Seher Erden Hanımı Mehmet Dağıstanlı’nın yazdığı tek kişilik bir oyunla canlandıran Sevtap Çapan ile yaptığımız bu röportajı zevkle okuyacağınıza inanıyorum.
-
Başarılı bir kadın portresi çizen Sevtap Çapan nasıl bir insandır?
İnsanın kendini anlatması bana zor geliyor. Herkes gibi bir insanım sadece hala vicdanlı, hala duyarlı, hala ahlaklı, hala saygılı biriyim. Yaşadığım olumsuzluklarla ya da toplumun olumsuz dönüşümüyle kişilik değiştirmeyenlerdenim. Yalanı sevmem, pembesini bile… Disiplinli ve çalışkanım. Ruhunu sanatla besleyen biriyim. Aileye bağlı, doğaya hayranım.
-
Toplumun kadına yüklediği geleneksel kadın rolünden başarılı bir tiyatrocu ve oyuncu rolüne geçişi nasıl yaşadı her iki rolü daha doğrusu görevi götürürken karşılaştığı güçlükler neler oldu ve ne tür destekler gördü?
Aslında ben hiçbir zaman o geleneksel kadın rolünü üstlenmedim. Büyürken aile içinde alabildiğine özgürdüm. Sofra kurmak kadının işi “Hadi kızım sofra kur, yerleri süpür” denmedi bana… Erkek kardeşim büyüdüğünde annem ablamla beni, ona hizmet ettirmedi. Kardeşime “Kalk ve suyunu kendin al, sofradan tabağını kaldır” dendi. Evin içinde hepimiz insandık, eşittik, paylaşımcıydık. Tabii kadın olduğum için ve toplumumuzun kadına bakışı sebebiyle kimi zaman bu baskıyı hissettim yine de… Tiyatroyu seçtiğimde baban toplumun sanata yaklaşımını bildiği için bu mesleği yapmamı istemedi. Lakin beni sahnede seyrettikten sonra “Sen başka bir şey yapamazsın zaten” dedi. Dolayısıyla ev içinde insan ev dışında kadın olduğumu fark ettim. Küçümsendim, kalıplara sokulmaya çalışıldım, aşağılandım ve elbette direnç gösterdim. Yine en büyük destek ailemdi.
-
Sanat hayatınız nasıl başladı? Neden tiyatro ve oyunculuk?
Küçüklüğümden beri hayal kuran, hassas ruhlu biri olduğum için sanat beni rahatlatıyordu. Resim yapardım çokça. Müzik te dinlerdim. Ortaokulda tiyatro ile tanıştım. Sahneye çıktığım anda artık orada yaşayacağımı biliyordum babamın dediği gibi “Ben başka bir şey yapamazdım zaten” oraya aittim ve erken fark edildim. Profesyonel manada ise konservatuvar eğitimimin son senesinde İstanul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda resmi olarak sanat hayatım başladı.
-
Yerel medyada yazarlık yapıyorsunuz. Size göre yerel medyanın gidişatı nedir ve Erzurum Sevdası Dergisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında bana göre hiçbir meslek dalının ve kuruluşun gidişatı iyi değil. Medya, gazetecilik layığıyla yapıldığında son derece faydalı ve aydınlatıcıdır. Bu alandaki rengin değişimi çok önceden başladı. Gazetecilik özgür ve objektiflik gerektirir. Yerel medyanın işi ise bu mana da çok daha zor… İlk önce ayakta kalma mücadelesi içinde. Reklam alma derdinde, yazarlarına ücret ödeyemiyor genellikle… Röportaj yaptığı sanat insanlarından para talep ediyor. Bu doğru gelmiyor bana. Bir meslekten çok bir gönüllü çalışma gibi… Bir de gazetecilik geçmişi olmayan insanlar da yerel gazete kurabiliyor veya dergi basabiliyor. İmla kurallarını, haber düzenlemeyi beceriksizce yapıyor. Dejenerasyon her meslekte görünmekte… Oysa Yerel basın çok kıymetli. Ulusal basınla elele çalışıp o bölgenin ihtiyaçlarına yönelik gelişime katkı sunabilirler birlikte. Yerel basın ulusal medya organına veryansın ediyor, ulusal medya yereli küçümsüyor. Sizin de sorunlarınız büyük. Erzurum Sevdası Dergisi’nin çalışmalarını değerli buluyorum.
-
Önemli bir kadın derneğinin Beykoz şubesinin kurucusu ve yöneticisi olarak kadınlarımızın güçlü ve güçsüz yanları daha doğrusu acil olarak çözülmesi gereken sorunları nelerdir?
Dünden günümüze süregelerek yaratılan, toplumun ikinci sınıf vatandaşı olarak damgalanmış “Kadın” algısı en büyük sorun. Bunun çözümü eğitim. Erkekleri de kadınlarla birlikte eğitmek ve insan hakları çerçevesine uygun bir şekilde “Kadın” algısını yeniden oluşturmak gerekmekte. Kadın gelenekle, kültürle, dinle, namusla ve analık vasfıyla sınırlandırılmış durumda. Bu sadece bizim toplumumuz için geçerli değil üstelik. Dünya ülkeleri kadınları da ataerkil yapının küçümsemesiyle burun buruna yaşıyor ki gelişmiş bazı ülkeler de maalesef buna dâhil. Bu sorun bin yılların sorunu ve acil sinyali hep yanıyor…
-
Aynı zamanda Peri Kızı isimli bir müzikalin yazarı ve yönetmenisiniz. Bize biraz Peri Kızından bahsedebilir misiniz?
Fantastik çocuk tarzında bir müzikal kitabı fantastik tarzda yazılmış olan ve bu alanda benim yazmış olduğum ilk kitap. Kitapta Çocukları bir birey gibi gördüm ve o şekilde bir yaklaşım ile yazdım. Aynı zamanda, büyüklere de hayal dünyasının kapılarını açmaya davet ettim. Amacım iyilik ve kötülük kavramlarını irdelemek ve okuyucuya ikisinin arasında bir seçim yapma şansına sahip olduğunu vurgulamaktı.
-
İBB Şehir Tiyatroları sanatçısı olarak uzun yıllar görev yaptınız. Malumunuz belediye yerel demokrasi kapsamında halka en yakın olan yönetim birimidir. Bir belediye tiyatrosu nasıl olmalıdır? Ne tür oyunlar oynamalı, oyun seçiminde nelere dikkat etmeli ve Oyuncu eğitimi ve seçimini nasıl yapmalıdır?
Ben yarı ömrümü Şehir Tiyatroları’nda geçirdim. Benim başladığım senelerde özerk bir yapıya sahipti. Sonra bu özerkliği elinden alınarak tamamen belediyenin bir kurumu haline dönüştü. Eski adıyla “Dar-ül Beda-i” yani “Güzellikler Evi” tiyatro sanatının en güçlü kurumlarının ilki. İkincisi de Devlet Tiyatroları zaten. Bu yapılar Türk Tiyatro tarihimizin can damarları… Bence hükümet ve belediyeye bağımlı değil Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olmalı. Çünkü hükümet veya belediye başkanı değiştiğinde otomatikman bu kurumlar da politik oyunların propaganda meydanı haline dönüştürülüyor. Sanat çizgimizin, tiyatro ekolümüzün oluşturulamayış sebebi budur. Belediye hangi partiliyse tiyatro o yöne yatırılıyor. Oysa Türk Tiyatrosu “Türkiye Cumhuriyeti Tiyatrosu” olarak koruma altına alınmalıdır. Böylece bölücülere, dayatıcılara, kötü emel planlayıcılara karşı Türk Tiyatrosu dokunulmazlık kazanır. Tabi (bağlı) olacağı tek şey anayasanın ilk üç maddesi olmalıdır. Bu kadar özgür kılınmalıdır. Anayasa maddelerince de özgür bırakılmıştır lakin kanun boşlukları vardır. Bu şekilde yeni tiyatronun, üretim ve işleyişinin, özlük haklarının vd. yeniden yasal olarak ve gerekli iç tüzükle düzenlenmesi lazımdır ki etkinlik değil sanat yapıyor olduğumuz gerçeği algılansın, algılatılsın. Böylece Türkiye Cumhuriyeti‘nin sanat neferleri Türk Tiyatrosunu taklitçilikten, cehaletten, el yordamcı yaklaşımdan, özentiden, içi boşluktan çıkarmak için çalışabilir ve özgün bir tiyatro ekolü yaratabilir. Özel tiyatrolar ve amatör tiyatrolar da elbette bu yeni yapılandırmanın içinde farklılıkları ve statüleri korunarak yerini almalıdır. Böylece anayasa maddelerini ihlal etmeyen her türde oyunlar seçilip oynanabilir. Usta – çırak ilişkisi de tekrar canlandırılmalıdır bana göre, sanatta buna ihtiyaç var, konservatuvar okunmuş olsa da…
-
Güçlü bir kadın askeri kahraman olan Kara Fatma lakaplı Fatma Seher ERDEN Hanımı tek kişilik bir oyunla canlandırıyorsunuz. Tek kişilik bir tiyatro oyunu zor iştir. Canlandırılması zor güçlü bir kadını böylesine zorlu bir tiyatro oyunu ile sergileme başarısını nasıl yakaladınız?
Bir önceki cevabımda değindiğim gibi taklitçilikten, özentiden, içi boşluktan kurtulmak ve kendi özümüze yönelmek bizi sanatta ileriye götürmenin yoludur. Bu yaklaşımla ülkemizin tarihine, kendi kahramanlarımıza yöneldik. Onca yaşanmışlığı ve kahramanlık öyküsünü tek kişilik bir metne sığdırmak ta, sahne rejisini ve tasarımını yapmak ta oynamak ta evet, zor! Biz titiz çalışan bir ekibiz. Eğer ortada bir başarıdan söz edilebiliniyorsa yazarından efekt uygulayıcısına kadar herkesin emeğinin sonucudur bu. Ben bu emeğin görünen kısmıyım ve herkese karşı sorumluluğum büyük. Tek başına 1 saat 20 dakikalık bir oyun oynamak ciddi bir kondisyon gerektiriyor. Üstelik böylesine bir kahramanı, yaşamış bir kişiyi canlandırmak duygu kontrolünü en üst noktada tutmayı şart koşuyor. O yaşananlar nasıl yaşanmış olabilir diyorsunuz. Tabii ki profesyonelliğim ve otokontrolüm ile üst konsantrasyon sağlayışımla Kara Fatma’nın ruhuyla tam donanımlı olarak seyirciyle kucaklaşınca zorluk aşılmış, başarı da sizi kucaklamış oluyor.
-
Tiyatro sahnesinde izleyiciye tanıttığınız Kara Fatma sizce nasıl bir kadındır? Sizi en çok etkileyen yönü nedir?
Bence? “Bence” yorumu olamayacak yaşamış bir kişiden söz ediyoruz. Tüm insani ve karakteristik özellikleri kısacası profili belli bir kimlik. Bencesi yok, o bir kadın, o bir ana, o bir insan, o bir lider, o bir kahraman. O gururlu ve onurlu bir asker. Tüm bu özellikleriyle son derece etkileyici ne var ki savaş sonrasında yaşadıkları yaşamaması gerekenlerdi.
-
Bir kadın derneği yönetimi olarak kara Fatma gibi bir kadınla yoksulluk içinde yaşayan bir kadın kahramanlar karşılaşsanız ne yapardınız?
Günümüzde bireysel gücünün farkında olan tüm kadınlar benim için birer kahraman. Yaşam savaşının kahramanlarıdır. Ve her gün onlarla karşılaşıyorum. Bundan sonra dilerim ki ülkemiz ne bir savaş görsün ne de savaş kahramanı… Son savaş kahramanlarımız Nene Hatunlar, Şerife Bacılar, Gördesli Makbuleler ve Kara Fatmalar olarak kalsın.
-
Milli mücadele yıllarca erkekçe anlatıldı Kara Fatma bu mücadelenin kadınca kısmını bize hatırlattı. Kadınca milli Mücadele sizce nasıldır, nasıl anlatılmalıdır?
Kara Fatma “Artık kadın erkek yok! Artık İstiklal var!” diyerek köy halkına seslendiğinde artık hepsi insandı. Savaşın kadını, erkeği, çoluğu çocuğu, genci yaşlısı yok. “Ben Kara Fatma” oyunumuzda da bu vurgu üzerinde durduk. Biz insanca anlattık ve insanın anlatılmasına inandık. Bu cinsiyet ayrımcılığını sürdürmeme taraftarıyız savaşta da yaşamda da…
-
Kara Fatma bir dadaş kızı olan bir dadaştı. Rolünüzde dadaşlığı his ettiğimiz sahne varımdır?
Asil ruhuyla, mert ve cesur yüreğiyle, arkadaşlığı ve dostluğuyla, at binmesiyle, herkesin saygınlığını kazanmışlığıyla dadaşlığın bir temsilcisi değil mi zaten? O dadaş artık vatan evladı olarak cephede idi. Sahnede de tüm bu nitelikleriyle yansıtılmaya çalışıldı. Memleketi Erzurum’dan, anne, babasından, kardeşlerinden bahsettiği ve bahsetmediği her yerde dadaş kızı dadaş olarak dik duruşunu sergilediğimize inanıyorum. Ama o bir dadaş demeden.
-
Milli kahramanı kadın olan bir Milli Mücadele şehri olan Erzurum’un bir başka kadın kahramanını maalesef halkı tam anlamıyla tanımıyor. Sizce bu sorun nasıl aşılabilir?
Bunu anlamayan sadece Erzurum halkı değil. Çok üzücü. Bu sorunun çözümü tarihin tozunu alıp ortaya açıkça sermekle mümkündür. Tarihine sahip çıkmayı bilmekle aşılır. Memleket sevgisini diri tutmakla, değer yargılarını iyi öğretmekle başarabiliriz. Nesilden nesile aktarımı ihmal etmemeliyiz.
-
Kahraman kadınımızın hayatı, bir sinema veya dizi filme konu olsa sizce ilgi görür mü?
Sanat büyük kitlelere ulaşan, yönlendiren, eğiten, eğlendiren, düşündüren, gelişime olanak sunan güçlü bir araçtır. O sebeple sinema filmi, dizi film veya bizim yaptığımız gibi bir tiyatro oyunu ile bu ilgiyi oluşturmaya çalışmaktan vazgeçmemek gerekir. Üstelik evrensel bir dil oluşturduğumuzda sadece kendi halkımızın ilgisini çekmekle kalmayız, bizi tüm dünya ayakta alkışlayabilir.
Dolayısıyla başlangıç olarak Ben Serisi “Kurtuluş” ‘un ilk oyunu “Ben Kara Fatma” oyununa sahip çıkmanın tam da sırası lakin görmezden geliniyoruz. Son dönemde dilden düşmeyen yerli yazar, kadın yönetmen, değerlerimize sahip çıkmak vurgusunun sözle sürekli yapıldığı bir dönemde… İşte, yerli yazar Mehmet Dağıstanlı, kadın yönetmen Özgür Kaymak, tecrübeli, bilinen bir oyuncu ben Sevtap Çapan ve bugünümüzün temelini atanlardan biri, kahraman kadın Kara Fatma… Hepimiz görmezden geliniyoruz.
Teşekkür ediyorum. Yayın hayatınızda kolaylıklar diliyorum.
Röportaj
Ömer Yaşar Özgödek