Kasım 25, 2024
CAM EKRANDAN YANSIYANLAR

TELEVİZYON VE TEK KANALLI DÖNEM

1926 yılında İskoç J.L. Baird bir lavabo ve teneke kutusunu kullanarak icat ettiği cihaza Yunanca uzak anlamına gelen tele ve Latince görme anlamına gelen Vision kelimelerini birleştirerek televizyon adını vermişti. Baird, icadının dünyaya yön verecek, sosyal hayatı ve kişisel hayatı etkilemede ne derecede etkili olacağını kestirebilecek bir uzak görüşe sahip olup olmadığını bilemeyiz ama İngiliz Radyo yayıncısı BBC bu icadın önemini anlamış ve 1929 yılında deneme yayınlarına 1936 yılında ise düzenli olarak televizyon yayınlarına başlama kararı almıştır.

Bundan tam 32 yıl sonra 1968 yılında TRT televizyon yayınlarını Türkiye’ye taşımıştır. Tek kanal yayıncılığının olduğu dönemlerde insanlar bu cihazın etkisine kendilerini kaptırmışlardır. Sosyal ilişkiler bu cihazın etrafında şekillenmeye başlamış çok sıkı olan komşuluk ilişkileri bu sefer televizyon izleme misafirliklerine dönmüştür. Ancak tek bir kanala bağlı kalma zorunluluğundan TV başında geçirilen saatleri insanlar birbirlerinden kopmadan birlikte değerlendirmişlerdi. Anarşist döneminde yaşanan olayları TRT de izlemişlerdi. Toplumsal şiddet ve dehşet TRT haberlerinde Türk halkına anlatılmaktadır. Çocuklar kovboyculuk oyunlarını, polis hırsız oyununu logosuz yayın yapan TRT yayınlarındaki filmler ve dizilerden etkilenerek bulmuşlardı. Dallas ve Bonanza dizileri ile farkına varmadan yavaş yavaş küresel kültürün ilk öncülerini aile hayatımıza sokmaya başladık. Televizyon sayesinde Amerika’nın ne kadar gerisinde kaldığımızı fark ettik. İlk önce teknolojilerine, daha sonra insanlarına verdikleri değere hayran kaldık ama aile ilişkilerinde ve eşler arasındaki sadakatsizliklerine kızdık. Kökler dizisinde kölelere acıdık ama Amerikan sermayesinin bütün dünya gibi bizi de köleleştirmeye başladığının farkına varmadık. Hollywood karşısında cesaretle duran Yeşilçam filmlerini izledik. Sosyal ve kültürel değerlerimizden kopmadan, bizden birilerini anlatan oyunculuk açısından Amerikan filmlerinin hiçte gerisinde kalmayan sinema değerlerimizi çoluk çocuk mailece seyrettik. Amerikan bireyselliğine karşı Türk sosyal dayanışması ekranlara yansıdı. Kimi zaman bu dayanışmadaki sıcak karakterlere güldük, kimi zaman kötülere kızdık. Mazlumlara, ezilenlere gözyaşını hep birlikte döktük, iyileri hep birlikte alkışladık. Ama bunu yaparken Türk Sinemasının maddi kaynaktan yoksun bıraktığımızı fark etmedik. Beyaz gölge dizisinin anlayışlı ve başarılı koçu öğrenciler için benimsenen öğretmen tipi olmaya başlamış ve bir anda sokaklarda futbol yanında basketbol kendine yer bulmaya başlamıştı. Hababam sınıfının Mahmut hocası ne hikmetse sadece gülünen ve helal olsun denilen idealleri, toplumu, kültürü, öğrencileri için kendini siper eden bir müdür yardımcısı olmaktan öteye geçemedi. Body Ekrem beceriksiz, kendini beğenmiş ve başarılı olamayan bir beden eğitim öğretmeni olarak kaldı. Beyaz gölgenin her türlü imkana sahip spor salonu yerine body Ekrem Çamlıca Lisesinin bahçesinde öğrencilerine birdir bir oynatıyordu. Bu sahneler neden spor da başarısız kaldığımızı anlatmaya yetti ve arttı bile.

ÇOK KANALLI DÖNEM

Derken 12 Eylül 1980 ihtilali yapıldı. Hemen peşinde yaşanan Türkiye’de gelişme ve değişime yönelik çalışmalar ülke gündemine oturdu. O sıralarda tek kanalımıza bir kardeş geldi televizyonda TV1 ve TV2 logolu iki kanal izleme şansını yakaladık. Ailelerde artık bir ayrışma TV kavgası yaşanmaya başladı. Hele ki dünya kupalarında erkeklerin ve kadınların maç ve Latin dizilerini seyretme tartışmaları neredeyse aile içi kavgalara dönme aşamasına gelmişti. Bu arada Cosby Show en gözde TV programı oldu. Tek kanalın gençleri çiçeği burnunda ebeveynler, çocukları ise ergenlik bunalımlarını yaşayan gençleri olmuştu. Herkes bu sevimli Afro Amerikalı ailenin maceralarını izliyor. Aileler çocuklarının terbiyesinde, gençler ise aile ilişkilerinde bu tatlı insanlara özeniyorlardı. Türk ailesi kendisine yeni bir idol bulmuştu. Bu aileye karşı süper baba ve bizimkiler dizileri sürüldü. Her şeye rağmen Türk toplumunun kendine özgü sıcaklığı topluma verilmek istendi Amerikalı siyahi aileye karşı tek başına bütün bir mahalle ile çocuklarıyla hayat mücadelesi veren Türk Baba kendini bir idol olarak kabul ettiremedi. Tek kanallı dönemde yayınlanan San Francisco sokaklarında biri yaşlı diğeri genç iki polisin maceralarında Amerikan kent tipi belleklere işlenmiştir. Çok kanallı dönemde bu dizinin yerini alan Miami Vice yeni polisiye dizi olmuş gençler biri siyah diğeri beyaz iki yakışıklı polisin maceralarını izlerken farkına varmadan Amerikan toplum yapısını da özümsemeye başlamışlardı. Bu arada Yeşilçam filmlerinin kalitesi düşmüş, çekilen filmler ekran başındakileri eğlendirmekten ziyade eziyet etmek için yayınlanıyormuş gibiydi. Artık Yeşilçam kendisini Türk hayatı ve sosyal çevreden beslemiyor Amerikan, İngiliz ve İtalyan sinemasını taklit etmeye çalışıyordu. Sinema sektörü bitmişti. Ekran başındakiler yerli sinema kuşağında öteki kanala geçmeyi izleyecek bir şey bulamıyorsa ev içindeki işlerini veya dışarıda yarım kalan işlerini bitirmek için fırsat olarak değerlendiriyorlardı. Artık tamamen Amerikan sineması ekranlara hâkim olmaya başlamıştı. Sinema salonu sahipleri Rambo, Rocky gibi filmleri oynatma tercihinde bulunuyorlardı. Aynı tercih TV başındaki izleyiciler içinde geçerliydi. TRT tek kanallı yayında olduğu gibi çok kanallı yayında da sıkı denetim anlayışını devam ettirmiş ve halk ne istediğini ne izleyeceğini bilmez onun yerine ben daha iyi karar veririm mantığını yayın ilkesi olarak benimsemişti. Ne hikmetse halk için halka rağmen bürokratik anlayışını ekranlara taşımakta övünmekteydi. Kendini yenileme ihtiyacı yoktu nede olsa yayıncılıkta tekel olan bir kuruluştu. Halk bu dönemde TV ekranında bulamadığı filmleri o dönemde popüler olan Video ile seyretmeye başlamıştı. Halk ev rahatlığını sinema salonlarına tercih ediyor ve bu ucuz yapım olarak nitelendirilen filmlerin çekilmesine neden oluyordu. Türk sineması gittikçe darbe yemekteydi.

ÖZEL TELEVİZYON KANALLARIYLA TANIŞMA

Özallı yıllar, küresel dünyanın egemen düşüncesi olan Liberalizmin ülkede uygulanmaya başlandığı dönemlerdi. Kapitalist ekonominin tüm ayrıntıları ile uygulanmaya çalışıldığı bu dönemde 1990 yılında Star TV adı altında o zamanki kanunlara göre korsan olarak kabul edilen bir televizyon kanalı yayına başladı. Yayın yurt dışında uydu üzerinden yapılıyordu. Sahipleri ise biri Turgut Özal’ın oğlu olan Ahmet Özal diğeri ise daha sonraki yıllarda daha iyi tanınacak olan Cem Uzan idi. Her türlü itiraza rağmen özel kanallar peş peşe açılmaya başlanmıştı. Aslında bu durum bir de facto idi yani kuralsızlık üzerine kurulu bir televizyonculuk söz konusuydu. İlk özel televizyon kanalları kendilerine izleyici çekebilmek için TRT’nin en çok sansür etmiş olduğu üç alana el attılar. Cinsellik, müzik ve şans oyunu. Özellikle ayakta kalmak için maddi kaynak arayışında bulunan kanallar 900lü hatları çok iyi kullanarak şans çekilişlerini, bilgi yarışmalarını düzenlediler. Öyle zamanlar oldu ki reklam gelirlerinin kat be kat üzerinde paraları 900lü hatlar üzerinden kazanmaya başladılar. Piyasa ekonomisi ile tanışan şirketler reklamın önemine varmışlar ve özel kanallarda bu reklamlara göz dikmişlerdi. Daha çok reklam geliri için daha çok reyting almak gerekliydi. Bu TRT’nin alışık olmadığı ve kendi yayın ilkeleri ile de çelişen bir rekabet ortamını TV ekranlarına taşıdı. Özel kanalların elinde ki koz hiçbir sansür tanımayan cinsel içerikli yabancı dizi ve filmler ve gece erotik Show’ları TRT’nin yasakladığı türkü ve şarkıcıların klipleri ve bunların rol aldıkları dizilerdi. TRT bu rekabete ancak çok kaliteli ve maliyetli diziler ve yapımlar ile cevap vereceğinin farkına vardı. Bir anda hem TRT hem de diğer kanallar peş peşe diziler çekmek için atağa geçtiler. Kaliteli oyuncu sayısı az, yapımcı şirketlerinin yetersiz kaldığı, ajansların olmadığı, yetişmiş eleman ve alt yapının neredeyse sıfır seviyede olduğu bir sektör bir anda hiç umulmadık bir şekilde talep patlaması ile karşılaştı. Bu talep patlaması elbette liberal ekonominin gereği olarak arza dönüştü. Sonuçta başarılı yapımlar ortaya çıkmaya başladı. Sayısı artan özel kanallar yaptırdıkları dizilerle dolaylı olarak yeşil çama yeniden hayat vermişlerdi. Buradan elde edilen kaynaklar ve yetişmiş işgücü ile sinema sektörü kendini toparlayacak yeni bir alan buldu. Şimdi sinema salonlarında yerli filmler kendilerine yeniden yer bulmaya başladılar. Ancak bu yapımlar bir sosyal dengesizliği de peşine sürükleyerek geldi. Toplumun üst ekonomik kesiminden beslenen dizi ve film senaryoları küresel kültürü yansıtıyorlardı. Bu tür yapımlar toplumun alt kesiminin bu hayatlara kavuşma özlemini, hırsını artırdı. Bu hayata kavuşma imkanını kendilerinde bulamayanlar ise derin bir toplumsal kırgınlık ve çaresizlik içinde kaldılar. Evet, özel kanallar kendilerini ait olduğu toplumla besleyemediler. Bu arada ekranlara logolu yayınlar gelmeye başladı ama her bir logo sosyal ve bireysel ayrılıkları da ifade ediyordu. Hemen hemen her eve ikinci televizyon alınmış, ev hanımlarının iş yaparken dizilerini seyretmeleri için mutfaklara bile televizyon konulmaya başlandı. Tek kanalın kırsal kesim kadınlarını anlatan kadın anası dizisi yerine yemek programları, evlenme programları ve dedi kodu programları konulmuş olup bunlarında hedef kitlesi kentli kadınlar olmuştur. Hoş artık köylü ve kentli kadın ayrımı da kalkmıştı.

Tek kanal döneminde yayınlanan, heidi, Vikingler, şeker kız candy, ağaç kakan woody, tom ve jary yerini yayın akışını baştan aşağı çocuklara ayıran kanallardaki çizgi filmlere bırakmıştı. Tek kanal döneminde ders çalışmaya fırsat bulan çocuklar şimdi ise bütün günlerini televizyon karşısında geçirmeye başlamışlardı. Tabi ki bilgisayar kullanmayı öğreninceye kadar. Gençler için müzik kanalları, görgü ve bilgisini artırmak isteyenler için belgesel ve haber kanalları, film ve dizi düşkünleri için dizi ve film kanalları peş peşe ekranlarda yerlerini aldılar. Dijital yayın platformları bunları tek bir arada toplayıp bedava olan kanalları bile parayla seyrettirmeyi becerdiler.

Bütün bu handeme içerisinde Tük televizyonculuğu bizim tarihi tartışmalarımızı da ekranlara taşımıştı. Batılılaşma, İslamcılık ve milliyetçilik; Osmanlıdan buyana gelen bu üç siyasi görüş hem siyasal yaşantımızda hem sosyal yaşantımızda olduğu gibi televizyonculuğumuzda da kendine yer bulmuştur. Dikkat ederseniz bugün izlemiş olduğumuz kanallar bu düşünceler etrafında kendilerine ait yayın ilkesi ve formatı belirlemişlerdir.

YEREL TELEVİZYONLAR

Bütün bunları aslında size ülkemizdeki yerel televizyonculuğu daha iyi anlatabilmek için yazmak zorunda kaldım. Çünkü bu değişimleri bilmeden şehrinizde ki televizyonların ne tür koşullar içerisinde faaliyetlerde bulunduklarını anlamanız aslında mümkün olmayacaktır.

Yerel Televizyon kanalları yukarıda belirttiğimiz de facto koşulları içerisinde tıpkı ulusal yayın yapan özel televizyon kanalları ile hemen hemen aynı dönemlerde yayınlara başladılar. Tıpkı ulusal kanallar gibi onlarında hukuki sorunları teknik alt yapı ve yetişmiş eleman sorunları mevcuttu. Bu sorunlardan başka kaynak bulma sıkıntısı ise aşılması çok zor bir engel olarak karşılarında durmaktaydı. Tabi ki yerel kanallar ulusal kanallardan farklı olarak kendilerini belli bir şehre bağlı olarak yayın yapmak mecburiyetinde his etmişlerdir. İzlenebilirlikleri bu kent ile sınırlıydı. Dolayısıyla kaynak, eleman ve teknik alt yapılarına ilişkin sorunlarına ilişkin çözümleri de yine bu alanda bulmak zorundaydılar. Yayın ilkeleri ise yayın yapmış oldukları kentin sosyal ve siyasi tercihlerine göre belirlenmişti. Batı yaşantı tarzını belirleyen şehirlerde biraz daha magazin ağırlıklı, İslami kimliğe önem veren şehirlerde dini, milliyetçiliği benimseyen şehirlerde de milli değerlere ağırlık verilen yayınlar yapılmaya başlandı.

Yerel kanallara verilen isimlerde ayrıca dikkati çekmektedir. Bu kanallara verilen isimler ilerisi için kanal sahiplerinin düşüncelerini de yansıtmaktadır. Bulunduğu şehrin ismini alanlar sadece o kent merkezine, il plakasını kullananlar bütün bir il sathına, bölge ismini kullananlar şehrin yer almış olduğu bölgeye, bunlardan farklı isim alanlar ise ileride bütün bir ülkeye hatta dünyaya hitap etme düşüncelerini belli ediyorlardı.

İsmi ne olursa olsun hedefleri ne olursa olsun yerel TV’ler kendilerini yayın yapmış oldukları merkezden beslemek zorundadır. Yayın yapmış olduğu yerde kendini izlettirmeyi başaramayan bir TV kanalı yanı başında satılan evden haberi olmayan bir emlakçı gibidir. Dolayısıyla yerel televizyon ilk önce kendi insanına hitap edebilmenin yollarını bulmalıdır. Programlarını yaparken yayın yaptığı kenti ekranlarına taşıyabilmeli ve kent insanını programlarına katabilmelidir. Kentin kültürü, tarihi, belleği, sorunları ne kadar dramatize edilerek ekranına taşırsa o derecede program çeşitliliği artar ve buda izlenebilirliği artırır. Zaten bu ekonomik yapı içerisinde yerel kanallardan daha farklı programlar beklemek haksızlık olacaktır. İşte bu noktada yerel sanatçılar, yerel araştırmacılar, yerel sermaye ve yerel siyaset ile yapılacak işbirliği çok büyük önem arz etmektedir. Yerel TV’lerin bu kesimlere olan ihtiyacı kadar bu kesimlerinde yerel TV’lere ihtiyaçları vardır. Bu noktada işbirliğini sağlayacak olan ise sivil toplum örgütleridir. Aslında bir kentte yerel TV yayıncılığının ne kadar güçlü olacağını belirleyen iki unsur vardır. Bunlardan ilki güçlü bir sivil toplum gücü diğeri ise bulunduğu kent ile birlikte güçlenebileceğine inanan ticari kesimin varlığıdır. Bu iki kesiminde kendini ifade etme kabiliyeti faaliyette bulundukları yerdeki TV’lerin izlenebilirliği ve inandırıcılığı ile doğru orantılıdır.

YEREL TV KANALLARI NEDEN ÖNEMLİDİR?

Yerel TV kanalları aslında desteklenmesi gereken çok önemli kurumlardır. Çünkü yerel TV yayıncılığında demokratik ilkeler ulusal kanallara göre daha çok ön plana çıkmaktadır. Ulusal kanallarda siyasi konjonktüre göre gündem belirlenip siyasi algı oluşturulurken yerel TV’lerde tam aksine kent ve kent halkının değerlerini gündeme taşıyıp halkın algısı yayınlamaktadır. Yerel TV kanalları kent yöneticilerine, mülki amirlere, yerel hizmet yöneticilerine yayın alanlarına ilişkin sorunları ve kentsel hareketliliği anlatıp bunlara yol gösterir. Görevlerde ve hizmetlerdeki aksaklıklar ve başarılar halkın gündemine daha kolay taşınır ve böylece demokrasilerde çok önemli olan denetimin daha etkili sağlanması sağlanır. Kent vatandaşlarının kent hizmetleri ve kente ilişkin kararlara karşı bilgilendirme hakkı yerel televizyonlar ile daha etkin bir şekilde işlev kazanır. Yerel televizyonlar sivil toplum örgütlerinin kendilerini ifade etmelerini kolaylaştırır ve bu örgütlerin güçlenmesini sağlar. Yerel tarihin ve kültürel değerlerin gün yüzüne çıkmasını ve tartışılmasını sağlar. Yerel TV ve medya basın ve medyadaki tekelleşmenin önlenmesini de sağlamaktadır ve halkın manüple edilmesine engel olmaktadır. Özellikle yerel kültürel değerlerin genç nesillere aktarılması ve böylece küresel kültürel öğelerin dimağlardan temizlenmesi ve böylece gençlerin yaşadıkları çevrenin sorunlarına karşı daha duyarlı hale gelmelerine yerel televizyon kanalları yardımcı olmaktadır. Cosby Show, beyaz gölge, Miami vice, Dallas ile ergenliğe eren ve şimdinin ebeveynleri hatta büyük ebeveynleri olan eski gençleri ve çocukları küresel şok dalgasından bir nebze olsa da uzaklaştırıp yaşadığı yerin, kentin değerlerini hatırlamalarına yerel TV kanallarının yayınları yardımcı olmaktadır.

YEREL TV KANALLARININ SORUNLARI

Bütün bu faydalarına karşın yerel TV kanalları arzu edilen seviyede güçlenememektedirler. Bunda içinde bulunmuş olduğu sorunlar son derecede önemli olmaktadırlar. Bu sorunların en başında geleni maddi sorunlardır. Ulusal medyanın hükümetler ve diğer siyasi çevreler ile girmiş oldukları ilişkiler yoluyla elde etmiş oldukları kredi, teşvik vb. mali imtiyazlardan yerel kanallar mahrum kalmış durumdadırlar. Reklam gelirleri son derecede yetersiz olmaktadır. Özellikle kurumsal ticari anlayışa dönmeyen, markalaşma çalışmalarından uzak kalan ticari çevreye sahip kentlerde yayın yapan kanallar bu konuda çok büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Burada dergimizin de yayın danışmanlığını yapan sevgili arkadaşım Ömer Yaşar Özgödek’in bir tespitini dile getirmeden geçemeyeceğim.” Bir şehirde aktif halde bulunan ve başarılı sonuçlar elde edebilen ne kadar futbol takımı varsa o kadarda güçlü ve başarılı yerel TV ve medya vardır. Çünkü her ikisi de güçlü sponsorlar üzerinde yükselir. Sponsorluk ise ancak kurumsallaşmış, markalaşmış ekonomilerde olur. dolayısıyla yerel medya ile mahalli spor takımlarının etkinliği ve başarısı arasında doğru orantı vardır.” şeklinde özetleyebileceğimiz bu tespit benim yapmış olduğum yerel medya üzerine çalışmalarda sürekli olarak kendini doğrulatmıştır. İstanbul birçok TV kanalına ev sahipliği yaptığı gibi bir o kadar sayıda futbol takımına da ev sahipliği yapmaktadır. İzmir futbol takımlarının gücü ve etkinliği kadar yerel medyanın ve TV’lerin etkinliği söz konusudur. Bursa şehrinde futbol takımı ile yerel TV aynı oranda güçlüdür. Bu örnekleri daha çok çeşitlendirebilmek mümkündür.

Yerel TV kanallarının yaşamış olduğu maddi sıkıntı, kendisini en çok teknolojiye ve personele yapılan ödemelerde kendini his ettirmektedir. Verilen ücretler çok düşük seviyede olmasına rağmen bugün birçok yerel TV kanalı elemanlarının maaşlarını ödeyememektedir. Eleman istihdamında yaşanan güçlükler nedeniyle bir eleman birçok işle uğraşmaktadır. Kameraman, muhabirlik, montajcılık, ışıkçılık, teknikerlik gibi bir çok iş bir yada iki eleman ile yapılmaya çalışılmaktadır. Mali sıkıntı sadece kalifiyeli istihdama engel olmakta kalmamış aynı zamanda teknolojik gelişmeyi de engellemiştir. Bugün yerel TV kanallarının çoğu birkaç elden geçmiş teknolojik aygıtları kullanmak zorunda kalmaktadırlar. TRT’nin ve büyük ulusal kanalların ikinci el olarak sattığı cihazlar. Maddi durumu biraz daha düşük olan ulusal kanallarca alınmış, daha sonra bu cihazlar bölgesel yayın yapan durumu biraz daha iyi olan yerel kanallara satılmış, bunlardan da özellikle küçük ekonomik çevrelere sahip illerde yayın yapan maddi durumu çok yetersiz olan yerel TV kanallarınca alınarak kullanılmaya çalışılmıştır. Netice itibariyle bu zorluklar nedeniyle yerel kanalların yayın kalitesi gittikçe düşmüş, personeli verimsizleşmiş ve bu sınırlı imkanlarla yaptıkları programları zayıf vericiler nedeniyle hedef kitlelerinin ancak çeyreğine ulaştırıp bunlarında yüzde onluk kısmına izlettirebilmişlerdir. Bir de bütün bunlara RTÜK den reklam gelirlerinden alınan %5’lik paylar ilave edildiğinde işin içerisinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Eğitimli eleman bulma bu yerel kanallar için bir hayal olmaktan öteye gidememektedir. Personelin birçok işi aynı anda yapmak zorunda kalması uzmanlaşmaya da engel olmuştur. Pratikten teoriye doğru eğitim bile bu nedenden dolayı olmamaktadır. Ulaşım zorlukları çeken haber yapmak için gidebilecek araçlarının bile olmadığı bu kanallarımızın hukuki sorunlarına hiç değinmek istemiyorum. Bir dokun bin ah işit misali kanallarımızın içinde bulunduğu hukuki sıkıntıları çözebilecek bir babayiğit siyasetçinin geleceğini ümit etmekten başka bir şey elimizden gelmemekte. Bir de bunlara, yayınları beğenmeyen vali, emniyet müdürü, belediye başkanları, parti il başkanları ve milletvekillerinin baskılarının yarattığı ruhi depresyonlar ilave edildiği zaman kanalların yaşadıkları zorlukların çok daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Bana göre bu koşullar altında çalışan yerel TV kanallarının aslında masallarda ejderhalar ve devlerle savaşan kahramanlardan bir farkı kalmamaktadır. İşte bu masal kahramanı olan kanalları en azından saygı duruşu mahiyetinde izleyicilerin günde yarım saatliğine de olsa izlemeleri gerekmektedir.

YEREL TV KANALLARI NASIL GÜÇLÜ OLABİLİR?

Yerel Televizyonların bu sorunlarının aşılabilmesi için devletin belirli bir dönem olsa da resmi kamu spotlarının ve devlet destekli kültürel ve belgesel programlarının çekilip ücret karşılığında yayınlatması, Yerel kanalların KOBİ kapsamına alınarak teşvik ve hibe projelerinden yararlandırılması. TRT tarafınca kullanımdan çıkarılan cihazların ücretsiz veya çok düşük fiyat ve uygun ödeme koşulları ile bu kanallara verilmesinin sağlanması, belirli oranlarda vergilerden muaf tutulmaları, üzerlerindeki harç, fon vb. mali baskıların kaldırılması konularında adım atması gerekmektedir.

Özel sermaye ise reklama ayırmış olduğu bütçenin belli bir kısmını yerel TV kanallarında yapılacak olan reklamlara ayırma, bu kanallarda özel sponsorluk anlaşmaları ile program hazırlatma yolları ile yerel kanallara destek olabilirler. Böylece daha güvenilir ve tüketiciye direk ulaşma imkanı yüksek olan reklamlar yapabilme, reklam piyasasında oluşan ulusal medya tekelini kırma şansını yakalayabileceklerdir.

Ama bunların çok ötesinde kent halkının kendi kanalına sahip çıkma irade ve bilince sahip olması gelmektedir.            Ömer Yaşar ÖZGÖDEK

About The Author

Bir yanıt yazın