HINÇAKLARDAN ASALA’YA ERMENİ TERÖRÜ

HINÇAKLARDAN ASALA’YA ERMENİ TERÖRÜ

Fransız devrimi sırasında Kraliçe Marie Antoinette’inEkmek istiyoruz!” diye bağıranlara “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diye yanıt verdiği ve başını kaybettiği söylenir. Devrimler birazda kendilerine meşruiyet ve haklılık kazandırmak için efsaneler uydurduğundan kraliçenin bu lafı edip etmediğini bilmiyoruz ama o gün meydana gelen isyanın bütün dünyada milliyetçilik fikirlerini ateşlediği ve domino etkisi yaptığı bir gerçektir.

Osmanlı imparatorluğu her ırk, dil ve dinden insanın- ufak tefek sorunlara rağmen yine de kardeşçe diyebileceğimiz şekilde- bir arada yaşadığı güçlü bir imparatorluktu. Fakat devlet yapısı ve insanları birada tutabilme anlayışı ne kadar güçlü olursa olsun bir zaman sonra bütün dünyaya yayılan milliyetçilik akımlarından bu büyük imparatorlukta etkilendi.

Güçlü Osmanlı, batıların gözünde her zaman bir tehditti. Gülücükler, iltifatlar, takdirler, karşılıklı dostluk ziyaretleri aslında bu düşmanlığı perdeleyen birer maskeden başka bir şey değildi. Milliyetçilik ideoloji olarak tavan yapınca batılı devletler Osmanlının yönetimi altındaki azınlıklara el atmakta gecikmediler. Makedon, Boşnak, Bulgar, Arnavut derken doğal olarak sıra Ermenilere de geldi. Verilen fitne sayesinde Osmanlının taş ustalığıyla, kuyumculuğuyla terziciliğiyle, ayakkabıcılığı ile ünlü sadık tebaası da kısa sürede isyancılar arasında yer aldı. Artık sadık-ı tebaanın elinde mala, iğne, makas yerine top tüfek tabanca vardı ve acımasızca bir zamanlar aralarında tuz ekmek hakkı bulunan Türk komşusuna saldırıyordu.

Her şey hızla değişiyordu. Devirde değişmiş pısırık silik, korkak çocuk “Değişime uymamak aptallıktır” diyerek kendisini doyuran, koruyan kollayan hamisine halaskarına başkaldırmıştı. Artık Ermeniler, Osmanlının gölgesi altında yaşamak istemiyordu. Kendi beyliğini kurmak istiyordu. Kurdukları Hınçak ardından ise Taşnak Partisi Ermenileri bu hususta bilinçlendirmeyi misyon edinmişti. Misyonlarına uygun olarak son hızla kin ve nefret tohumlarını aşılamaya, çocuklarını gençlerini eğitmeye başladılar. Şimdilerde misyona uygun olarak silah deposuna dönen her evden her okuldan her kiliseden Ermeni milli marşları ve “Türklere ölüm!” sesleri yükseliyordu.

Birinci Dünya Savaşı Ermenilerin hayallerini zirveye taşıyan olaydı. Ermeniler, Rus ve Fransız ağabeylerinin yardımıyla Anadolu da kuracakları devletin haritalarını bile çizmişlerdi ve savaşın sonucunda buralarda hakimiyetlerini kuracaklarından hiç şüpheleri yoktu. Sonuca daha hızla ulaşmak için bir kısmı Türklere askerlik yapmayı ret ederek Rusların saflarına katıldı, katılmayanlar ise Türklere saldırmaya, suikastlar, sabotajlar düzenlemeye başladılar, Osmanlı Devletini yıpratmak için ellerinden geleni yaptılar. Artık Ermeni çeteleri yüzünden özellikle Doğu Anadolu da tam bir tedhiş havası hâkimdi. Savunmasız Müslüman köyler basılıyor, masum insanlar öldürülüyor, kadınların çocukların ırzlarına geçiliyor, yağmada talanda sınır tanınmıyordu. Enver Paşa ve ekibinin “ Tehcir Kararı” bu yıpratıcı ve yıkıcı faaliyetleri önlemeye yönelikti. Tehcir Ermenileri daha da kinlendirdi ama umutlarını kırmadı. Önünde sonunda Türklerin yenileceğine ve amaçlarına nail olacaklarına dair inançlarını korumaya devam ettiler. Anadolu da Hayk’ın neslini temsil edecek bir devleti mutlaka kuracaklardı. Fakat olaylar bekledikleri gibi gelişmedi. Türkler savaştan ağır yaralarla olsa da yine de galip çıkmayı, ülkelerini kurtarmayı başarmıştı. Yedi düvelin saldırısına rağmen Türk Devleti hala varlığını muhafaza ediyordu. Bu inanılmazdı. Yaptıkları dalgaların kayanın tozunu almasına benzemişti ve Ermeniler için büyük bir hayal kırıklığıydı.

Ermeniler sadece hayal kırıklığı yaşamıyorlardı. Aynı zamanda kendilerine vaatlerde bulunan hamilerine karşı küskün ve kırıktılar. “Hani nerede bana vereceğiniz topraklar, hani nerede o beylik, sizin yüzünüzden dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan da olduk ” demeye başladılar. Hamileri de onlar kadar şaşkındı. Hiç beklemedikleri şeyler olmuştu. Ağlayan küçüklerini sakinleştirip “Savaş sadece meydanlarda olmaz. Biz sizin yine arkanızdayız. Mücadeleye devam edin. Tehciri sürekli öne sürün, mağdur olduğunuzu Türklerin sizleri katlettiğini söyleyin. Onları yıpratmaya, dünya kamuoyunda haklarında kötü intiba oluşturmaya yoğunlaşın. Savaş meydanında kaybettiklerinizi masada geri alabilirsiniz.” dediler. Ermenilerin bir kısmı buna karşı çıksa da söz hakkı olanlar yapılacak başka bir şey olmadığını anlayıp hamilerinin talimatlarını yerine getirmeye başladılar.

Türkiye’de bizlere kin ve nefretle büyümeyelim diye okullarımızda Ermeni katliamı üstün körü yazılan birkaç satırla öylesine anlatılırken, Ermeniler tam tersini yaptı. Ermeni okullarında Türklere ver yansın edildi, en adi yalanlar iftiralar atıldı. Tarih çarpıtıldı. Taşnak zihniyetli Ermeni tarihçiler kendi hatalarını, günahlarını, suçlarını sakladılar. Çocuklarına, Türkler Ermenileri katletti, nahak yere yerinden yurdundan etti diye bellettiler, bizleri zalim, barbar insanlar gibi gösterdiler. Her Ermeni çocuğu bir Türk düşmanı olarak yetiştirdiler. Ermeni gençlerin yüreğinde nefreti, hıncı hiç eksik etmediler.

Ermeniler özellikle Birinci Dünya Savaşının başlangıç ve gelişim aşamasında batılı devletlerden gördüğü desteğinde etkisiyle terör eylemlerini artırmışlardı. Köy basmak, talan, yağma, tecavüz, cinayet, askeri birliklere yağlı çaputlarla saldırı, sabotaj şeklindeki bu tedhiş eylemleri genelde sıradan insanlara yönelikti. Değişen zamanla terör örgütlerinin ismi gibi saldırılarının şeklide değişti. Agop Agopyan, ve Agop Tarakçıyan isimli iki Ermeni ASALA’yı kurdu ve Ermeni topraklarının kurtarılması için her türlü şiddeti mubah gördüklerini söyledi. Taşnak çetecinin ismi artık ASALA militanıydı ve kurbanı ise sıradan insanlar değil Türkiye Cumhuriyeti’ne mensup devlet adamlarıydı.

Doğuşu Filistin Lübnan olaylarına bağlanıyordu ama ASALA aslında Hınçak- Taşnak terör örgütünün günümüzdeki temsilcisiydi ve değişen dünya şartları nedeniyle dünya kamuoyuna kendini yeni bir örgüt gibi lanse etmişti.

ASALA’nın ilk eylemi Şubat 1976’daki Beyrut Türk Büyükelçiliği Başkâtibi Oktay Cerit’in şehit edilmesi olayı olarak görünse de 15 Mart 1921 tarihinde Berlin’de Talat Paşa’nın 6 Aralık 1921’de Roma’da Sait Halim Paşanın, 17 Nisan 1922’ de yine Berlin’de Cemal Azmi ve Bahattin Şakir beylerin , 21 Temmuz 1922’de Tiflis’te Cemal Paşanın öldürülmesi gerçeğin hiçte öyle olmadığının kanıtıdır. Bu insanlar ismi ne olursa olsun sonuçta Ermeni terörünün kurbanlarıydı.

Los Angeles konsoloslarımız Mehmet Baydar ve Bahadır Demir, Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunagil, Paris Büyükelçimiz İsmail EREZ ve makam şoförü Talip YENER ise yine 1976 yılından önce şehit edilen insanlarımızdı.

Görüldüğü gibi Ermeni terörü hep vardı. Fakat saldırıların 1976 yılından sonra yurt dışındaki devlet adamlarımıza karşı daha da arttığı bir gerçektir. Şöyle ki;

9 Haziran 1977’de Vatikan Büyükelçisi Taha CARIM,

2 Haziran 1978’ de Madrit Büyükelçisi Zeki Kuneralp, eşi ve emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu,

12 Ekim 1979’ da Hollanda Büyükelçimiz Özdemir Benler, ve oğlu Ahmet Benler,

22 Aralık 1979’ da Türkiye Paris Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan,

31 Temmuz 1980’de Atina Büyükelçiliği İdari Ateşesi Galip Özmen ve küçük kızı Neslihan Özmen,

17 Aralık 1980’de Avustralya Başkonsolosu Şarık Arıyak ve koruması Engin Sever,

4 Mart 1981’de Paris Çalışma Ateşesi Reşat Moralı ve din görevlisi Tecelli Arı,

9 Haziran 1981’de Cenevre Başkonsolosluk sekreteri Mehmet Savaş Yergüz,

24 Eylül 1981’de Paris Başkonsolosluğu Kültür Ataşesi güvenlik görevlisi, Cemal Özen,

28 Ocak 1982’de Los Angeles Başkonsolosu, Kemal ARIKAN 

5 Mayıs 1982’de Boston Fahri Başkonsolusu Orhan GÜNDÜZ,

7 Haziran 1982’de Lizbon Büyükelçiliği İdari Ateşesi Erkut AKBAY,

27 Ağustos 1982’de Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla ALTIKAT,

9 Eylül 1982’de Burgaz Başkonsolusu idari Ataşesi Bora SÜELKAN, (Aynı yıl içinde ASALA militanı iki teröristte Ankara Esenboğa Havalimanını basıp 8 kişiyi öldürüp 72 kişiyi yaraladı)

9 Mart 1983’te Belgrad Büyükelçisi Galip BALKAR,

14 Temmuz 1983’te Brüksel Büyükelçiliği İdari Ateşesi Dursun AKSOY,

27 Temmuz 1983’te Portekiz Büyükelçilik Müsteşarı Yurtsev MIHÇIOĞLU ve eşi Cahide MIHÇIOĞLU

28 Nisan 1984’te Tahran Büyükelçiliği Sekreteri Şadiye YÖNDER’in eşi Işık YÖNDER,

20 Haziran 1984’te Viyana Büyükelçisi Çalışma Ateşesi Erdoğan ÖZEN

19 Haziran 1984’te BM Temsilcisi  Enver ERGUN, alçakça baskınlarla veya suikastlarla katledildiler. Ermeni militanların yaptıkları sadece bunlarla sınırlı değildi, sıradan insanları da katletmeye devam ettiler, havaalanları baskınları gibi cüretkar eylemlerde de bulundular..

Yaralı olarak kurtulanları dahil etmediğimiz yukarıdaki şehit listesinden anlaşılacağı üzere Ermenilerin devlet adamlarımıza yönelik saldırıları 1921’li yıllardan 1984 yılına kadar aralıksız sürmüştür. Sonra hunharlıkları tepki görmüş olmalı ki hamileri kulaklarını çekip “Yaptığınız eylemlerle yeterince sesinizi duyurdunuz. Artık tüm dünya sizin bunları boşa yapmadığınızı bir meseleye dikkat çekmek istediğinizi biliyor. Sakın yanlış anlamayın, Türklerin bizim için hayatlarının önemi yok ama artık yeter. Eylemleriniz tepki çekmeye başladı. Şimdi tekrar mağduru oynamaya devam edin, gerisini biz halledeceğiz” demiş olmalı ki birden saldırıları sona erdirdiler. Ama örgütü kapatmadılar. Sadece iyice palazlanan çomarı kulübesine bağlayıp üzerine “Dikkat ASALA ısırır” diye yazdılar. ASALA zaman içinde unutulup gitti ama aslında önüne atılacak kemiğin hayaliyle kulübesinde varlığını muhafaza ediyordu. Hatta bugünlerde Türkiye’nin başına bela olmuş terör örgütüyle de sürekli irtibat halindeydi ve alttan alta onlara sürekli destek ve yardım sağlamaktan hiç geri kalmıyordu. Bu sinsi örgüt bizim millet olarak güçlenmeye başladığımızı görünce de bugünlerde internet aracılığıyla varlığını hatırlatma gereği duydu ve “Türkiye, Suriye politikasına dikkat etsin, yoksa fena olur” diye tehdit savurma küstahlığını gösterdi.

Gelecek tehlikeleri savuşturmanın yolu tarihimizi bilmekten ve geçmişten ders almaktan geçiyor Bizler unutkanız.. Şehitlerimizi, uğradığımız zulümleri, haksızlıkları çabuk unutuyoruz. Acaba yukarıda isimleri verilen listedeki isimleri içimizden kaç kişi biliyor veya hatırlıyor. Unutkanlık gaflettir. Gaflet ise felaket demektir. Sen unutabilirsin ama düşmanın unutmuyor. Bu nedenle “Su uyur,düşman uyumaz” diye düşünüp bağnaz bir cinayeti bahane edip toplu yürüyüş sırasında “Ben Ermeniyim!” diye bağıranları iyi analiz etmemiz, uyumamamız gerekiyor.

 

Eşref ÖZOLTULULAR

Bir yanıt yazın