Osman Bedreddin

Sende hala gurur var! Hızır tepsisinde yediğin lokmanın Hızır testisinden içtiğin şerbetin gururunu içinde taşıyorsun. Bu kapıda gurur olmaz! Bir müridin mürşidinden bir şey alabilmesi için aklı, fikri, her şeyi ile ona bağlı olması gerekir. Sana verecek bir şeyim yoktur var git yoluna.

Bu sözlerin sahibi Mahmûd Sâminî hazretleri, muhatabı ise İmam efendiydi. İmam efendi 1858 yılında Erzurum’da Abdurrahman Ağa Mahallesinde dünyaya geldiğinde kendisine Osman ismi verilmiştir. Babası, ilimde ilerlemiş, tasavvufi liyakatiyle tanınmış fazilet sahibi birisidir. Valideleri ise Esma Hatundur.

Babasının gözetimi altında eğitimine başlamış ve daha dokuz yaşında iken hafızlık unvanını kazanmıştır. Tefsir, fıkıh ve hadis konusunda temel eserleri babasının yanında okumuştur. Hucurat süresinin tefsirini okurken yaptığı amellerin bilmeyerek işlediği hatalardan dolayı silineceğini okumuş ve bu tür bir hata işlememek için az konuşmaya başlamıştır. Bundan dolayı arkadaşları kendisine Sessizce Hafız Osman Bedreddin demeye başladılar.

İlim ve irfanda hızlı bir şekilde yol almış bundan dolayı hocalarından Molla Tahir Efendi “sana bütün bildiklerimi öğrettim bilmediklerimi de sana öğretebilmek için öğrendim artık bundan ötesine gidemiyorum. Artık senin ilmi benden daha fazla olan bir hocadan ders alman gerekiyor” demiştir.

Bu hadisenin vuku bulduğu sırada Buhârâ’daki Câmi-i kebîrde halka vaaz ve nasihat eden Seyyid Ahmed Merâmî, ani olarak ve habersizce Buhârâ’dan ayrılıp Erzurum Hasankale kasabasının Bevelkâsım köyüne yerleşerek köyün imamlık vazifesini üstüne alır. Bu arada yana yana kendisine rehberlik edecek bir hoca arayan İmâm Efendi, o zâtın ismini ve medhini duyunca, huzûruna kavuşmak için derhâl yola çıktı.

Bevelkâsım köyüne varınca, aradığı zâtı bir namaz vaktinde câmide buldu. O, câmiye girer girmez, Seyyid Ahmed Merâmî bu gencin, kendisine yetiştirmesi için işâret edilen genç olduğunu anladı. Namazdan sonra; “Merhaba, hoşgeldin Hâfız Osman Bedreddîn!” dedi. Bunun üzerine Osman Bedreddîn hazretleri birdenbire ürpererek, hayretler içinde yaklaşıp elini öptü. Sonra kendisinden ders almak istediğini arzetti. İmâm Efendi her gün gelip ders almayı arzû ve teklif edince, her gün gelip ders alması kararlaştırıldı. Sonra Erzurum’a döndü. Her gün Erzurum’dan Bevelkâsım köyüne gidip ders alıyor sonra dönüyordu. Bir kış günü yine bu yolda giderken, Nebiçayı dolaylarında âniden şiddetli bir tipiye tutuldu. Son derece bunalıp, çâresiz kaldı. Tipi gittikçe şiddetleniyor, bir adım ilerisi görülmüyordu. İmâm Efendi hazretleri bu dehşet verici durum karşısında, Allahü teâlâya sığınarak yere diz çöküp oturdu. Çâresiz bir hâlde şiddetli tipi arasında oturmakta iken, âniden karşısına beyaz at üzerinde nûr yüzlü bir genç çıktı. Selâm verdikten sonra terkisine bindirdi. Sonra; “Yolcu kardeş çok üşümüşsün” dedi. Meşin bir kırbadan, su kabından şerbet içirdi. “Dağarcığımızda nasîbiniz ne varsa ondan da arzû ettiğiniz kadar yiyiniz” diyerek dağarcığı uzattı. Hâfız Osman Bedreddîn dağarcığı tutup içinden bir hurma aldı. Kendisine yardımcı olan beyaz atlı, Hızır aleyhisselâm idi. Bu kanâatkâr hâlini görüp, sırtını okşayarak; “Nasîbin açık olsun. Feyzin bereketli olsun. Sana gelen misâfirler senin gibi kanâatkâr olsun. Sofran mübârek olsun. Hocana selâm söyle!” dedi ve gözden kayboldu.

İmâm Efendi ise, kendini hocasının kapısı önünde buldu. Tipi hâlen ortalığı kasıp kavurmaktaydı. Bu sırada hocası Seyyid Ahmed Merâmî onu düşünüp duâ ediyordu. Âniden kapı çalındı. Hocası onu karşısında görünce Allahü teâlâya çok şükretti. Hocası hâlinden ve

başından geçenlerin farkındaydı. Sorup anlattırdıktan sonra, bunu gizlemesini söyledi. Sonra da; “Şunu bilesin ki, ilm-i zâhir ile ilm-i bâtın birleşerek âid olduğu kalbde merkezleşti. Allahü teâlâya hamd ve senâ olsun, size de mübârek olsun. Benim vazîfem burada tamam oldu. Ben irşâda memûr değilim. Sizi bu güne kadar yetiştirmekle, tasavvufî ahkâmı size bildirmekle vazîfeliydim. Dedi ve derslerini bitirdi.

İmam efendi Osmanlı ordusunda imamlık görevine atandığı tabur Elazığ Palu kasabasına geldikten sonra Mahmûd Sâminî’ye tabi oldu. Hocasının birçok kerametine şahit olan imam efendiye hocası Mahmûd Sâminî bir sohbette şöyle hitap eder. “Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez. Tasavvufda gurur yasaktır. Teslimiyet şarttır. Aşkın mecâzi köprüsünü geçenler, aşk-ı hakîkîye erenlerdir. Buna erenler ise, Hakk’a inanıp bir rehbere bağlananlardır. Size bir misâl vereyim. Bir zât hazret-i Hızır elinden şerbet içmekle, bir kaç hocadan icâzetsiz izin almakla, erenler imtihânına mânen katılıp beline kemer bağlamakla yolu katedemez. Bu gibiler aşılanmamış bir ahlat ağacına benzer. Meyvesi acımtırak ve lezzetsiz olur. Onu aşılamak lâzımdır. Bâzı insanlar işte böyledir. Kendi hâlinde yetişen bir çiçek misk gibi kokar fakat ne yazık ki ormandadır. Ondan kimse faydalanamaz. Beşeriyete hizmet lâzımdır. Beşeriyet latîf ve güzel kokuya muhtâctır. Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar. Bunlar birer hikmet ve esrârdır. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Fırsat elden kaçar. Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut. Gönül ister ki hoş olalım.”

Osman Bedreddin 1909 yılında Emekliye ayrılarak Harputa yerleşti. 1922 senesinde vefat ederek Harput meteris kabristanına defnedildi. Hocasından 18 gün içinde icazet aldı ve tasavvufi ilminde ilerledi. Birçok talebe yetiştirdi. Talebelerine yaptığı sohbetlerden ve yine talebe ve dostlarına yazdığı mektuplardan derlenen iki kitabı mevcuttur.

93 HARBİNDE AYAZPAŞA EZANINI KİM OKUDU?

Osman Bedreddin’e ilişkin anlatılan menkıbelerden biri 93 harbi olarak halk arasında bilinen 1877 -1878 Osmanlı – Rus harbinde Erzurum Tabyalarına yapılan Rus Baskınına karşı halkı uyaran ve savaşa çağıran ezanın okunmasına aittir. Bu menkıbeye ilişkin iki ayrı dayanak ileri sürülmektedir. İlki Kurt İsmail paşaya dayandırılmaktadır. Halkı şevke ve galeyana getiren ezanın kimin okuduğunu öğrenmek isteyen Gazi Ahmet Muhtar Paşaya Kurt İsmail paşanın verdiği iddia edilen malumat şu şekildedir.” “Paşam, ezânı okuyan zâtı tanıdım. Erzurumlu miralay Bahri Beyin kumandasında, heybetli, vakarlı, temkinli hareketleriyle ve bilhassa düşmana taşla hücumu dikkatimi çekmişti. Elinde silâh yoktu. Düşmanı taşla kovalıyordu. Attığı taş mutlaka hedefine ulaşıyor ve bir düşman askerini öldürüyordu. Onun taş atması, düşmanı bir bir yıkması şaşılacak bir hâldi. Çok dikkatle seyrediyordum. Bu zâtta mânevî bir hâl var diye düşünüyordum. Bu sırada kulağıma gazâya katılan iki Erzurumlu kadının konuşmaları geldi.Nene Abla adında bir kadın; “Hadîce bacı, bak görüyor musun? Selman Efendinin oğlu Hâfız Osman Bedreddîn Efendi düşmana taş atarken ikinci bir taşı atmak için yere eğilip almasına lüzum kalmıyor! Taş kendiliğinden eline yükseliyor o da atıyor” diyordu. Bu sözü duyunca daha dikkatli baktım. Söylenen gerçekten doğruydu; hâdiseyi gözümle gördüm. O, yere eğilmeden taş eline geliyor, alıp atınca bir düşmanı yıkıyordu. Bu kahramanın velî bir zât olduğunu anladım ve kerâmetini gözlerimle gördüm.”

Bir başka iddia ise Osman Bedreddin’in hocası Mahmûd Sâminî’nin Osman Bedreddi’ne ithafen söylemiş olduğu iddia edilen şu sözlerdir.” Hâfız! Hazret-i Hızır’ın şerbeti, fadlına; Ahmet Merâmî hocanın emekleri ise, ilmine ve aşkına sebep oldu. Büyüğümüz

Muhammed Bahâüddîn hazretleri ve diğer büyükler rehberlik ederek senin bize gelmeni işâret ettiler değil mi? Erzurum’daAyaz PaşaCâmii minâresinde okuduğun ezân-ı Muhammedî, mâneviyât âleminin erenlerini cihâda dâvet etti. Yer gök sarsıldı. Bütün evliyâ, şühedâ ve sâlihlerin rûhları Erzurum semâlarında toplandı. Hâfız! Moskofları, taşla kovaladığın zaman biz de oradaydık. Bunlar hep evliyâlığın cilveleridir. Asıl mârifet, hakîkatler ötesindeki hakîkate ermektir. Metin ol. Allahü teâlâ yardımcındır…”

Buna karşılık son dönemde ortaya çıkan tarihi belgelere dayanarak Erzurum tarihi üstüne çalışan birçok otoriter. Aziziye kahramanlığı esnasında Osman Bedreddin’in Erzurum’da olmadığı. O dönemde imamlık görevini yaptığı taburla birlikte Elazığ da bulunduğu söylenmiştir. Ezanı okuyan kişinin Ayaz Paşa Cami müezzinin hacı Abdullah Efendi olduğu söylenmektedir. Aziziye muharebelerinde şehit olan Abdullah Efendi, Ayaz paşa cami haziresinde medfundur.

M.Kerim AKBAŞ

Bir yanıt yazın

Previous post ERZURUM VE PETROL
Next post Tarihçi Ümit TOPAL’İLE RÖPORTAJ
Paylaş
Bağlantıyı kopyala