SÜMMANİ BABANIN İZİNDE İBRAHİM ERKAL
SÜMMANİ BABANIN İZİNDE
İBRAHİM ERKAL
SÜMMANİ TORUNU İBRAHİM ERKAL
Doç. Dr. Abdulkadir ERKAL*
Sümmânî, bir gün Narman’da Çıldırlı olduğunu söyleyen iki kardeş ile karşılaşır. Onlara Âşık Şenlik’i sorar. Onlar da:
– Biz onun torunlarıyız, derler. Sümmânî:
– Torunu olduğunuzu nerden bileyim? Şenlik’ten bir dörtlük söyleyin, o zaman torunları olduğunuza inanayım, der.
– Biz dedemizden bir mısra dahi bilmiyoruz, ama torunlarıyız, deyince, Sümmânî eğilir ve ağlamaya başlar:
– Benim torunlarım da böyle mi olacak, diye dert yanar.
Sümmânî’nin gerek öz torunları ve gerekse manevi torunları onu hiç unutmadılar, onun adını, sanını ve sahiplenmiş olduğu mefkureyi hep korumuş ve yeni nesillere de aktarma gayreti gütmüşlerdir. Biz Erkal ailesi olarak Sümmânî’yle hem manevi hem de akrabalık bağımız olması hasebiyle Sümmânî’yi hep bizden biri aileden biri olarak gördük. Zira Sümmânî’nin ortanca oğlu Fahri Çavuş (Nusret Toruni’nin babası)’un hanımı babamın amca kızı idi. Bu sebepten ötürü başta Sümmânî’nin torunları Nusret Toruni ve Hüseyin Sümmânîoğlu olmak üzere aileler arası görüşmelerin sık olduğunu rahatlıkla hatırlıyorum. Yıl 1979 yılı idi. Ben daha yedi yaşında idim. Yaz aylarından biri idi. Evimizin önüne bir traktör yanaştı ve herkes apar topar traktörün römorkuna sığışmıştık. Neredeyse bütün Erkal sülalesi o römorkta idi. İbrahim abim, amcalarım, babam, annem vs. Çocuk olduğum için nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bir köye geldik. Köyün girişinden sağa saptık ortadan yarı kurumuş bir ırmağın üstündeki köprüden geçerek küçük bir eve girdik. Evin sırtı koca bir dağın eteğine yaslanmış, o dağın tepesinde ise devasa bir kale ve surları vardı. Hıncahınç dolu evde ağlama ve feryat seslerinden orasının bir cenaze evi olduğu anlaşılıyordu. Ben, İbrahim abi ve diğer çocuklar dışarı çıktık, önce nehirde biraz oyalandıktan sonra evin çaprazındaki camiinin duvarının önüne yığılmış tomrukların yanına gittik. Orada ezanı bekleyen iki üç tane yaşlı ak sakallı dedenin yüzleri daha dün gibi aklımdadır. Sümmânî’den anlatıyorlardı. Onları can kulağıyla dinlemiştik. Yıllar sonra öğrendim ki o gün gittiğimiz taziye evi Hüseyin Sümmânioğlu’nunmuş. Ben yaşlardaki oğlu kalenin surlarında oynarken düşmüş ve vefat etmiş. Üniversiteden sonra yaptığım Sümmânî araştırmalarım neticesinde bir fotoğrafa ulaşmıştım. Toplu aile fotoğrafıydı. O fotoğrafta yedi yaşlarında bir çocuk da vardı. Fotoğrafı Hüseyin abiye gösterdiğimde ağlamaya başladı. O çocuğun kaleden düşerek ölen oğlu olduğunu söyleyerek hikâyeyi anlatınca ben de o günkü ziyaretimizin sebebini anlamıştım.
İbrahim abimin dedesi benim de amcam olan Yakup Erkal yaşayan Sümmânî olarak bilinmekteydi. Sümmânî’nin bütün şiirlerini bildiği hatta torunlarının da ondan büyük oranda istifade ettikleri söylenirdi. Amcam ben yedi yaşında iken vefat ettiği için ne yazık ki benim onun bu hazinesine ulaşmam nasip olmadı. Ama çocukluğumda hem amcamın hem de rahmetli babamın evde zaman zaman bazı türküler mırıldandıklarını çok net hatırlıyorum. Zaten Sümmânî de bu mırıldanmaların arasında geçen isminden dolayı hafızama kazınmıştı. İbrahim abimin gerek dedesi ve gerekse babası Ebubekir abinin şiire ve musikiye olan meyillerinden benden daha fazla feyz aldığını biliyorum. Benim ve İbrahim abimin ailesinin Sümmânî’ye olan ilgileri en fazla ikimize sirayet etti. O Sümmânî’nin şiirleriyle büyümüş biri olarak kendini Sümmânî’nin torunu ve varisi ilan etti ve Sümmânî’den hep dedem diye bahsetti. Ben ise Sümmânî’nin şiirlerini akademik düzeyde derlemeye başladım. İbrahim abi idealleri için 1983 yılında Narman’dan ayrıldıktan sonra 1986 yılında ‘İbrahim Güzelses’ ismiyle çıkardığı ‘Sarhoş Baki’ adlı ilk kasetini çıkardı. Sümmânî’nin:
Bir dilbere mübtelâyım ezelden
Derd ü gama kattı âh u zâr beni
Ciğer kebâb oldu ne gelir elden
İflâh etmez daha intizâr beni
Dünyada bulmadım gönüle mekân
Nerde bir gül bitse etrafı diken
Bende bu âh yârda o baht var iken
Hasret mahpus eder kara yer beni
Şiirini kendisi besteleyerek o kasetinde okudu. Kasetinde en fazla yankı uyandıran parçası da bu türkü oldu. İlerleyen yıllarda yine ‘Ben razı değilem hicrana gama’, ‘Ervah-ı ezelde levh ü kalemde’, ‘Ela gözlerine kurban olduğum’ gibi türkülerin de düzenlemelerini yaptı. Bazı sanatçıların da bu türküleri okumalarına vesile oldu. Kendisi de konserlerinde sürekli okudu. İbrahim abi ile şöhret olduğu yıllarda da görüşmelerimiz devam etti. Benim Sümmânî üzerine çalışmalar yaptığımdan haberdar olduğu gibi çalışmalarımı görüştükçe soruyordu. 1997 yılı İbrahim abimin ‘canısı’ ile zirve yaptığı yıldı. Konser için Erzurum’a gelmişti. Konserden sonra kaldığı otelin odasında beraberdik. İstanbul’a dönmek için bavulunu hazırlıyordu. Orada yine çalışmalarımın ne aşamada olduğu sordu. Ben de bitirdiğimi söyledim. Heyecanlandı ve hemen görmek istediğini söyledi. Kendisine tahsis edilen arabanın şoförünü arayarak talimatlar verdi. Ben de hemen o arabayla eve giderek yapmış olduğum çalışmayı alıp İbrahim abiye getirdim. O yıllarda bilgisayar imkânım olmadığı için daktilo ile yazmıştım ve tek suretti. İbrahim abi aldı şöyle sayfaları karıştırdıktan sonra bavulunu açarak özenle içine yerleştirdi. -Ben bunu en kısa sürede bastıracağım dedi. Ben heyecanlandım. -İbrahim abi bu tek nüsha, başka kopyası yok, ne olur dikkat et! Dedim. -Meraklanma ona gözüm gibi bakarım. Ben yıllardır bu anı bekliyordum. Dedi. Aradan bir yıla yakın bir zaman geçti. 1998 yılının Mayıs ayında ilk Sümmânî üzerine yapmış olduğum kitabım bu sayede yayınlanmış oldu. Kitabımı da bu vesile ile İbrahim abime ithaf ettim. Kitabımın ilerleyen yıllarda güncellenmiş olarak farklı baskıları yapıldı. Yapılan her baskıdan İbrahim abime gönderdim. 2015 yılında Erzurumlu Emrah’la beraber yaptığım son baskıyı da Erzurum’da yapmış olduğu son konserden sonra yine otelde bizzat kendisine takdim ettim.
İbrahim abi Sümmânî ile ilgili yapılan her türlü organizasyonda bütün özverisi ile yer aldı. Hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin her türlü fedakarlığı yaptı. Şenliklere katıldı, şenliklere gelemediği zamanlar bazı önemi sanatçıların katılmasında ön ayak oldu. Onun için Sümmânî denince akan sular dururdu.
2012 yılında Atatürk Üniversitesi organizasyonuyla Âşık Sümmânî belgeseli hazırlamıştık. O belgeselin bir bölümünü de İstanbul’da çektik. Belgeselin çekim sürecinde İbrahim abi ben ve ekibi ağırladı, çekim için Maltepe Musiki Cemiyeti’nin mekanını ayarladı. Çekim sürecinde hep kameranın arkasında oldu. Kendisi de röportaj verdi ve iki tane türküsünü söyledi.
İbrahim Erkal sanatçıdan öte bir ozandı ve bu ozanlığı da Sümmânî ile olan bu yakın bağından, yetişmiş olduğu çevreden ve kültürden alıyordu. O, bu yönüyle Sümmânî’nin çağdaş bir yorumuydu. İkisinin de mekânları cennet olsun. Ruhları şad olsun.
İbrahim Erkal’ın bastırdığı Sümmani kitabının kapak resmi.
2005 Yılında yapılan 15. Âşık Sümmânî Şenliklerinde İbrahim Erkal Plaket alırken
Âşık Sümmâni Belgeseli’nden
*
* Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi.