DİYARBAKIRLILARIN GÖZÜNDE ERZURUM

DİYARBAKIRLILARIN GÖZÜNDE ERZURUM

Diyarbakır, 9000 yıllık tarihi geçmişiyle Mezopotamya’nın kalbi, uygarlığın başkentlerinden biri olan kent. Bu kent içerisinde yaşayan insanlar hem geçmişte hem de günümüzde büyük makam ve mevkilere tahsis edilmiştir. Peki, bu şehirde yaşayanların gözünde Erzurum nasıl bir kenttir?

Doğma büyüme Diyarbakırlı olan araştırmacı, gazeteci, yazar ve Şehir Araştırmaları Merkezi Kurucusu Sayın Mehmet Ali ABAKAY ile gerçekleştirdiğimiz röportajı, Erzurum Sevdası Dergisi olarak sizlere sunuyoruz. Ancak onun öncesinde Erzurum tarihinden ve Erzurum’a has olan kültür farklılıklarından söz etmek isteriz.

Erzurum’un şehir olarak inşa tarihi M.S. 400 yıllarını gösterilir. Tarih içinde Diauehi, Hatti, Haldî, İskit, Subaru, Spirian, Urartu, Med, Pers, Part, Selevkos, Roma, Sasanî ve Bizans olmak üzere birçok egemenliğe tanıklık etmiş kadim bir memleket. İslam Egemenliği’nde Iyad bin Ganm ile Abdurrahman Gazi’den başlayan yeni yüzü zamanla ne yazık ki Rus ve İran işgallerine uğramıştır. Erzurum birkaç işgal sırasında Ruslar ve İranlılar tarafından yakılıp yıkılmış, insanı ise göç etmek zorunda kalmıştır. Şehir tarihinde yaşanan bu med-cezir hal, insansız kalan şehri tanınmaz hale getirmiştir. 1402 Moğol İstilası, 1502 Safevî İstilası, 1828 Rus istilası ve 130.000 nüfustan 15.000 nüfusa düşen şehrin gördüğü 1877-1878 Rus saldırıları ile 1916’da tekrarlanan Sarıkamış’taki unutulmayan yıkılış, şehrin kronoloji tarihinde de acılı dönemleri görmesine neden olmuştur.1924 içinde olan depremler, Horasan’ı ve Pasin’i adeta haritadan silmiştir. Acılarını dindirmesini bilen Erzurum zamanla yaralarını sarar ve son yıllarda eski günlerine dönmeye çalışır.1

Erzurum şehri tarihî seyir içinde şu isimlerle adlandırılır, şehir: Karintas, Karin, Karana, Karnak, Theodosiopolis, Anastasıus, Kalikala, Kara Arz, Karaz, Ard-ı Rûm, Erzen-i Rûm, Erzürüm ve günümüzde yerleşen biçimiyle Erzurum ismini alır (KAYNAK: http://www.tyb.org.tr/mehmet-ali-abakay-erzurum-bir-tutam-erzurum-24051h.htm). 2

Şimdi değerli konuğumuz Sayın Mehmet Ali ABAKAY ile yaptığımız röportajı, siz değerli okurlarımıza sunuyoruz.

Devrim AKTÜRK: Efendim öncelikle Dergimizle röportaj yaptığını için teşekkürlerimi eder, şükranlarımı sunarım.

Mehmet Ali ABAKAY: Bende Erzurum’u anlatmam için şahsımla iletişime geçen Derginize müteşekkirim.

Devrim AKTÜRK: Sayın Abakay, hem Diyarbakırlılar için hem de Dadaşlar Diyarı’nın vatandaşları için Erzurum’u birkaç cümle ile tarif edebilir misiniz?

Mehmet Ali ABAKAY: Kehribara karşı “Oltu tespihi”, döner’in yerine “cağ kebabı’’, baklava’ya alternatif olarak ise Taş Kadayıfı… Musıkîsinde ve şiirinde kadere rızada tam teslimiyet… Erzurum… Bir tutam Erzurum… Serhatın kadim şehri… Dadaşlığın merkezi, Erzen-i Rûm…

Devrim AKTÜRK: Efendim bir Diyarbakırlı için Dadaş kelimesi ne ifade eder?

Mehmet Ali ABAKAY: Diyarbekir’de kardeşe “Keko-Kéké” demek nasılsa, El-Aziz’de “Gakko-Gakkoş” aynıdır. Maraş’ta nasıl ki bu kelime Ede ise, Erzen-i Rûm’da isim Dadaş’a dönüşür. Bir Erzurumlu’ya “Dadaş” dendi mi akan suları durur. Çünkü Dadaş ifadesi bir Erzurumlu için kardeşten öte bir bağdır. “Dadaş” dendi mi kardeşlikten öte bir samimiyet söz konusudur. Dadaş demek Ruslara ve İranlılara karşı direnmenin sembolü demektir. Erzurum demek, her türlü işgalden zorluklara göğüs gererek çıkmış Dadaş Ruhu’nun eskimediği, birlik ve beraberlik içinde işgallere karşı koymanın her zaman canlılığını muhafaza ettiği, her demde tarihin dedelerden çocuklara, çocuklardan torunlara kız-erkek fark etmeden öğretildiği, sözlü tarihin canlılığını yitirmediği Serhat’ın acılı şehridir ve oranın insanına ise ‘‘Dadaş’’ denir.

Devrim AKTÜRK: Sayın Abakay, Erzurum’a seyahat etmek için yola çıkan bir Diyarbakırlı nasıl giyinmelidir?

Mehmet Ali ABAKAY: Erzurum’a giden bir Diyarbakırlı öncelikle sımsıkı giyinmelidir. Yanında mutlaka ama mutlaka yünlü giysilerini almalıdır. Çünkü mevsim başka bir diyarda baharken, Erzurum Palandöken henüz gelinliğini üzerinden atmamış olur. Bu şehrin doruklarında beyazlık hâkim ve esintiler serttir. “Bembeyaz Şehir” denilmesinin hikmeti de elbette bundandır. Keza bu şehirde kar nerede ise hiç eksik olmaz. O yüzden bir Diyarbakırlı dadaş başkentine seyahat eder ise, kesinlikle sımsıkı giyinip gitmelidir. Şu hususu da belirtmek isterim ki, bu aziz Şehri dolaşırken güzelliklerine hayran kalmamak elden bile değil. Özellikle de Çifte Minareli Medreseye hayran kalmamanız için bir gerekçeniz olamaz.

Dadaşlar Diyarına karşı üşüyen bedenim alışkın değildir. Uzayıp giden caddede bir Erzurumlu gibi dolaşmak zor ve de meşakkatli. Eksi yirmileri bulan soğuk teni bıçak gibi sıyırırken, insanı yabancılaştırmadan alıkoyan elbette Erzurumlunun sıcakkanlı davranışlarıdır. Bu hal ve durum elbette şehre ilk gelenin yabancılığını ortadan kaldırıyor ve kıtlama içilen çay eşliğinde ikinci kez gelişe davetkâr kılıyor.

Devrim AKTÜRK: Peki Efendim, bir Erzurumlu ziyaretçisini nasıl ağırlar?

Mehmet Ali ABAKAY: Bir Erzurumlu ziyaretçisini cağ kebabı ile ağırlar. Misafirini mihmandarlığını onunla gösterir. Yenilen cağ kebabından sonra ikram çayını tek şekerle önünüzde görürsünüz. Siz âdeti bilmeseniz, boşalan çay bardağı yenilenir, durur. Şayet şekeri bardağa atıp karıştırırsanız, şeker sertliği sebebiyle erimez, mahcubiyet içinde kalırsınız. Bu sebeple çayı kıtlama bir şekilde içmeniz lazım. Sert şekerden biraz kopartır ve hemen ardından çayınızı yudumlarsınız. Ne zaman mı? Boşalan bardağa tavşankanı çay bırakılmaz. Onu da etrafınıza bakıp öğrenmeniz lazım. Erzurum’a gittiğinizde bunu bilmeniz gerekir. Bunu bilmemek, bazen tebessüm dolu bakışlarla sizin duruma vakıf olmadığınızı hissettirir. Sakın çay içerken bu hataya düşmeyin.

Devrim AKTÜRK: Sayın Abakay, Erzurum’a ilk kez giden bir Diyarbakırlı Erzurum’da nereleri gezmelidir

Mehmet Ali ABAKAY: Erzurum’a ilk kez gidecek olan bir Diyarbakırlı ilkin Erzurum Kalesi’ni ziyaret etmelidir. Keza Tepsi Minare ile Kale Camii tarihten gelen canlılığını korumaktadır. Tepsi Minare, şehrin adeta sembolüdür. Küçük olmasına rağmen Kale Camii, Mescid olarak anılmamaktadır. Erzurum coğrafyasının el değmemiş bakir alanlarında Narman’a uğramalıdır. Orada kayaların nasıl şekillendiğini görmeli, tabiatın insana insan eli değmemiş tablolarına hayretle bakmalıdır. İlginç manzaraları aklında resmetmeli, zihninize güzellikleri nakşetmeli. Ve kayalarla çizilen tabloları hiçbir zaman uzaklarda aramamalı.

Erzurum’a geldiğiniz vakit Tortum’u görmemek ehl-i vicdana sığmaz. Akıl kârı değildir. Mutlaka seyyahların notlarında “şelale” denince, içinde “Tortum” geçer, Kaleme alınan yazılarda “Erzurum” yer aldı mı, Tortum’un ismi geçmez mi? Kuzeydoğuya gidildikçe Tortum Gölü’ne varacaksınız. Nasıl mı? Tabi ki ayaklarınız sizi oraya götürecek. Keza yol boyunca birkaç köy sıralanır. Bu köylerin aklımızda kalanları Tufanç, Akdağ, Tafta, Köşk gibi birkaç isimdir. Unutmadan Narman’a dair bir cümle daha sarf edelim: Narman, Kapadokya’yı aratmayan peri bacaları yanında Micingirt ve Zivin Kalesi’ni de içine alır.

Tespihin madeni Oltu’ya gitmemek olmaz. Oltu’ya gitmek için Tortum’dan kuzeybatıya yönelmek lazım. Rotamız kuzeybatı olunca Güzelyayla Geçidi’ni aşmak gerekir. Güzelyayla Geçidi sonrası artık uzaktan uzağa Oltu Kalesi’ni görürsünüz. Önce Büyükorcuk, akabinde ise Kaleardı Köyü’nü geçersiniz.

Devrim AKTÜRK: Sayın Abakay,Bir Diyarbakırlı Erzurum’da Hangi İş Sektörlerine Yatırım Yapmalı

Diyarbakır’da yazın iklim şartlarından ötürü havaların sıcak olması, çoğunlukla halkın tarıma yatırım yapmalarını ön plana atıyor. Bununla birlikte pamuk sektöründeki gelişmişlik, giyim sektöründeki başarılı veriler Diyarbakır halkının bu tarz çalışmalarda ön planda olduğunu ortaya çıkarıyor. Peki, bir Diyarbakırlı Erzurum’da hangi alanlara yatırım yapmalı?

Mehmet Ali ABAKAY:-ekonomik gelişmişlik sıralamasında alt sıralarda yer alan Erzurum’da, bir Diyarbakırlının yapması gereken yatırımlar, Gıda ürünleri ve içecek imalat sektörü tarafından Türkiye İstatistik Kurumu Genel Sanayi İşyerleri Sayımı (GSİS) göstergeleri, özel sektör iş gücü verimliliği, sanayi ve ticaret odalarının tercihleri ve ihracat il içi yüzde göstergeleri tarafından sırasıyla; gıda ürünleri ve içecek imalatı, ağaç ve ağaç mantarı ürünleri imalatı, mobilya imalatı, başka bir yerde sınıflandırılmamış diğer imalatlar ile kimyasal madde ve ürünlerinin imalatı sektörlerinin yatırıma daha uygun olduğunu göstermektedir. Önemlikle de başta büyükbaş hayvancılık olmak üzere, hayvancılık sektörünün de gelişmiş olması, bir Diyarbakırlı için Erzurum’da yeni iş sektörünün ortaya çıkmasını sağlayabilir. Ek olarak ise, hayvancılığa bağlı olan Erzurum’da ayrıca süthane işletmeciliği ve peynir üretimi, çiftlik hayvanları için yem imalatı sektörleri de önemli bir konuma sahiptir.

Erzurum’da Yemek Kültürü:

11 bin yıldan fazla bir geçmişe olan Diyarbakır Türkü’yle, Kürdü’yle, Arap’ıyla, Ermeni’siyle, Fars’ıyla, Acem’iyle, vb. kavimleri ile çok eski bir medeniyete dayanan uygarlığın beşik kentlerindendir. Haliyle bu durum Diyarbakır mutfağının da güçlenmesine ve zenginliğine vesile olmuştur. Keza aynı durum tarihin bir başka beşik kentlerinden olan Erzurum’un da bu zenginliği tatmasına ve güçlü bir yemek kültürünün oluşmasına olanak sağlamıştır.

Yılın uzun bir bölümünü karlar altında geçiren Erzurum’da, günlük yaşamın yanı sıra geleneksel yemek kültürü de iklim koşullarının etkisi altında kalmıştır. Fakat Milattan Önce 11. yüzyıldan bu yana farklı medeniyetlere ev sahipliği etmiş, kültürlerin beşiği olarak da adlandırabileceğimiz bir yer olan Erzurum’da; Uzundere’den Aziziye’ye, Horasan’dan kış turizminin cenneti Palandöken’e kadar her yer farklı bir tarihi dokuyla bezenmiştir.

Erzurum’un yöresel bir cennet olduğunu hesaba katarsak yemeklerinin de lezzetli olması gerektiğini hemen anlarız. Çünkü yüzyılların birikimi ve afiyeti nesilden nesile geçmiştir.

Yaşama alışkınlıklarının ve sosyo-ekonomik durumun izlerini yüzlerce yıl gerilere götüren zengin bir mutfak kültürüne sahip olan Erzurum’da, yemeklerin ünü kentin sınırlarını çoktan aşmış durumdadır.

Yemek yemenin başlı başına bir kültür, bir yaşam biçimi olduğu Erzurum’da, binlerce yıllık zaman diliminde yaşayan çeşitli uygarlıkların izlerini görmek de mümkündür. Yemek yenilen yere, ‘‘Ekmek Sofrası’’ denilen Erzurum’da yemeklere genellikle Ayran aşıyla başlanır, kadayıf dolmasıyla bitirilir. Çay servisinden önce ise civil peynir yenerek, çay için hazırlık yapılır

Erzurum Mimarisi

Erurum mimarisi bulunduğu iklim şartlarına göre son derece korunaklı yapı malzemelerinden oluşmuştur. Bununla birlikte tarihi Diyarbakır Mimarisi, kendine has özellikler taşır. Ana malzemesi volkanik lav olan Bazalt taşı ile inşâ edilmiş tüm yapılar, iklim şartlarına göre oluşturulmuştur. Dört mevsimin yaşandığı şehirde sokaklar (Küçeler) dar, avlular (hevşler) oldukça geniş, dikdörtgen yapı alanının genelde dört yanı yapı eklentilerine sahiptir. Oldukça geniş tutulan avlu ortasında kuyuya yakın havuza sahip, helâlar sokağa açılan kapının yanı başında yer alır. Avluda muhakkak gül, dut ağacı eksik olmaz, evin ihtiyacını karşılayacak toprak alanda değişik sebzelerin ekimi sağlanır.3

Gel gelelim Erzurum Evlerine ve Mimarisine. Erzurum evlerinin oluşmasında bulunduğu zengin coğrafya, tarih ve kültür ortamının payı büyüktür. Özellikler içlerinde yaşanan hayat, iklim ve yapı malzemesi evlerin tasarımında önemli etkenlerdir. Bunun için Erzurum’da esas olarak Türk ev mimarisine uyan fakat kendine has özellikleri olan bir konut türü olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Zemin katta ahır, kiler, samanlık gibi yardımcı hizmet bölümlerinin yanı sıra yaşama mekânları da bulunmaktadır. Önemli yaşama birimi olan tandır evi ve kışlık odalarda bu kata yerleştirilmiştir. Türk evinin açık avlu – taşlık kısmı kapalı bir avlu şeklindedir. Zemin kat önemli bir yaşama alanı haline getirilmiştir. Birinci katta daracık bir geçitten ibaret olan sofaya bir veya iki oda açılmaktadır. Böylelikle Doğu Anadolu’ya has diğer bölgelerimizden farklı bir plan ortaya çıkmaktadır. İç avlulu ve tandır evli tip olarak tanımladığımız bu tip evlere Bayburt ve Kars gibi yerleşim birimlerinde rastlamak mümkündür. Ancak bu evlerin en güzel örnekleri Erzurum’da mevcuttur. Erzurum’un eski evleri savaşlar, yangınlar ve yeni inşaatlar yüzünden yeterince korunamamıştır.

Erzurum’da Ekonominin Bel Kemiği – Atatürk Üniversitesi:

Erzurum’da hem ekonomi bakımından hem de kültürel farklılıklar konumunda en büyük faktör, hiç şüphesiz Atatürk Üniversitesi’dir. Tıpkı Diyarbakır’ın Dicle Üniversitesi’nde olduğu gibi Erzurum Atatürk Üniversitesi de çok önemli bir öneme sahiptir.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde eğitim veren en eski ve en donanımlı üniversitelerden biridir. Ankara Üniversitesi ile gerçekleştirilen yakın ilişkiler, Cevdet Sunay’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde 1969 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Diyarbakır’da açılması ile gerçekleşmiştir. Akabinde 1974 yılında Fen Bilimleri Fakültesi ile birlikte Dicle Üniversitesi, bağımsız bir üniversite olmayı başarmıştır. Üniversitenin adını ise 1982 tarihinde Kenan Evren bırakmıştır.

Atatürk Üniversitesi’nin hikâyesi ise biraz daha geçmişe dayanır. Çünkü bu tarihi ve kıymetli üniversitenin tarihçesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli rüyalarından birinin gerçekleşme öyküsüdür. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM’de yasama yılı açılış konuşmasında, Doğu Anadolu’da bir üniversite kurulması gerektiğini belirterek, bu husustaki çalışmaları başlatma talimatını vermiştir. Atatürk’ün ölümden 12 yıl geçmesine rağmen herhangi bir çalışma başlatılmazken, bu konu Adnan Menderesli DP tarafından 1950 yılında tekrar gündeme getirilmiştir. 1951 yılında kurulan komisyon, üniversitenin Erzurum vilayetinde olması gerektiğini belirtmiştir. Tarihler 1957 yılını gösterirken, Atatürk Üniversitesi’nin açılışı da gerçekleşmiş oldu.4 Ayrıca Atatürk Üniversitesi 33 m2 ile Van 100. Yıl Üniversitesi, Orta Doğu Üniversitesi ve İzmir İleri teknoloji Enstitüsü’nün ardından en büyük üniversite kampüsleri sıralamasında 4. sıradadır.5 Ayrıca üniversitenin öğrenci sayısı toplam 72 bin 75’tir.6

Devrim AKTÜRK: Sayın Abakay, son olarak bizlere Oltu Tespihinden bahseder misiniz?

Mehmet Ali ABAKAY: Elbette. Yaşlı insanımızın elinden düşürmediği rengi siyah habbeleriyle nam salmış tespihin ana merkezi Oltu’dur.

Bir hanın içinde küçük bir atölye bulunur ve bu atölyenin içerisinde tek başına çalışan bir sanatkâr… Küçük kutularda birikmiş boy boy tespih daneleri. Ele alındığında sahibine itibar kazandıran Erzen-i Rûm menşeli tespihler bin bir emek ürünü ile oluşturulur. bu tespihlerin hangi ustanın elinden çıktığı anlaşılabilir mi? İçimde geçen sorunun cevabını tebessümle açıklıyor.

Bunca anlatım içinde Oltu Taşı Tespihi’ne geri dönmenin tam demidir aslında. Sarıçam ya da ardıç ağacının ana kaynağı olduğu söylenen Oltu Taşı, reçinenin siyahlaşmış olanıdır. Oltu’da sadece tesbihe dönüşmez bu taş. Hokkadan kaleme, ağızlıktan maskota, sahandan tepsiye kadar birçok hediyelik eşyaya dönüştürülür. Güzelsu, Hankaskışla, Günlüce, Taşlıköy, Alatarla, Dutlu, Sülünkaya olmak üzere rakımı yüksek dağlarda açılan ocaklardan tabaka halinde çıkarılan taş hem çıkaranı, hem işleyeni ve hem de satıcısı olarak en az 2000 ailenin geçim kaynağıdır.

Şehrin alamet-i farikası Oltu Taşı yanında yeşim, kimi zaman kehribar olmak üzere diğer taşlara da rastlanır. Şehrin turistik eşyasına vurulan mühür olan Oltu Taşı, Erzurum’da sık sık tekrarladığımız gibi dededen babaya babadan oğula miras gelmiştir.

Devrim AKTÜRK: Efendim böyle güzel bir röportajı gerçekleştirdiğimiz için Dergimiz adına teşekkürlerimi eder, şükranlarımı sunarım. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın.

Mehmet Ali ABAKAY: Bende hem Diyarbakırlılar için hem de Erzurumlular için böyle güzel bir röportajın oluşmasından mütevellit müteşekkirim. Sevgiyle ve edebiyatla kalınız.

3

Share this content:

Röportajlar