Fakat, Babasının adını hep yanlış yazdılar!

Fakat, Babasının adını hep yanlış yazdılar!

Milli kahramanı kadın olan bir ilin mensubu olmak nasıl bir duygu“ diye sorduklarında“ bunu ancak sahip olan ve yaşayan bilir “ diye cevaplıyorum. Evet, adı tarihe geçen Nene Hatun bir semboldür, başımızın tacıdır ve onun yanı sıra ilimizin tarihinde yer almış nice Nene Hatunlarımız vardır. Ama bunları ne anlatan ne öğretenimiz var. Bir kişiye takılıp kalmak kolayımıza geliyor herhalde.  

Merak ediyorum toplumuzdan kaç kişi Milli mücadele döneminde cepheden cepheye koşan ve üsteğmenlik maaşını Kızılay’a bağışlayan “Kara Fatma” lakaplı Erzurum/Aşkale/Çay Köylü Fatma Seher Erden hanımı tanıyor, nerede yaşamış, nerede ölmüş, kimi kimsesi var mıdır? Bunların hiç birini bilmeyiz öğrenmeye de gayret etmeyiz.

Erzurumlu Fatma Seher’in nam-ı diğer Kara Fatma’nın hayatını elinden geldiğince araştırıp kitaplaştıran, ayaklarının altına cennet serildiği müjdelenen yegâne varlığın kadın olduğunun bilincinde olan Yazar İlknur Bektaş’ın girişimleri ile Türk Kızılay’ı tarafından Kasımpaşa’da anıt mezar yapıldı. Bu mezarın açılış Töreninde konuşan Kara Fatma’nın (büyük bir ihtimal ile evlatlıklarından birinin çocuğu) 5. kuşaktan torunu olduğunu söyleyen Orkun Kuşlu ise, Kara Fatma’nın torunu olmaktan dolayı şeref duyduğunu söyledi. Şimdiye kadar sen neredeydin, adını sanını hiç duymadık, hadi biz vefasızlık ettik, sen Erzurum’a gelip bir hatırlatma yaparak bizi utandırsaydın. Şimdi torunuyum diye ortaya çık, ellerin yaptırdığı mezarın başında “şeref duyuyorum” de… Kulaksız mezarlı kaldırıldığı zaman uzaylılar kaldırmadı ya, duyurusu yapıldı, sahipli olan mezarlar başka yere taşındı, Kara Fatma’nın mezarı kayboldu gitti, ben olsam utancımdan gitmezdim? (insan geçmişinde yer alan hem de tarihe geçmiş kahramanlıkları dilden dile dolaşan bir yakınını araştırıp sormaz mı, mezarını bilmez mi, kaldı ki Kara Fatma’nın bir çocuğu olmuş ve vefat etmiş, sonra çocuğu olmamıştı.) İstanbul’da yaşayan kaç Erzurumlu o Anıt Mezarın açılışında bulundu. Neredeydi hemşeri dernekleri, vakıfları…

Kızılay Gen. Md. Ahmet Lütfi Akar : “Ordu’ya çavuş olarak katılıp üsteğmenliğe yükselen bir kadının aldığı emekli maaşını Kızılay’a bağışlaması son derece anlamlıdır. Bu anıt mezarı yaptırmakla hem tarihi bir şahsiyeti anmış hem de vatandaşlarımızı bu konuda bilgilendirmiş olduk.” Dedi. 

Oldum olası, şehirleri bir insan hayatı ile eş değer tutarım.  İnsan hayatı ile şehrin ömrünü karşılaştırmak oldukça güç de olsa, şehrin tarihî mirasını, kültürel değerlerini dünden yarına taşıyamamak, yaşayanların en büyük ayıbıdır.

Şehirleri şehir yapan insanıdır.  O insanların inançları, kültürleri, tarihleri yani kısacası medeniyetleri o şehri şehir yapar. Kişi, yaşadığı şehre bir değer katmışsa o şehrin adamıdır, yoksa şehirle bir alakası olduğu düşünülemez. Şehir, her yönüyle insanın eseridir, insanının ilgisine, sevgisine dayalı bir ruhun yansımasıdır. Kişi O dur ki ardında bırakır bir eser, Eseri olmayanın yerinde yeller eser. ” Mısralarında olduğu gibi… Arkasında bir eser bırakmamış insanların unutulması çok kolaydır ve hayırla yâd edilmesi oldukça güçtür. Hele elin Avrupa’sın da gördüğümüz mezara saygı ve itinadan bizim mahrum oluşumuz, şehri şehir yapan değerlerimizi gittikçe yitirdiğimizin birer numunesidir. Doğduğu şehri ve o şehrin insanını tanımayanların milli kimliğini koruduğu söylenebilir mi? Ceddinin mezar taşını okuyamayanların, geleceği okumaları düşünülebilir mi? Maneviyatı olmayan insanlara güven olur mu?

KURTULUŞ SAVAŞININ kahramanı kadın asker. KARA FATMA?

Doğum tarihi1888, Erzurum

Ölüm tarihi ve yeri2 Temmuz 1955, Şişli, İstanbul

Defnedildiği yerTarihi Kulaksız Mezarlığı, İstanbul

Ödüller: İmtiyaz madalyası, Liyakat Madalyası ve Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası

Kara Fatma yani Fatma Seher Erden, Kurtuluş Savaşı’ndaki Kara Fatmaların en meşhuru ve Türk-Rus Harbi’ne katılan Erzurumlu olanıdır (Sırat-ı Müstakim Mecmuası1910.) Erzurum’un Aşkale ilçesi Çay Köyünde 1888’de dünya geldi ve milli mücadele savaşında bir Türk Kadını olarak kahramanlıklarıyla yer aldı. Balkan Harbi’nde kocası Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunan Kara Fatma daha sonra I. Dünya Savaşı’nda 9, 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi’nde savaşmış, eşi Binbaşı Derviş Bey’in şehit olmasından sonra kongre günlerinde Sivas’a giderek Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal ile görüşüp savaşta yer almak isteğini söylemiştir.

Fatma Seher Mustafa Kemal’le nasıl görüşebildiğini hatıralarında şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli olduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf vardı, yüzüm peçe ile kapalıydı. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince ilk defa sert bir lisan kullanarak “Ne görüşeceksin” dedi. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye üstün gelerek derhal peçemi kaldırdım ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi ve maruzatımı bir dakika için dinlemesini ısrarla rica ettim, kendisi yakınımızda bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler. Mustafa Kemal bana adımı, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğimi sordu ve aldığı cevaplardan memnun olarak “bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma” dedi. Kendi eli ile yazdığı kâğıdı vesika olarak bana verdi. Sıkışık vaziyetlerde sana yarar. Haydi, göreyim seni verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git hazırlan ve işe başla” dediğini anlatmıştır. İşte Fatma Seher Erden’in adı bu görüşmeden sonra Kara Fatma diye anılmaya başlamıştı.

Kara Fatma aldığı talimatla İstanbul’a gelmiş, Topkapı da Pire Mehmet ve Laz Tahsin ile birlikte on beş kişilik çete kurmuş, köylü kıyafeti giyerek Haydarpaşa’dan trene binip İzmit’e inmişler ve iş bulmaya gelen muhacir görünümünde sayılarını arttırmaya çalışmışlardır. Kısa zamanda doksan altı kişi olmuşlar, Üsküdarlı Albay Neşet Bey emrinde savaşmışlar, askeri bakımından mühim olan Fındık Tepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdi.

Mustafa Kemal, Fatma Seher Erden’i Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirdi. Elinde silahı, belinde mermileri, ayağında çizmeleri ile vatan uğruna ölmeye hazır bir kahramandı Kara Fatma… O bir milis üsteğmendi.
Savaş sırasında orduda çeşitli görevler alan Kara Fatma, İstiklal Harbi’nde 300 kişilik birliğe komuta etti. Balkan Savaşları’nda Edirne’de, Kafkas cephesinde düşmana karşı gelmiş, Sarıkamış’ta eşi Derviş Bey’i kaybetmişti. Aldığı talimatla İstanbul’a giden Kara Fatma silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir’in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir’e geçerek kurtuluş için savaştı. Balkan Savaşı ile birlikte başlayan macerası, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi, 1. ve 2. İnönü Muharebeleri, Sakarya ve Dumlupınar Meydan Savaşları ve Büyük Taarruz ’da devam etti. Milli Mücadele döneminde yüz elli kişilik bir çetenin başında, işgalcilere karşı amansız mücadelelere giren Kara Fatma, Mustafa Kemal Paşa’nın da iyice takdirini kazanmış, vatanına karşı vazifesini eksiksiz yerine getirmişti. Gözü karaydı Kara Fatma’nın. İzmit, İznik, Bursa, Alaşehir, Sivrihisar’da düşmanla göğüs göğse çarpışmış, üsteğmenlik rütbesine kadar yükselmişti. Bu mücadeleler sırasında birkaç kere yaralanmış, Afyon’daki Büyük Taarruz ’un başlarında esir düştü. Ama kaçmayı başardı ve tekrar ordusunun başına geçti. On başı olduğu dönemde kadınlardan oluşan birliğiyle Yunan cephesinin arkasından saldırarak, 1 Yunan Subayı dâhil 25 esirle birlikte dönmüştü.

İzmit Yunan işgali altında idi. O günlerde bir köylü kadını gibi pazara öteberi getirip satıyor, akşam olunca şehirden ağır sandıklar alarak esrarengiz bir şekilde çıkıp gidiyordu. Bu kadın iki defa gelip gitmiş dönerken altışar sandık götürmüştü. Üçüncüde bu şüpheli kadını yakaladılar. Sandıklar cephane sandığı idi. Kendisini askeri koğuşlarından birine attılar. On dokuz gün mütemadiyen dövdüler, dövdüler. On dokuz gün zarfında tamamıyla dermansız, hasta ve perişan olan bedbaht kadın Kara Fatma çetesinin bizzat reisesiydi.

Müfrezesine kırk üç kadından başka yedi yüzde erkek katılmış olduğunu söyleyen Kara Fatma, kadınlardan yirmi sekizinin şehit düştüğünü, geriye kalan on sekiz kadın ve diğer erkeklerle 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları’na katılmış, bu savaşlarda on sekiz kadını şehit olmuştu. Kendi de yaralanmış ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne yani Afyon harbine müfrezesiyle katılmış. Bu savaşla ilgili, onun kahramanlığını zekâsını çok iyi anlatan hatırasını onun ağzından yazıyorum.

Altımdaki Ceylan ismindeki at, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevkalâde mahirdi. Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşmana müfrezemle taarruz esnasında, atımla düşmanın mevziine sokulmak icap etti. Bu esnada düşman tarafından bir kement atılarak yakalanmıştım ve hayvanda şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben düşmana esir olmuştum.

Beni yakaladıktan zaman gözlerim bağlayarak, kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürülmüştüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü ve Sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargâhlarında yarım saat benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı; ben de kaçamak cevaplar veriyordum. Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler. Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis’in yanına götürdüler. Beni görünce son derece hayretle bana bakıyordu ve “Sen Kara Fatma!” diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı. Biraz sonra hayret etmesinin sebebini son sualinden anladım. Meğer bunlar, Kara Fatma’yı devasa bir şey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben “Anadolu’daki Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim” demiştim. Beni bilahare bir yere kapadılar. Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti. Her gün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı. Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi. Şarap içiyorlardı. Misafir olan arkadaşı kalktı gitti. Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu. Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm. Fakat bir türlü inanamıyordum. Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim. Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım. On dokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra kaçmaya muvaffak oldum. BURSA’NIN işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim. Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmenliğe terfi edildim.”

BURSA 20 Haziran 1920’de Yunanlılarca işgal edilmişti. Düşmandan temizlenmesi Afyon Zaferi’nden on gün sonra 10 Eylül 1922’dedir. Kara Fatma müfrezesiyle BURSA’NIN KURTULUŞU savaşına da katılmıştır. Afyon ilçelerinden “Burhaniye Köyü’ne geldiğim zaman artık tamamen Yunan elinden kurtulmuştum; fakat şimdi harp etmek, düşmanı sürmek için bende daha yaman bir ateş uyanmıştı. Bana ve vatandaşlarıma yaptıkları zulüm, eza ve cefadan dolayı Yunanlılara mülevves ayaklarıyla topraklarımızı çiğneyen bu düşmanlarımıza teskin olunmaz bir kin ve nefret duymuştum. Müfrezemi tekrar teşekkül ettim ve BURSA CEPHESİNDE harbe girdi. Yunanlılar burada mukavemet ettiler fakat Türk’ün süngüsü yaman şeydir, O’na kimse mukavemet edemez. Vazifemizde muvaffak oluyorduk. Yunanlılar bizim ordunun hücumuna fazla dayanamadılar. Bozgun başladı; birkaç gün içinde Yunan’ı denize sürdük. Artık vazifem bitmişti. Yorgun vücudumu dinlendirmek için izin verdiler, işte bende bugün memleketimi geziyorum. Vilayeti Şarkiye ye gittim. Karadeniz sahillerini gördüm bir iki gün evvel de güzel İstanbul’umuzu görmek için buraya geldim” diyordu Kara Fatma bunları Tanin Gazetesi muhabirine anlatmıştır ve bu konuşma Tanin Gazetesi’nin 5 Temmuz 1923’de yayınlanmıştır.

Kara Fatma İstanbuldan sonra gittiği Konya da 9 ve 21. Temmuz 1923 te yayımlanan Babalık Gazetesine verdiği röportajında “ Kadın her sahada erkek gibi mi çalışmalıdır” sorusuna şöyle cevap vermiştir. “Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki. Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz, İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı hele kadınları, İstanbullu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanı başında 10 tane de kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur. Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” diyor. Bu mülakatından onüç yaşındaki küçük kızının da kendisi gibi harbe katıldığını, Kocaeli’deki bir çarpışma sırasında bir şarapnel parçasının eline isabet edince iki parmağını kaybettiğini öğreniyoruz. (manevi kızıdır, kendisinin çocuğu yoktur).

Milli Mücadelenin bu unutulmaz kadın kahramanın hayatı savaş sonrası ne yazık ki acılar içerisinde geçmişti. Yenigün Dergisi’nin 9 Ağustos 1933 yılı nüshasında gazeteci Mekki Said Bey’in kendisiyle yaptığı röportaj yürek parçalayan cinstendi.

Hayatını vatan uğruna savaşmakla geçiren Kara Fatma; açlık ve sefalet içinde Galata’daki bir Rus manastırında kalıyordu. Karanlık bir odada aklını yitirmiş manevi kızı Fatma ( şarapnel ile parmakları kopan kız) ve sokaklarda dilenen çocukları ile birlikte yaşıyordu. “Açlığımı belli etmemek için geceleri odama kapanır ağlarım” diyen Kara Fatma’nın odasında sadece yere serili iki tane çuval ve üzerinde yattıkları tahtalar vardı. Röportajında “Ne olursa olsun halimi belli etmemeye çalışıyorum. Soranlara eşyalarımızın başka bir yerde olduğunu söylüyordum, torunlarımı da sağlam yetişsinler diye tahta üzerinde yatırıyorum” diyor ve utancından ağlıyor.

1944’te yeniden hatırlanıp Defterdarlıkta bir işe yerleştirilen 55 yaşında ki kahraman kadın, manevi kızı ve torunlarına bakabilmek için “Ne iş olursa yaparım ama bu yaşta bana kimse iş vermiyor, ben de kızım ve torunlarım aç kalmasınlar diye kimseye belli etmeden akşamları yardım toplamaya çıkıyorum” derken çaresizliğini ortaya koyuyordu. Kara Fatma “Çalıştığım müddetçe amirlerimin takdirlerini kazandım. Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan tek şey bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim” diyerek madalyasını Said Bey’e gösteriyor ve “Göğsümde bir de şarapnel parçası var acı veriyor.” diyor.

Onun bu içler acısı halini devletimiz ancak 1954 yılında fark etti. O tarihlerde  Rıfkı Salim Burçak, Bahadır Dülger, Sabri Erduman, Rıfkı Topçuoğlu, Zeki Çavuşoğlu, Şevki Erker, Abdülkadir Eryurt, Hamit Şevket İnce, Hasan Numanoğlu, Cemal Önder ve Esat Tuncel Erzurum mebusu idiler. Ama  Kara Fatma için Kars milletvekili Tezel Taşkıran ve Rize Milletvekili İzzet Alçal teklif veriyor ve onların teklifi ile yapılan özel bir kanunla 22 Şubat 1954 yılının son aylarında ömür boyu 170 lira maaş bağlanıyordu. Ne hikmet ise böyleyiz işte, geçmişte ve bugün… Hepimize yazıklar olsun.

Savaş sonrasında İstanbul’a yerleşen Kara Fatma devletin kendisine bağladığı maaşın tek kuruşuna dokunmadan hepsini Kızılay’a bağışladı ve hayatı boyunca rahat yüzü görmemiş, açlık ve sefaleti iliklerine kadar yaşamış Üsteğmen Kara Fatma, 2 Temmuz 1955’te geçirdiği bir rahatsızlık sonrası 11 gün yattığı Darülaceze’de hayata veda etti.   Kasımpaşa’ da Kulaksız Mahallesi’ndeki kimsesizler mezarlığına defnedilen Kara Fatma’nın kabri ne yazık ki yapılan yol inşaatı nedeniyle ortadan kayboldu.

İmtiyaz Madalyası, Liyakat Madalyası ve Kırmızı Şeritli İstiklal

Madalyasına sahip Fatma Seher Erden Kimdir?

Aslına bakarsak Aşkaleli olması dolayısı ile Kara Fatma’yı ben veya benim gibi eli kalem tutan bir Erzurumlu yazar yazmalı idi. Ama biz o kadar vefalı ve düşünceli değiliz. Ben bizzat şahsımı diyorum. Ben de vefa olsaydı hemşerimi ben araştırır yazardım.

Erzurum da Yukarı Mumcu Mahallesi Atatürk Evi Sokak ta yer alan evimizin sonbahar temizliği sırasında kitapların temizliği için kütüphane raflarını boşalttığımda meşhur doküman çantalarımın birini karıştırırken epey zamandan beri aradığım defterlerimi buldum. Bu defterlerde ki bilgiler hiçbir yerde yoktur ve haliyle yayınlanmamıştır.

Bu bilgiler; çok sevdiğim, saygı duyduğum gerçek bir dadaş kızı ve dadaş hanımı olan ve 2020 yılı itibarı ile hala sağ olan Kara Fatma’nın öz amcasının oğlu Seyyaf  Kaygılı’nın (nam-ı diğer Seyyaf Hafız’ın) kızı  Hulkiye Himoğlu’ndan ve erkek kardeşi Aşır Karakaş’tan, rahmetli olan diğer kardeşleri Sıddık’ın oğlu Çetin Kaygılı’dan bizzat alınmıştır. (2009) Pehlül ağanın oğlu Seyyaf’ın çocuklarından Hulkiye Hanım, Aşır Bey ve Çetin bey ile bizzat konuştum diğer kardeşleri Sırrı ve Sıddık rahmetli olmuştu ve Sıtkı amca ile de telefonla görüşme imkânım oldu.   

Şimdi ki adı ÇAY Köy olan Ergemansurlu Delioğullarından Sadullah ağanın iki oğlu var, Sıddık ve Abdullah. Sıddık’ın oğlu Pehlül ağa ve eşi Hatice hanımın, Hacer, Seyyaf, Ayşe ve Dursun isimlerinde dört çocuğu var,  kardeşi Abdullah ve eşi Seyhan hanımın (Seyran Nene) da bir tek kızı vardır o da Fatma Seher, yani nam-ı diğer Kara Fatma…

Yani Kara Fatma’nın babasının adı Abdullah annesinin adı Seyhan’dır (Seyran Nene). Öykülerde, romanlar da ya da basılmış bir takım eserlerde belirtildiği gibi ne aşiret Reisi Yusuf Abdal, ne İbrahim Yahya, ne Ayvazların Mehmet’in oğlu ne de Dervişlerden falanın kızı. Kara Fatma şimdi ki adı Çay Köy olan Ergemansur’lu Delioğullarından Abdullah ağanın kızıdır.

Son dönemlerde oldukça kıymete binen tarihi şahsiyetleri romanlaştırma gayreti oldukça anlamlı ve güzel bir durum olmasına rağmen roman ya da hikâye olmaktan öteye geçememektedir. Roman ve hikâyeler olmuş ya da olması muhtemel olan olayları kapsar, içinde gerçekleri arama hakkımızda yoktur. Ama burada Kara Fatma’nın ait olduğu bir aile ve o ailenin bizzat mensuplarının oluşu bu hayat hikâyesine farklı bir boyut kazandırmaktadır.

Bir kere daha tekrarlayalım, Kara Fatma için bizzat görüştüğüm Hulkiye Himoğlu, Sıtkı ve Aşır beylerin dedeleri Pehlül Kaygılı’dır, Pehlül dedenin bir kardeşi vardır Abdullah Ağa. Abdullah’ın kızı da daha sonra kahramanlıkları ile tarihe geçecek olan Kara Fatma’dır. Aşır Karakaş ile Hulkiye Hanımın babası Pehlül ağanın oğlu Seyyaf Hafız, Seyyaf hafızın öz amcası Abdullah ağa olduğuna göre babalarının öz amcakızı olan Kara Fatma, Aşır ve Hulkiye kardeşlere haliyle (hala, bibi) pozisyonunda yakın gelmektedir.

Benim de Aşkaleli olmama rağmen Kara Fatma’nın sülalesini araştırmam kolay olmadı. Yıllar içerisinde aile Erzurum merkez Dere Mahallesi, İstanbul ve Kastamonu gibi yerlere göç etmişti. Kara Fatma’nın sülalesini araştırdığımda Hafız Seyyaf- Cevahir hanımın kızı Hulkiye hanımın, Himoğlularından 21. Dönem Erzurum milletvekili Mücahit Himoğlu’nun amcası demirci Şeref Himoğlu’nun eşi olduğunu öğrendim.

Mısırdan bir vesile ile gelen Deli Ahmet Paşanın evlatları Aşkale’nin şimdiki adı Çay Köyü olan Ergemansur köyüne yerleşmiş ve saygın konumda bir ailedir. Hatta Sıddık ağa köyde ki misafir odasında, Milli mücadele döneminin kış mevsimine rastlayan günlerinde sefere çıkan komutanlardan birisini tüm zevatı ile üç gün konuk ettiği söylenirdi. Hatta komutanın giderken Delioğlu Sıddık ağaya bir cepken hediye ettiğini çocukluğumuzda duyardık. O komutan  Delioğlu Sıddık ağaya şöyle teşekkür etmiş; 

Ağaları var Mısırlı

Evleri var hasırlı

Sağ olsun Ergemansırlı

Bizi üç gün misafir eyledi.” bunu bir kâğıda yazılı olarak bırakmış ama zamanla kaybolmuş.

Hulkiye Hanım’ın Kara Fatma ile hatırası: “ sekiz-dokuz yaşlarındaydım. Dere mahallesinde ki evin önünde oynarken bir atlı geldi. Dedem evin önünde ki binek taşında oturuyordu, hiç unutmuyorum, atın üstündeki adama epeyce bir baktı, “ kız sen misen Fatma” diyerek hemen kalktı atın başını çekerek kapının önünde az önce oturduğu binek taşının yanına getirdi. Atın üstünde ki ufak tefek adam attan atlayarak indi, dedemin elini öperek boynuna sarıldı. Dedem de sarıldı hatta biraz geri tutarak yüzüne baktı tekrar sarıldı. Asker kıyafeti giyinmişti, ayaklarında çizmeleri, belinde kılıcı, başında kalpak vardı, bizde bu haliyle onu erkek zannettik ve o asker ile dedem sarılmış bir vaziyette içeri geçtiler.

Biz de çocuklarla oynuyoruz ya arkalarından baktık, yanlarına gitmedik. Ben çocuk kafamla erkek elbiseleri içinde attan inen misafiri erkek zannetmiştim. Meğer attan atlayarak inen bizim Gazi Fatma Halamız imiş.

Fatma hala kaç gün olduğunu bilemeyeceğim ama birkaç gün kaldı. Bu süre içerisinde yanına gidiyoruz bizi seviyor, adımızı soruyordu. Fatma Hala Dedemden babam Seyyaf’ı istemiş. “Seyyaf’ı bana ver benim oğlum olsun, oğul edineyim” demiş. Dedem gülmüş “kızım buralarda olsan veririm, senin yanında kalır ama İstanbul neresi, oraya nasıl vereyim, çok uzak, gelirsin gelemezsin, dünyanın bin türlü hali var, olmaz demiş ve verememiş. Bazıları Kara fatma’nın oğlu, kızı, kardeşleri var diyormuş, erkek ya da kız kardeşi varsa niye amcasından çocuk istiyor, kardeşlerinden birinin çocuğunu alırdı.

Fatma Hala gittikten sonra yanına Cumhur adında bir çocuk aldığını söylediler, belki de savaş sırasında yanında dolaşan bir kız varmış, onun çocuklarındandı. Evlatlığı olduğunu söylemişlerdi. Kocasının görevi Edirne de iken bir çocuğu olup ölmüş, Sarıkamış’ta iken de kocası vefat etmiş, daha sonra evlenmeyince de hiç çocuğu olmamıştı. Sigara içmesi buralarda  o devirde hoş karşılanmayan bir durumdu ama o erkek gibi giyinip erkek gibi hareket ettiği için garipsenmiyordu.”

Hulkiye hanımın diğer kardeşi Sıtkı Bey ise Kara Fatma ile hatırasını şöyle anlatıyor: “ Ben Kara Fatma’nın öz amcasının oğlu Pehlül ağanın torunuyum.1939 doğumluyum. Babam Seyyaf Hafız ile Gürcü kapıda eski hapanın arkasında Fuadiye otelinin yanında at arabasına yağ ve peynir yüklüyoruz. Bir fayton geldi, faytondan bir asker indi. Çok güzel, İngiliz kilodu denilen modelde bir asker kıyafeti vardı, göğsünde madalyaları vardı, başında kalpak, ayağında çizmeler, belinde kılıcı ile ufak tefek ama yakışıklı bir subaydı. Babam döndü baktı “oooo… Abla hoş geldin diyerek karşıladı ve sarıldılar. Babam Seyyaf hafıza dedi ki beni Pehlül’e götür, onları da göreyim, görevim var İstanbul’a döneceğim. Hemen altına bir sandalye getirdiler, oturdu bekledi. Babamın araba yükleme işi bitince ev gittik. Dere mahallesinde oturuyoruz. Annem Fatma halamı görünce çok sevindi, sohbet ettiler annem Cevahir hanım “Fatma abla sana ne pişireyim” dedi. O da “ cevahir bir gliko yap ta yiyelim” dedi. Annem gliko yaptı ve o günden bu güne GLİKO adını hiç unutmadım. Sohbet sırasında küçük kardeşim Sırrı için “emi oğlu ver de bunu yanımda götüreyim” dedi, babam olmaz gibi başını salladı, ertesi gün de gitti ama belinde ki kılıcı hiç unutmadım.”

(Delioğulları lakabı ile anılan bu sülalenin mensupları Aşkale, Erzurum, İstanbul ve Kastamonu da yaşamaktadır, buralarda soyadı alındığı zaman Kaygılı, Gaygılı ve Karataş diye üçe bölünmüştür.)

Kara Fatma’nın amcasının torunu Aşır Bey ile konuştukça gözlerinden dolu tanesi gibi yaşlar aktı ve “Zekiye Bacım, cehalet mi dersin, gurbet mi dersin, nasip mi dersin ne dersen de vebalimiz büyük, biz Kara Fatma gibi Milli Mücadelenin mücahitlerinden olan parmakla sayılacak sayıda ki bir değere, hatta daha doğru bir değimle halamıza sahip çıkamadık..” Aşır Beyin bu cümlesi ile sözün bittiği yere gelmiştik.

Sadece sen değil Aşır Bey bizlerde sahip çıkamadık, Erzurum ile hiçbir alakası olmayan Sevgili Dostum İlknur Bektaş ve bağışçısı olduğu Kızılay sayesinde bir mezarı oldu garibin. Sebep olanlara yürekten teşekkürler… Kara Fatma İnşallah bize hakkını helal eder.

Ve… Kara Fatma öldü (Foto: Hürriyet- A.B.) :

İstiklâl Harbinin tanınmış kadın simalarından ve Kara Fatma nam-ı ile maruf Fatma Savaşkan (yukarıda) dün sabah Darülaceze’de vefat etmiştir. İstiklâl Harbindeki sayısız kahramanlıklarıyla kendisine şöhret yapan ve “Milli kahraman” olan Kara Fatma’nın cenazesi Darülaceze’den evine getirilmiş olup bugün öğle namazını müteakip Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığına defnedilecektir. Kendisine lâzım geldiği kadar yardım yapılamadığı için son senelerde sefalete düşen Kara Fatma geçirdiği hastalıktan sonra bir lütuf olarak ancak Darülaceze’ye yatırılabilmiş ve orada birkaç aylık tedaviden sonra 67 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Allah rahmet eylesin. (Foto: Hürriyet- A.B.)

Not: Bu haberin de ne yazık ki bir yerini düzeltmemiz gerekiyor. 1954’de TBMM’ye maaş bağlanması için verilen dilekçede yaşının 70’i aştığı yazılmıştı. Haberde geçen 67 yaşında öldüğü bilgisi herhalde yanlış olmalıdır. Nitekim 1922’de kendisiyle görüşen Ahmet Emin Yalman 45 yaşlarında göründüğünü yazmıştır. Buna göre öldüğünde yaşının 75’in üzerinde, muhtemelen 79 olması gerekir. Görüyorsunuz, daha doğum tarihini bile tam olarak tespit edebilmiş değiliz kahramanımızın. Neyse ki ölüm tarihini öğrenmekle teselli olabiliriz. Şimdilik… 


Kaynak

İpek Yolunda Bir Kavşak-Aşkale: Zekiye Çomaklı

Bilinmeyen Tarih: Murat Kutlu
Mustafa Armağan: haber7

Yazar Kerim Usta  24 Mart 2013                                                                                                                                             Araş.Yazar: Zekiye Çomaklı

Share this content:

Erzurum Araştırmaları