9 KASIM 1877 ŞEHRİ VE AZİZİYE KAHRAMANLARI
Miladi Takvimle 1877, o zaman kullanılan Rumi takvimle 1293 yılında Şarkın ve Garbın afakını sarmış çelik zırhlı duvar. Rus bir yumruk gibi Erzurum üzerine geliyor. Erzurum’u geçse beş koldan Anadolu’ya saldıracak. Bütün yük Erzurum’un üzerine kalmış. Tabyalar bu an için hazırlanmış, asker elinde silah savaşıyor. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın omuzlarındaki apolet; bütün bir insanlığın, Müslümanlığın, Türklüğün sorumluluğunu ifade ediyor. Rus Edirne’yi geçse İstanbul düşecek ama Rus Erzurum’u geçerse bütün bir Anadolu düşecek. Bu Anadolu, İstanbul esir iken bütün bir Mülki İslam’a umut olan coğrafya, bu coğrafyanın kilidi ise Erzurum ve Erzurum tehlikede. Anadolu’nun fethinde merkezi şehirlerden olan Erzurum 8 Kasım 1877 günü Anadolu’nun savunmasının da merkezi durumunda. Erzurum derbend-i ehl-i imânın. Düşmemeli! Düşerse Anadolu’ya düşman dolacak. Düşerse İstanbul’un hükmettiği coğrafya elden gidecek.
Erzurumlu teyakkuzda, bir yere gitmem. Burası benim vatanım burada benim ocağım tütüyor diyor. Ocağını söndürmeye niyeti yok. Dolayısıyla, 1877 yılında doğan milli şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O, benim milletimin yıldızıdır; parlayacak. O benimdir, O benim milletimindir ancak” diyor.
8 Kasım 1877 akşamı şehir ihanete uğruyor. Erzurum’da yaşayan bir grup Ermeni, nöbet parolalarını öğrenerek tabya nöbetçilerini şehit ediyorlar. Bu ihanetle iki ve üç nolu Aziziye Tabyasına giren Rus askerleri, sayısı 1300 ile 1600 arasında olduğu tahmin edilen savaş yorgunu Mehmetlerimizi uykularında katlediyorlar. Bir nolu Tabyanın komutanı Yarbay Bahri durumdan haberdar oluyor. Mecidiye Tabyası komutanı Müşir Hasan Tahsin Paşa, Güney Cephesi Komutanı Müşir Kurt İsmail Hakkı Paşa hemen tabyaların üzerine asker gönderiyor, Mirliva Kaptan Mehmet Paşa, Ordu Komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşanın emriyle, komutası altındaki birliklerle Rusların üzerine taarruz ediyor. Ama düşman çok, düşman kuvvetli, Türk ordusunun gücü az, asker yorgun.
9 Kasım 1877 sabahı Ayas paşa camisinin minaresinden cami müezzini Hafız Abdullah Efendi’nin okuduğu sala duyuluyor. Peşine diğer camilerden peş peşe yükselen salalar Erzurum semalarını titretiyor. Mücahit Ruhlar Erzurum Ovasına iniyor. Halk artık baskından haberdardır. Ya şehri terk edecek ya da şehrini savunacak ki bu şehir kartal yuvası, nerde görülmüş kartalın yuvasını terk ettiği. Erkeği askerde olan şehrin halkı kadındır, çocuktur, yaşlıdır, gazidir. İş Nene Hatuna düşmüştür. Bu şehir Dadaş ocağıdır. Barında savaş seyri olan Dadaşın hasmı Çarlık ordusudur. 1856 Savaşında Gâvur boğanda bozguna uğrattığı hasım yeniden dadaşın karşısındadır. Bu sefer kanlı bar Aziziye tabyasında tutulmuş, yurda kurban yiğitler bar halkasına girmiş, yüzyılların ardından gelen bir vakar ile erlik, yiğitlik destanını yazmak için bir şimşek çakar gibi çarlık ordusunun üzerine Erzurumlu hücum etmiştir.
Ana baba terbiyesi almış, mahalle kültürü ile yetişmiş, ahilik ahlakı ile ahlaklanmış, medresede ilim tahsil etmiş, irfan meclislerinde kendini yetiştirmiş, askerde kan ve ter dökmüş, insanı kâmil sohbeti dinlemiş ve kendine özgü bir otoriter ruh oluşturmuş bu halk” Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.” Demiş ve yurduna alçakları uğratmamak için göğsünü siper etmiştir. Bu gün kutladığımız zafer, şehrini savunurken aynı zamanda ülkesini de savunan şehir halkına aittir. Bu zafer yaşadıkları şehre kendilerini ait his edenlerin ve yaşadıkları şehri sevenlerin tarihe bıraktıkları bir kahramanlık destanıdır. Bu destan ile Erzurum bir vatan bir sevda olmuştur.
Aziz bir tepeden baktığımız destansı şehir, sana bakarken Türk tarih ve coğrafyasına 1945 metreden bakıyor ve senin neden Mevla’ya emanet edildiğinin şuuruna, şüheda fışkıran bu toprakların üzerinde varıyoruz. Mücahit ruhların önünde al sancağımıza selam durup, bu şanlı sancaktaki nazlı hilal uğruna batan güneşleri rahmetle anıyoruz.
Yukarıda yazılanları analiz ettiğimiz zaman Erzurum’un kendine has bir kahramanlık ruhuna sahip olduğunu anlarız. Bu kahramanlık ruhunda, milli benlik, ön plana çıkmaktadır. Bu benlik kendine has bir şehir otoritesi ile işlenmiş ve şekillenmiştir. Bu ruhun insanlara işlenmesi ile Erzurum 9 Kasım 1877 şehri olmuştur. Bu ruhun tesir etmiş olduğu üç Aziziye kahramanını İsmail Habib Sevük’ün yurttan yazılar isimli kitabında öğrenme şerefine eriştik. Sevük Yurttan Yazılar da Aziziye kahramanları ile olan görüşmesini ve bu insanların tanımı ve anılarını olduğu gibi aşağıya aktararak sizlerle paylaşmayı isterim.
Bu kahramanlardan ilki, Yaşar Emmi; Erzurum istihkâmlarının yapılmasında çalışmış. 93 harbinde Kaptan Mehmet paşanın birliğinde askerlik yapmış olan Yaşar emmi görüşme yapıldığı zaman 110 yaşlarında olan orta boylu, güleç yüzlü, fakir giyimli, yaşına rağmen hala saçlarında siyah bulunan, bembeyaz dişli, çevik davranışlı, hamallıkla geçinen sevimli bir ihtiyardır. Aziziye kahramanlığını şöyle anlatmaktadır.” Biz halkla beraber manialı kışlaya saldırıyoruz. Pencerelerden yağmur gibi kurşun yağıyor. Girmek için kapıyı zorlamaktan başka çare yok. Hep birden gülle gibi, kapıya yüklendik. (iki eliyle yere bir şey silker gibi jest yaparak) paldır… Artık içeride olanı sormayın Urus askerlerinin hepsi Osman teslim demeyi öğrenmişler. Başları dara gelince onu söyleyip canlarını kurtaracaklar. Kışlanın içinde dipçiği kime kaldırırsak Osman teslim diyor. Başka zaman olsa haydi dinleyelim. Fakat bizimkilerden kadın erkek kanlar içinde bir sürü insan yere serilmiş. Ne Osman dinledik ne teslim”
Kahramanlarımızdan ikincisi fakir bir mahallede oturan, kısa boylu, tıknazca, kara gözlü, saçları kınalı, ağır işiten yaptıklarından bahsedilmesini sevmeyen deryadil bir kadın olan Name Kadındır. Savaş sırasında askerlere ekmek ve su taşımış savaş kızıştığında ise bulduğu bir satırla düşmana saldırmıştır” eli tutan herkes yaşlıcalar, genç kızlar, taze gelinler. Kimi sepetlerle ekmek taşıyor, kiminin sırtında fişek sandığı. Kimisi de bizim namusumuzu çiğnetmeyin diye erkeklere yürek pekliği veriyor” diye savaş halini anlatmış ve Nene Hatunun silahlı kadınlardan olduğunu söylemiştir.
İsmail Habib son olarak uzun boylu, beyaz saçlı gri gözlü ve asabi edalı bir Türk anası olarak tanımladığı meşhur Nene Hatun ile görüşmüştür. Kendisi vakadan bir gün önce büyük kardeşi Hasanın cepheden ağır yaralı olarak eve geldiğini bir yandan yaralıya bakarken bir yandan da iki üç aylık çocuğunu emzirdiğini kardeşinin ise o gece öldüğü bilgisini veriyor. Nene Hatunun, sabaha karşı minarelerden Moskof Aziziyeye girdi diye haykırışlar başlayınca kardeşinin ölüsünü anlından öpüp seni öldüreni öldüreceğim deyip ant içerek emzikli çocuğunu Allah’a emanet ederek kardeşinin silahını omuzladığı gibi kalabalıkla beraber tabyalara hücum ettiğini anlatıyor.
Aziziye Saygı yürüyüşü milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde bu Aziz kahramanlarımızın ve şehir tarihimizin belleklerimize somutlaştırarak kazımış olduğu önemli bir vefa örneğidir. Bu yürüyüş ile Erlik, yiğitlik, kahramanlık destanının yazıldığı tabyaları gezdik bu gezimizde Erzurum’a destansı şehrimize dönüp baktık. Önemli olan, bu bakışta Erzurum’u görebilmek, anlayabilmek ve hissedebilmektir. Unutmayın 91. yılını kutladığımız Cumhuriyet Bayramımız 137 yıl önce kazandığımız bu zaferin bir hediyesidir. Eğer 137 yıl önce bu zafer kazanılmamış olsaydı. Mustafa Kemal’in gelebileceği bir 3 Temmuz 1919 şehri olmayacaktı. 23 Temmuz 1919 kongresini yapacağı bir Erzurum olmayacaktı. Belki de 23 Nisan 1920 de açılan Büyük Millet Meclisi de olmayacaktı. Bir milli mücadele de başlamamış olacaktı. Çünkü direnebilecekleri bir Anadolu olmayacaktı.
Umarım 2019 yılında Aziziye Saygı yürüyüşünde bütün bir millet olarak Erzurum Aziziye tabyalarında bu şuur ile buluşarak Ermeni iftiralarına karşı herkese güçlü bir beraberlik mesajı verebiliriz. 9 Kasım 2020 günü Aziziye tabyalarında görüşmek üzere.