MARKALAŞMA VE ERZURUM’UN MARKALAŞMASI ÜZERİNE

Günümüz dünyasında; ülkelerin değil, şehirlerin, ilçelerin birbiriyle kıyasıya yarışta olduğu farkındalık yaratmak adına yoğun çaba sarfettiği, hem turizmden yeterli payı almak hem de yöre insanına yeni istihdam olanakları sağlamak, onlara yaşanabilir bir şehir vaadetmek amacıyla ortaya atılan, adeta bir kurtuluş reçetesi niteliğinde olan marka şehir kavramı, büyük önem arzetmektedir.

Teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği, eğitilmiş insan gücü ve sermayenin eskiye göre daha yeter hale geldiği, küreselleşen bir dünyada, şehirlerin yönetiminde iyi örneklerin de, kötü örneklerin de kamuoyunda hemen yankı bulduğu bir gerçektir. Halk artık idarelerden rutin hizmetlerin yanı sıra alternatif hizmetler beklemekte -o şehirde var bizde de olsun- düşüncesiyle hareket etmektedir. Ülkeler arası rekabet artık yerini şehirlerarası rekabete bırakmaktadır. Türkiye’nin; Fransa, İngiltere, Çin, Amerika ile mukayesesinden, rekabetinden çok Erzurum’un; Dubai, Vancover, Pekin, Mayrhofen ile rekabeti söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bir şehrin adından söz ettirmesinin yolu markalaşmadan geçmektedir. Marka şehir olmanın önemini geç kavramış bir ülkeyiz, trafik sorunu, gecekondu ve kaçak yapılaşmanın beraberinde getirdiği çarpık kentleşme, göç, estetikten yoksun kentler markalaşmanın önünde bir sorun teşkil etmekedir.

Bir şehrin markalaşması konusuna girmeden önce marka kavramını ele alacak olursak: Her marka bir üründür; ama her ürün bir marka değildir. Ürün fabrikada üretilen bir nesne marka ise tüketiciler tarafından satın alınan bir değerdir. Ürün fabrikada marka zihinde ve duygularda oluşur. Marka olma kavramı bundan 200 yıl önce Josiah Wedgwood’un ürettiği porselenlere kendi ismini bastırmasıyla başlamıştır. Daha sonra İngiliz soylularının bu ürünlere rağbet göstermesi de onu markalaştırmıştır. Marka ilk ortaya çıktığı dönemlerde bir mülkiyet göstergesini temsil ediyordu. Ustalar yaptıkları çanak ve çömleklerin kendilerine ait olduklarını belirtmek için çeşitli mühürler kullanmaktaydı. Yine bu dönemde çiftçiler pazara satışa götürdükleri hayvanların diğerleriyle karışmasını önlemek için kendilerine özgü çeşitli damgalar kullanıyorlardı. Bu sayede aldıkları üründen memnun kaldılarsa kimi öveceklerini memnun kalmadılarsa kimden şikâyetçi olacaklarını bilecek konuma gelmekteydi.

Marka: Bir işletmenin mal veya hizmetlerini bir başka işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan, kişi adları, sözcükler, şekiller, harfler, sayılar gibi her türlü işaretlerdir.

Amerikan Pazarlama Derneği’nin tanımına göre marka: Ürünleri şahsa sunan kişilerin, söz konusu bu ürünleri tanımlamak ve piyasadaki diğer emsallerinden ayırabilmek için kullandıkları isim, sembol, tasarım ve bunların çeşitli kombinasyonlarıdır.

Türk markalar kanununa göre marka: Marka, bir teşebbüsün mal ve/veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal ve/veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dâhil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların veya ambalajların biçimi gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, her türlü işaretleri içerir.

Aynı ya da farklı niteliklerde ve sektördeki ürün/hizmetlerin birbirinden kolayca ayrılmasını sağlayan, yapılan ürün hizmet dizayn çalışmalarıyla benzerlerinden farklılaştırılan, ürün ile birlikte, onu piyasaya sunan kişileri ve firmaları da tanımlayan basım ve yayım yoluyla geniş kitlelere duyuran, tanıtan onları başkalarının taklit etmesi ya da haksız davranışları karşısında ait olduğu ülkenin ya da uluslararası hukuk kurallarının çevresinde koruyan, isim, sözcük, sözcük grubu, harf, rakam, renk şekil ve dizayn birleşimine marka denir. Bir ürüne marka değeri kazandırmakla bir şehri markalaştırmak yönteminde de benzerlikler söz konusudur. Marka: Tüketicinin senin hakkındaki düşündüğünün ifadesidir. Bu düşünce markayı uzun ömürlü yapar ya da zamanla unutulmasına sebep olur. Düşüncelere hükmeden, düşüncelerde iz bırakan markalar vazgeçilmez olur, bağımlılık yaratır. Marka müşteriye verilen bir vaattir. Bu vaadin gerçekleşmesi hem üreticiye hem tüketiciye yarar sağlar. Marka eş değer ürünü daha fazlaya satabilme avantajı sağlar. Marka temelde ürünün tüketiciye kendini ifade ediş biçimidir. Markanın kendini ifade ederken kullanacağı en etkili silahlardan biri kalitedir.

Yaptığımız işin, ürünün fark edilmesi, öne, çıkması, tercih edilmesi ve ayakta kalabilmesi için markalaşmamız gerekiyor.

Marka olmak, üreticine değişik faydalar getirecektir, bunlar:

• Firmanın ürünlerine talep artacaktır.

• Ürün başına sağladığı kârlılığı artıracaktır.

• Müşteri sadakati yaratacaktır.

• Modaların yarattığı talep dalgalanmalarından etkilenmeyecektir.

• Yalnızca üreticiye değil tüketiciye de yararlar sağlamaktadır:

• Tükettiği mallarla ilgili kalite güvencesi sağlar, riskini azaltır.

Beş milyonluk Finlandiya’dan çıkan dünya markası NOKIA’nın marka değeri 24 milyar dolar. Bizim ülkemizden dünyaya sunulmuş markalarımızın toplamı bu kadar etmiyor. Finlandiya’da yaşayan her kişinin refahında NOKIA’nın önemli bir payı var.

Türkiye’ye gelen turist sayısı, Paris’e gelen turist sayısı kadar değilse yeterince markalaşamamışız demektir. İyi bir marka olunması halinde gönüllü reklâmcın çok olur. Senin kendini ifade etmenden, tanıtmandan daha çok, müşterilerinin senin hakkında söyledikleri önemlidir ve etkilidir. Reklâm giderlerinin bir kısmının müşteri memnuniyetini artırıcı alanlara kanalize edilmesi pek kullanılmayan; ama etkili bir yöntemdir. Ye kürküm ye fıkrasındaki gibi artık kürk giymek kadar kürkün markası da önemli hale gelmiştir. Kürk sadece soğuktan koruyan bir şey değil statünün bir göstergesi olmuştur. Fiziksel ihtiyaçların yanında duygusal ihtiyaçları da karşılayan nitelikte olmalıdır ürünler. Marka olmayan, markalaşma sürecini tamamlayamamış ürünler refah düzeyinin yüksek olmadıkları toplumlarda varlığını devam ettirir. Refah seviyesi yükseldikçe markaya talep artarken markalaşmayan ürünler alıcı bulmakta zorlanır. Şu gerçek unutulmamalıdır: İmkânı olan herkes marka kullanır. Bu açıdan marka bir sigortadır; çünkü marka olmamak bir risktir. Marka olmayan ürünün sadık müşterisi yoktur. Marka malın satış değerini artıran en önemli etkendir. Aynı kalitede olan iki üründen marka olanla olmayan arasında iki kat belki daha fazla fiyat farkı vardır. Yani markalaşmaya harcanan para bir kayıp değil bir yatırımdır. Marka değeri ürünün fiziki değerinden daha fazladır. Marka soyut bir kavram olması, oluşan bir algının sonucu olması hasebiyle aslında insanlar olan şeye değil, olmayan şeye para harcamaktadırlar. Piyasa değeri iki kuruş olması gereken bir sucuğa on kuruş ödenmesi, iki kuruşa ürünün, sekiz kuruşa markanın satın alındığı anlamına gelir. On kuruşluk sucuk, piyasadaki marka olmamış aynı kalitedeki iki kuruşluk sucuktan daha doyurucudur; çünkü fiziksel ihtiyacın yanında duygusal ihtiyacı da karşılamıştır.

Marka kent olma isteğinin ardında: Daha güçlü bir ekonomi, daha sosyal bir yaşam, daha çağdaş bir kent arzusu yatar. Bir şehir dışardan yatırımcı, turist çekebilmek için markalaşır. Şehirde yaşayanlara daha yüksek bir yaşam kalitesi sunar, Başarılı sonuçlar alınması halinde en fazla faydayı yine bölge halkı görmektedir. Bir kentin marka olma çabasının altında yok olmama isteği vardır. Bir kent, dışarıdan yatırımcı, yerleşimci ve turist çekmek için markalaşma düşüncesinin yanı sıra, o şehirde yaşayanların refah seviyesini arttırmak için de markalaşır. Marka kent olmak için öncelikle kenti dışa açmak gerekir. Hemşeri olmayan yatırımcıları, turistleri sürekli artan bir ivme ile şehre çekebilmemiz gerekir. Şehri merak ettirerek, keyifle yaşanılacak bir şehir ortamı yaratarak, şehre gelenlere misafirperver davranarak, sanayi ve ticareti kolaylaştırarak yatırımcıların, turistlerin ilgisi çekilebilir. Şehrin potansiyelinin farkında olmak ve bu potansiyeli harekete geçirmek gerekmektedir. Olumsuz imajların ortadan kaldırılması gerekir. Marka olan şehirlerin olumlu imajları ön plandayken, geri kalmış bölge, şehir ve ülkelerin olumsuz imajları söz konusudur. Bu olumsuz imajları ortadan kaldırmak mümkündür. Tarihi mirasına sahip çıkmayan, çevre ve gürültü kirliliğini çözmeyen, sosyal problemlere çözüm üretmeyen, altyapısı yetersiz, gecekondulaşmanın bir sorun olduğu, kentsel tasarımdan yoksun, bir şehre istenilen düzeyde turist gelmez.

Murat SAYLAN’a göre markalaşabilmek için

& İlgi çekici bir özellik sayesinde kentiniz sürekli gündeme gelmelidir.

& Medyada görünürlük ve fısıltıdan etkin ve yoğun bir şekilde yararlanmalısınız.

& Kenti en az 1 özelliğiyle anabilecek en az 1 milyar dünya vatandaşı oluşturmalısınız.

& Dünyada ilk akla gelen 100 şehirden biri olmalısınız.

Marka şehir olmak için modern bir kentin sahip olması gereken yapılara sahip olunmalıdır bu yapılar:

• Modern Otogar

• Modern Havaalanı

• Modern Stat

• Modern Kapalı Spor Salonu

• Alışveriş Merkezi

• Alışveriş Caddesi

• Kültür Merkezi

• Kültür Caddesi

• Üniversite

• Gençlerin Eğlenebileceği Alanlar

• Organize Sanayi Bölge

Bu başlıklar ışığında Erzurum’un durumunu ele alacak olursak: Şu anki mevcut otogar modernlikten uzak ve yetersiz bir kapasiteye sahiptir. Modern havaalanı, stat, kapalı spor salonu mevcut olan Erzurum’da son zamanlarda yapılan alış veriş merkezi ve temeli atılan, yapılması düşünülen alış veriş merkezleri mevcuttur. Bir üniversite şehri olan Erzurum’da kültür caddesi, kültür merkezi eksiği vardır. Gençlerin eğlenebileceği alanlar yok denecek kadar azdır.

Her şehrin kendine özgü rekabet avantajları vardır. Sahip olunan kaynakları rakiplerden daha farklı ve etkin kullanabilme becerisi sayesinde rekabet üstünlüğü sağlanabilir. Bir kaynağa sahip olmak başlı başına rekabet üstünlüğü sağlar.

Erzurum nasıl markalaşır?

Doğunun sınır kapısı olarak nitelendirilen, dünyanın yerleşim yeri olarak en yüksekte kurulmuş 9. ili, dünyanın en önemli kayak merkezlerinden birine sahip, Avrupa ve Asya’da birinci, dünyada üçüncü olan, suyu 48 metre yükseklikten düşen Uzundere İlçesi’ndeki Tortum Şelalesinin bulunduğu, Narman Peri bacalarına sahip, cağ kebabıyla, kadayıf dolmasıyla, oltutaşıyla, ciritiyle âşıklar şehir olmasıyla, dadaş unvanıyla, kültürel dokusuyla Erzurum başlı başına bir kimliktir.

Böylesine önemli bir şehri Türkiye’de ve dünyada tanınırlığını arttırmak markalaştırmak gerekmektedir. Marka olma düşüncesi bir vizyondur. Şehrin kendine böyle bir çıta belirlemesi gerekir. Vizyonun olmadığı bir çıtanın söz konusu olmadığı şehirler günü birlik politikalar ve rutin hizmetlerin dışına çıkamayacaklar dolayısıyla işsizliğin, göçün sürekli artış kaydettiği, şehir estetiğinden yoksun, gecekondulaşmanın ve çevre sorunlarının sürekli gündemi meşgul ettiği bir şehir olacaktır.

Markalaşma yerel idarecilerin biz markalaşmak istiyoruz demesiyle başlayacak bir süreçtir. Zira her şey düşüncede başlar, düşünülmeyen bir şey kendiliğinden gerçekleşmez. Bu sürece Ticaret ve Sanayi Odası, üniversite, dernek, vakıf tüm sivil toplum kuruluşları, kalkınma ajansları ayrıca tüm Erzurumlular dâhil edilmeli, görüşleri alınmalıdır, herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Şehir için hazırlanan stratejik planlarda bu konu öncelikli olarak ele alınmalıdır.

Markalaşmada ilk yapılması gereken büyük şehir ve valilik bünyesinde markalaşmadan sorumlu birimlerin açılmasıdır. Hem bu birimlerin hem de şehirlere marka danışmanlığı hizmeti veren şirketlerin, ajansların öncülüğünde şehri markalaştıracak varlıklar tespit edilmeli, öncelikler belirlenmelidir. Mutlaka marka danışmanlarından, ajanslardan yararlanılmalıdır. Bu işin profesyonelce yapılması gerekir. Zira kent markası oluşturulurken kademe kademe ilerleme sağlanması gerekir. İl etapta yapılacak iş, kent hakkında bir ön araştırma yapılmalıdır. Daha sonra kentin özellikleri, envanteri çıkartılmalı ve kenti markalaştıracak projeler hazırlanmalıdır.

Şehir bir bütün olarak mı markalaşacak yoksa belli konumlandırmalarla mı markalaşacak sorularının cevabı bulunmalıdır.

Bir eylem planının hazırlanmasıyla birlikte şehri sembolize eden bir logo ve şehri anlatmaya yarayan bir slogan bulunmalıdır.

Erzurum denince akla ne geliyor sorusunun cevabı hem logolarda hem sloganlarda kullanılması son derece önemlidir.

Daha çok kış turizmi konseptiyle ön plana çıkması ve Erzurum denince akla ilk gelenlerden birinin Palandöken olması hasebiyle oluşturulacak logolarda Palandöken Dağının kullanılması fayda sağlayacaktır. Logo oluşturduktan sonra şehrin tanıtımına katkı sağlayacak kısa, öz, anlaşılır, farklı dillere çevrildiğinde olumsuz anlam içermeyen sloganlar bulunmalıdır. Anadolu’nun Zirvesi, Türkiye’nin Çatısı, Dadaşlar Diyarı, Doğu’nun Paris’i sloganlarının kullanılmasının yanı sıra misafirperverliğine, hoşgörü ortamına atıf yaparak “Bizim Misafirimizsiniz”, “Hoşgörü Şehri”, 2011 olimpiyatlarıyla dünya vitrinine çıkması nedeniyle “Bir Dünya kenti Erzurum”sloganları da kullanılabilir.

Marka olmanın birinci koşulu birinci sınıf hizmet vermektir. Hizmette kalitenin olmadığı bir yer markalaşmaz.

Markalaşmak bilinmek demektir. Bilinmenin en önemli yolu da reklâmdır. Bu alana ciddi anlamda kaynak aktarılması gerekir. Turizm sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin kendi çabalarıyla tanıtım yapmaları yetersiz kalmaktadır. Merkezi idarelerin ve yerel yönetimlerin bu alanda kaynak finansmanı sağlaması gerekir. 2011 Üniversiteler arası Kış olimpiyatlarında olduğu gibi uluslararası organizasyona ev sahipliği yapılması şehrin en büyük reklâmı olmuştur. Böylesi bir tanıtıma devasa bir reklâm bütçesi ayırmak imkânsızdır. Böyle bir tanıtımın etkisi uzun yıllar devam edecektir. Uluslararası tanıtım fuarları fırsat olarak bilinmelidir. Bu fuarlarda Erzurum çok iyi bir şekilde tanıtılmalıdır.

Sıra dışı haberlerle, hizmetlerle gündem oluşturup bedavaya reklâm da yapılabilir. 21 Mayıs Dünya Süt Günü nedeniyle Büyükşehir Belediyesi ve Erpalan A.Ş. işbirliğiyle organize edilen ‘Süt Günü Özel Programı’nda, şehrin en işlek caddesi olan Cumhuriyet Caddesinde Erzurum yöresine ait Bindallı kıyafetleriyle genç kızlar süt sağarak vatandaşlara süt ikram etmesi ulusal medyanın bir çoğunda haber konusu oldu. Erzurum’un merak uyandıran bir şehir olması gerekir. Sık sık medyada gidilmesi gereken yerler listesi oluşturulmaktadır. Bu listelerde yer almak gerekir. Farklı mimari tarzları ve simge yapılar şehirlerin markalaşmasında büyük öneme sahiptir. Olimpiyatlar için yapılan, Avrupa’da birinci dünyada ise üçüncü yüksekliğe sahip olan atlama kuleleri Erzurum’un yeni simgesi olmuştur.

Gecekondulaşma sorununun ortadan kaldırılmasının yanı sıra şehir estetiğine önem verilmesi gerekir. Peyzaj alanında Erzurum’un ciddi bir değişikliğe ve yeniliğe ihtiyacı vardır. Birçok şehirde olmasına rağmen Erzurum’da trafiğe kapalı caddenin olmaması bir eksikliktir. Şehrin en işlek ve gözde yeri olan Cumhuriyet caddesinin trafiğe kapatılıp buna göre bir çevre düzenlemesi yapılması görsel ve ekonomik anlamda şehre çok şey katacaktır. Nasıl ki Moskova Kızıl Meydanı ile ünlüyse Erzurum’un da bir Cumhuriyet Meydanı olması şehrin tanıtımına katkı sağlayabilir. Yaya trafiğinin olduğu yerler şehrin en büyük çekim merkezleri olurlar. Şehrin tanıtımına büyük katkı sağlarlar. İstanbul’daki İstiklal Caddesi buna örnektir.

Erzurum kültürünün oluşmasında katkısı olan kültürel kimliğin şekillendiği Erzurum mahalleleri kentsel dönüşüm nedeniyle yok olmaya başlamıştır. Bu mahallelerin yok olmaktan kurtarılması eski Erzurum evlerinin restore edilerek mahalle kültürünün yaşatılamaya çalışılması gerekir. Tarihi eserlerin aslına uygun şekilde kullanılması gerekir. Tarihi bir hamamın lokanta, Çifte Minareli medresenin bir zamanlar cafe olarak kullanılması, bazı medreselerin restoran olarak kullanılması tarihe bir vefasızlık olmasının yanı sıra turizm açısından da olumsuz bir imajdır. Söz konusu medreselerde üniversitelerin belli bölümlerinin –Sanat Tarihi, Güzel Sanatlar – sembolik olarak taşınması daha faydalı olacaktır. Şehirdeki tarihi yapıların etrafını açma çalışması son derece isabetlidir. Bu tarihi yapılar etrafında Ankara’daki Gençlik parkına benzer devasa bir parkın yapılması şehrin siluetini olumlu anlamda değiştirecektir. Şehirde eğlence, dinlence yeri oldukça azdır. Bu açıdan 23 Temmuz Doğu Fuarının yeniden faaliyete geçmesi halinde Erzurum bölgede bir çekim merkezi haline gelebilir. Erzurum’un tarihi kimliğiyle ön plana çıkması için tarihi eserleri sahip çıkması gerekir. Restorasyon ve çevre düzenlemeleri yapılmalıdır. Çifte Minareli medresenin ve Erzurum kalesinin, Üç Kümbetler’in etrafındaki gecekondu ve işyerlerinin yıkılmasıyla tarihi eserler daha dikkat çeker konuma getirilmiştir. Çifte minareli medrese, Üç kümbetler ve Erzurum Kale’si üçgeninde İstanbul’daki Sultanahmet meydanına benzer tarihi bir meydan oluşturulması şehre bir kimlik kazandıracaktır. Diğer yandan Erzurum’daki yirmiye yakın tabyanın elden geçirilerek şehir merkezine yakın olanların müze haline getirilmesi Erzurum için bir kazanç olacaktır. Ayrıca şehir merkezinde bir kent müzesi yapılmalı, geçmişten günümüze Erzurum’u anlatan, kültürel kimliğimizi yansıtan varlıklarımız teşhir edilmelidir. Bunun için Bursa Kent Müzesi önek alınabilir. Bu kent müzesinde: Bir bölümünde geçmişten günümüze eğlence ve yemek kültürü; perdeye yansıyan Karagöz ve Hacivat’ın öyküsü; Bursa’nın hayat verdiği ünlüler; doğumdan evliliğe kadar, bazıları giderek yok olan, bazıları hala tüm canlılığıyla yaşanan gelenek ve görenekler; giyim-kuşam, barınma, dinsel yaşam, eğitim, spor, komşuluk ilişkileri, kısacası yaşam biçimi sergileniyor. Diğer bir bölümünde El Sanatları Çarşısı” adını taşıyor. Bu galeri 18. yy’de Bursa’ya gelen Avrupalı seyyahların çektiği dönemin Bursa fotoğrafları kaynak edinilerek hazırlanmıştır. Koridor şeklinde düzenlenmiş olan galeride tamamen dükkân canlandırmalarına yer verilmiştir. Bursa’nın yok olmak üzere olan el sanatları yemenici, bıçakçı, şekerci, marangoz, semerci, bakırcı, çinici vb. dükkânları aslına uygun olarak canlandırmalarla teşhir edilmektedir. Ziyaretçi bu galeride hem Bursa ve çevresindeki yok olmaya yüz tutmuş el sanatları ile ilgili bilgi edinirken hem de eski bir çarşıda gezmenin duygusal tecrübesini yaşamaktadır. Başka bir bölümünde Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’nın Osmanlı Dönemi’nin sonuna kadar yaşadığı tarihsel olaylara tanıklık ediliyor. Bu bölüm, Kurtuluş Savaşı’nın bitmesi ile birlikte sona eriyor.

Yapılan çalışmalar neticesinde bir marka olduk diyelim ki, Dünyanın ilk marka kent unvanını alan Curitiba, bir Dubai, bir Paris bile mevcut kapasite üzerine bir şeyler koyma çabası içerisindedirler. Marka kent olunabilir ama bu unvan baki değildir. Çünkü şehirlerarasında sürekli bir yarış söz konusudur. Marka süreci devam ettirecek çabanın sürekli varolması gerekiyor. Her bölgenin kendi kaynaklarıyla kalkınmalıdır. Çünkü kendi kaynaklarıyla kalkınamayan şehirler devlete katma değer sağlamayıp adeta devletin sırtında bir yük olur.

Fransa’nın 40 milyon euroluk turizm gelirinin %70’inin kış turizminden elde etmektedir. Türkiye’nin henüz bu alanda istenilen seviyede değildir. Fransa kendi mevcut nüfusundan fazla turist çekmektedir.

Doğunun Paris’i yakıştırması yapılan Erzurum 200 bin civarında turist çekerken söz konusu Paris yılda yaklaşık 30 milyon turist çekmektedir. Dolayısıyla Paris Erzurum’un 150 katı turist çekmektedir. Erzurum da birçok turizm türünün aynı anda yapılabileceği ender yerlerden biridir: Kayak turizmi, akarsu sporları, kültür turizmi, kongre turizmi… Erzurum bir Paris olabilir mi? Evet …

Ancak bu, emek, sabır ve bir süreç işidir. Her yeni gelen, yerel ve merkezi idare mevcut birikimlerin üzerine bir şeyler koyarsa kısa vadede olmasa da yıllar sonra meyveleri toplanmış olacaktır. Dünyanın en önemli kayak merkezlerinden birine sahip, dünyanın en önemli şelalelerinden birine yataklık eden, dünyanın en yüksekte kurulmuş dokuzuncu ili olması hasebiyle coğrafyasının tamamı bir yayla niteliğinde olan, kültürel dokusunu muhafaza etmiş bir şehrin markalaşmaması için hiçbir sebep yoktur. Un, şeker, yağ, ziyadesiyle vardır. Helva yapma maharetini göstermemiz gerekiyor.

Eğitimci, Araştırmacı yazar: Fatih KAYA

Bir yanıt yazın