EŞREF ÖZOLTULULAR’LA RÖPORTAJ

EŞREF ÖZOLTULULAR’LA RÖPORTAJ

EŞREF ÖZOLTULULAR

Eşref Özoltulular, son dönem Erzurum edebiyatı açısından önemli bir yazar olup, çalışmalarında klasik batı roman yazım tekniklerini başarılı bir şekilde kullanabilmektedir. Yazar özellikle tarih alanında yaptığı araştırmaları eserlerinde yansıtmakta olup bu özelliği ile kitaplarına bir belgesel niteliği kazandırmıştır. Erzurum yerel ve toplumsal tarihine ilişkin bilgilerini romanlarının mekân, zaman ve kişi kurgusunda etkili bir şekilde aksettirmiştir. Bu sayede kitaplarının en başından sonuna kadar okurlarının sıkılmasına fırsat bırakmayan süreklilik içerisinde temposu azalmayan bir heyecan ve merak duygusu ile okunan romanları yazmayı başarmıştır.

  1. Röportajların klasik sorusu ile başlayalım. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

1965 Erzurum doğumluyum. Eğitim ve öğretim hayatımı Erzurum’da ikame ettim. Biri kız biri erkek iki çocuk babasıyım. Küçük yaştan beri resim sanatıyla uğraşıyorum. Yazım hayatımı çeşitli gazete ve dergilere zaman zaman karikatür çizerek ve makaleler yazarak sürdürdüm. Memurluktan emekli olduktan sonra ise sevdiğim işlere yani edebiyat ve resim sanatına daha çok vakit ayırmaya başladım.

2. Edebiyat hayatınız nasıl başladı ve eserlerinizde Erzurum’u konu edinmeye nasıl karar verdiniz?

Ben bu sorunun cevabını 70’li ve 80’li yılların sosyo-ekonomik yapısı ile açıklayabilirim. 70’li ve 80’li yıllar kitabın bolca tüketildiği yıllardı. Bu yıllar her ne kadar siyasi kamplaşmaların üst düzeyde yaşandığı yıllar olsa da insanlar okuyordu ve bence belli bir entelektüel düzeye sahipti. İnternetin, akıllı telefonların, bilgisayar oyunlarının ve envaiçeşit televizyon kanalının olmadığı bu yıllarda çocuklar da okuyor, çizgi romanlarla başlayan okuma aşkları sonunda Kemalettin Tuğculara, Jules Wernelere, Mark Twain’lere kadar uzanıyordu. Bu yıllarda benim de kitaba ilgim yüksek düzeydi. Kitap okumayı çok seviyordum. Bu okuma aşkı, bu sevgi bir süre sonra birikimlere neden oldu ve yazma isteği doğurdu. Radyonun ve tek kanallı televizyonun hâkimiyeti altındaki 70’li, 80’li yıllarda insanların sosyal ilişkileri de güçlüydü. İnsanlar; kahvelerde, evlerde bir araya gelip sohbet ederler, hikâyelerin yanı sıra anılarını anlatırlardı. Bu anıların çoğunluğunu savaş, seferberlik, deprem, kıtlık yılları ile ilgili anılar oluştururdu. Keza bir de âşık diye tabir edilen halk ozanları vardı. Bunlar da yine kahramanlık ve aşk, sevgi hikâyeleri anlatır, çalıp söylerlerdi. Sürgünleri, kıyımları, yoklukları, acıları, savaş dehşetini, üst düzeyde yaşamış şehrin anıları ve sözlü halk edebiyatı doğal olarak beni etkiledi ve dolayısıyla ilerideki yıllarda bunları yazıya aktarmamla sonuçlandı.

3- Sizce şehir edebiyatı nedir ve Erzurum edebiyatının şehir edebiyatı açısından konumu nedir? Biraz daha açarsak Erzurum’a değer katan bir edebiyat anlayışı mı var yoksa edebiyata konu olan bir Erzurum mu var?

Bence şehir edebiyatının çerçevesini şehrin bilim, kültür ve sanata olan eğilimi belirler. Bu açıdan Erzurum köklü bir bilim, kültür ve sanat anlayışına sahiptir. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Erzurum, medreseleri ile bugünkü tanımıyla üniversiteleriyle öne çıkan bir şehirdi. Şehir bağrından birçok bilgin, şair ve hattatın yanı sıra asker ve devlet adamı çıkardı. Bu durum cumhuriyet döneminde de sürdü. Şair Nefi, Şair Kolağası Şeyh Ali Rıza Efendi, Şair Hazık Mehmet Efendi, Aşık Erbabi, Erzurumlu Emrah, Ahi Fahreddin, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Alvarlı Muhammed Lütfi Efe, Arif Sağ, Ahmet Hamdi Tanpınar, Gazi Ahmet Muhtar Paşa vb. gibi daha birçok şahsiyet yaşadıkları döneme damgalarını vurdular. Şair, düşünür, filozof, bilim adamı, hattat, yazar, asker ve siyasetçi olarak öne çıkan bu şahsiyetlerin Erzurum’a has edebi, şiirsel ve nüktedan kişiliklerini edebiyata da yansıttıkları ve etkiledikleri bir gerçektir. Bu ise Erzurum’a değer katan çok renkli bir edebiyat anlayışının olduğunu gösterir.

4- Şehir edebiyatı insanların şehirle kurmuş olduğu ilişkiyi yansıtır. Bu ilişkiyi aktarırken şehrin tarihi, toplumsal olaylar, kişilerin psikolojisi ve mekânlar gibi şehrin değişik katmanlarından etkilenir. Böylece her edebiyatçı kendine özgün bir şehir bilinci oluşturarak bunu eserlerine yansıtır. Sizin şehir bilincinizin oluşmasına şehrin hangi katmanı ya da katmanları ne oranda etkili olmuştu ve bunu eserlerinize aktarımınız nasıl olmuştur.

Benim şehir bilincimin oluşmasında bütün katmanlar etkili olmasına rağmen en çok psikolojik boyut etkili olmuştur. Bu psikolojik boyutun merkezini ise şehrin yaşadığı zahmet ve sıkıntı oluşturur. Sürekli saldırı altında kalmış, savaş meydanı vazifesi görmüş, çoğu zaman suiistimal edilmiş acıyı, kıtlığı, yokluğu, dehşeti, vahşeti üst düzeyde yaşamış bir şehirdir Erzurum. Doğup büyüdüğün şehirde yaşanılan acıları duyumsamamak, ayrımsamamak, etkilenmemek mümkün değildi. Bu etkileşim ise kalemime yansıdı ve bütün bunları yazmak ve gelecek nesillere anlatma ihtiyacını doğurdu.

5- Şehir edebiyatçısı şehrin yorumunu edebi olarak yapar. Bir Erzurum şehir edebiyatçısı olarak Erzurum yorumunuzu özetler misiniz? Bu yorumda Erzurum’dan mı ilham aldınız yoksa görmek ve yaşamak istediğiniz Erzurum mu etkili oldu? Soruyu daha da açmamız gerekirse Erzurum’a dışarıdan mı baktınız yoksa şehirde yaşayan ve mücadele eden bir kişilik olarak kişilik arayışında mı bulundunuz?

Ben her şeyden önce Erzurum’da Erzurum’u yaşamış bir insanım. Erzurum’u yaşamak demek ise sevinçlerini, neşelerini, acılarını, derdini tasasını, çektiği sıkıntıları, zorlukları yaşamak bilmek ve tanık olmak demektir. Doğal olarak insanın doğup büyüdüğü yer ile arasında bir bağ vardır. Bu bağın ismi sevgidir ve hiçbir zaman kopmaz. Erzurum, kendine has bir güzelliğe sahiptir. Onu farazi bile olsa başkalaştırmak, süsleyip makyajlayarak başka bir şekle büründürmek mümkün değildir. Ben Erzurum’a içeriden baktım. Yazarken Erzurum’u olduğu gibi töresiyle, örfüyle ananesiyle, kültürüyle, havasıyla suyuyla yazdım. Onu başkalaştırmaya çalışmadım. Erzurum yazılarıma konu olan ilham aldığım şehirdir. Kitaplarımda konularımı gerçek hayattan aldım. Yaşanılanları estetik bir dille aktarmaya çalıştım. Bu meyanda bir kimlik arayışı söz konusu olamazdı. Çünkü Erzurum o kimliği bana zaten vermişti.

6- Edebiyatın şehrin markalajması kimliğinin oturması ve aktarılması, şehir belleğinin yaşatılması açısından katkıları nedir? Sizce eserinizin bu açıdan Erzurum’a kattığı değer nedir?

Erzurum, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşının temelini attığı şehirdir. Erzurum, kahramanlık, fedakârlık, cefakârlık, vatan ve millet sevgisi ile özdeşleşmiş bir şehirdir. Tarihten gelen bir ünü, bir şanı vardır. Stratejik önemi olan bir mevkidedir. Marka olarak zaten temeli vardır. Erzurumlu sanatçılar, yazarlar bunun bilincinde olarak Erzurum’u tanıtmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Ama bunların yanı sıra şehrin ekonomik olarak da kalkınması gerekmektedir. Bunu ise bilinçli bir atılımla ancak iş adamları yapabilir. Ben yazdığım kitaplarla Erzurum’u anlatmaya çalıştım. Amacım tanık olduğum, şahit olduğum, duyduğum gördüğüm olayları, kişileri, mekânları insanlara özellikle gençlere anlatmak, Erzurum’un önemini kavratmak olayların unutulmamasını sağlamaktı. Söz uçar yazı kalır misali bu vatan ve millet sevgisiyle özdeşleşmiş şehri özellikle gençlerin okuması, hatırlaması için yazdım. Bunu da bir ölçüde başardığımı sanıyorum.

7- Soğuk Cennetin Çocukları ve İpsizler Erzurum’da meydana gelen olayları anlatıyordu. Bu romanlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Her iki romanda Erzurum’daki sosyal olaylarla ilgilidir. Bunlardan Soğuk Cennetin Çocukları ilk defa 2009 yılında Dergah Yayınevi tarafından basıldı ve akademik tezlere de konu oldu. Romanda Birinci Dünya Savaşında harekât merkezi haline gelen Erzurum’un içine düştüğü çıkmaz anlatılmaktaydı. Ermeni çeteciler, Erzurum ellerine geçtiğinde Ruslarla birlikte emsali görülmemiş katliamlara, tecavüzlere, yağmalara imza attılar. Buna rağmen uluslararası arenada mağdur rolünü oynadılar. Soğuk Cennetin Çocukları, Ermeni çetecilerin Türk ve Müslüman ahaliye yaptığı zulmü, kıyımı belgelere dayanarak anlatır. Romanlarda kaynak göstermek adet olmadığı halde okuyuculardan araştırma ihtiyacı hissedenler olabileceği düşünülerek kitabın sonunda bu belgeler ve yararlanılan kaynaklar verilmiştir. İkinci kitap olan İpsizler uzun bir araştırmanın ürünü olup yine roman türünde yazılmıştır. Bu kitabın ana temasını cumhuriyet rejimiyle birlikte gelenekçiler ile yenilikçiler arasında meydana gelen gerilim ve şapka isyanı diye nitelendirilen olay oluşturur. 1925 yılında Erzurum’da meydana gelen şapka isyanı ile ilgili olayın birçok karanlık tarafı vardır ve şapka için ilk defa bir kadın asılmıştır. Ben yazarın eserinde gerektiğinde her türlü fikri eleştirebilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu meyanda İpsizler’de anlatım yerine gösterme tekniğine ağırlık verilmiş roman kahramanlarının hayat görüşleri ve düşünceleri ön plana çıkarılmış, olay çeşitli açılardan tarafların gözlerinden okuyucuya aktarılarak üzerindeki sis perdesi kaldırılmaya çalışılmıştır.                                                                                                                  ERZURUM SEVDASI DERGİSİ

,

Share this content:

Röportajlar