AHISKA’NIN KISA TARİHİ

AHISKA’NIN KISA TARİHİ

Ahıska-Cavaheti

AHISKA’NIN KISA TARİHİ
AHISKA’NIN KISA TARİHİ

Ahıska Türkleri, M.Ö. Güneybatı Gürcistan’da zengin kültüre ve kadim tarihe sahip bir Türk etnosudur. Asırlarca Ahıska bölgesinde yaşadılar ve 1944’te Sovyet diktatörü I.V. Stalin tarafından tarihi etnik vatanları Ahıska, Adıgün, Aspinza, Ahılkelek ve Bagdonovka’dan Orta Asya ve Kazakistan’a sürüldüler.

1944 yılına kadar Ahıskalılar kendilerine “Kafkas Türkleri” adını verdiler.

” Ahıska Türkleri” terimi, anavatan hareketlerinin arttığı yirminci yüzyılın ortalarına dayanmaktadır.

Bazı kaynaklarda “Meshet Türkleri” olarak geçen Ahıska Türkleri tabiri etnik anlamda değil de yaşadıkları coğrafi bölge nedeniyle Ahıska Türklerini ifade etmektedir.

(1944 Ahıska sürgünü son tanıklar. Belgesel kitap.YTB.s 17. A.Yunusov Meshetinskie Turki: Dvajdı Deportirovannıy narod. Bakü 2000.s.7)

Yukarıda bahsedildiği gibi Ahıska, Gürcistan’ın Güneybatısında, Türkiye’nin Kuzeydoğu sınırını çevreleyen ve kültürlerin beşiği Anadolu’nun doğal uzantısı olan bir vadidir.

Türkiye sınırlarından ayrılan Kura Nehri, Ahıska bölgesinin topraklarından geçer. Öte yandan Posof Nehri, Ahıska’ya ulaşmadan önce Adıgün Nehri’ne katılarak, şehir merkezinden geçer ve aşağıdaki Kura Nehri’ne katılarak Hazar’a akar.

Posof Nehri’nin her iki kıyısında yer alan Ahıska şehri, şehir merkezinden Türkiye sınırına 15 km uzaklıktadır. Ahıska bölgesi iki tarihi ilden oluşur – Meskhetia ve Javakheti.

İslamiyet’ten çok önce Cavaheti-Çıldır Gölü ve Ahılkelek bölgesini “Cavakh” olarak adlandıran ve şimdilerde bu adla anılan yerlilerin ve Türkmenlerin de Üç Ok Dalı ve Javuldur olarak bilinen Oğuz boyuna mensup oldukları bilinmektedir. (Fahrettin Kırzioğlu Kars Tarihi. S. 85)

Cavaheti’nin merkezi Ahılkelek şehridir. Türkçede “kalak” kelimesi yığmak, toplamak, ocak / soba yakmak (kalamak), ve ya ot toplamak anlamlarına gelir ve bu kelime şimdi de kullanılmaktadır.

Bu kelimeyi eski Oğuzca’da “Kitabi Dede Korkut” kitabında Oğuzların başkenti Agja-galak şeklinde görüyoruz. Görünüşe göre, bu kelime kale ve şehir anlamında telaffuz ediliyor.

Ermenice Kagak ve Gürcüce Kalaki. (Prof. Dr.M / Doğru: Yukarı Kura yer adları üzerine bir inceleme. İstanbul.1985.s.6)

Şehir Gürcüce’de “Beyaz Kale” anlamına gelir. Gürcülerin Ahalkalaki dediği şehir, Osmanlı kaynaklarında Akal-Kalak, yani Beyaz Şehir’dir.1064 yılında Alp Arslan tarafından Ağçagala şehrinin yakılmasından sonra Türk nüfusu Ahılkelek şehrinin topraklarına taşınmış ve bu şehrin temellerini atmıştır (F.Kırzıoğlu: Kars tarihi 1953. s.21,23). Ahıska’nın idari merkezi Ahıska şehridir. Gürcüler “Akhalsikhe”, Ruslar “Akhalsikhe”, Türkçe ” Ahıska / Akiska” telaffuz ederler.

MS 481 tarihli bir kaynakta “Aksiga”, Dada Korkut destanında ise “Ak-syka kalesi” olarak geçmektedir.

E.Çelebi, 1647 yılının baharında Çıldır ilinin merkezi sancağı olan bu şehri gördüğünü ve çevredeki halkların buraya “Ahıska, Ahırkaska, Akisklı” dediklerini ifade etmiştir.

(Fadime Tosik Dinç: Ahıska Türkleri (1800-1921) Doktora tezi. Elazığ 2015.s.5)

Gürcüler, “Yeni Kale” anlamına gelen Akhal-altı kelimesinin kendilerine ait olduğunu söylerler.

Burası Gürcüler için elbette yeni bir kale olabilir. Tıpkı Uygur devletinin Çin-Mançu devleti tarafından işgal edilmesinden sonra Çinliler bu toprakları 1884’te Çin İmparatorluğu’na katmış ve onlara “Yeni Toprak” anlamına gelen Xinjiang adını vermişler. (bkz Vikipedi Sincan Uygur Özerk Bölgesi)

Bölge, Orta Çağ Gürcü kaynaklarında “Sa-Atabago”, Osmanlı kaynaklarında ise “Atabeg Yurdu” olarak adlandırılmaktadır.

İslam’dan çok önce bölgede Türklerin varlığını kanıtlayan gerçekler.

Arkeoloji, antropoloji, etnografya ve dilbilim gibi yan bilimler alanındaki tarihsel bilimsel gerçekleri ortaya çıkarma yeteneğine sahiptir. Ön Asya kültürünün kurucusu olan Sümerlerin eski Türklerle aynı soydan olduğu, bilim adamları tarafından somut gerçeklerle kanıtlanmıştır. Ancak Yukarı Farhat ile Hazar Denizi arasında yaşayan Kutiler, Türkler, Lullubiler ve Subarların kendileriyle aynı kökene sahip oldukları, arkeolojik, antropolojik ve dilsel yapı bakımından özdeş oldukları kesin olarak kabul edilmektedir. Günümüz Türkleri de onlar gibi İltisaki dil grubuna mensuptur. Gutiler, Türkler, Lullubila ve Subarlar günümüz Türkleriyle hem antropolojik hem de dilsel olarak aynıdır.

Yukarı Kura ve Çoruh nehirleri boyunca Urartu sonrası tarih, Saka/İskit Türklerinin beş yüz yıllık egemenliği, daha sonraları Part olarak bilinen Asakilerin beş yüz yıllık egemenliği, aynı zamanda Derbent ve Daryal demir kapılarından bu coğrafyaya gelen Türk boylarının Hazar Denizi’nin güneyini atlayarak yerleşmesi, ne yazık ki onların yerleşimi Bu coğrafyadaki torunları düzgün bir şekilde incelenmemiştir.

M. Khoreneli’nin tarihi ve coğrafyası gibi Ermeni eserleri, eski Yunan ve Latin kaynakları, Mamikonyan ve Orbelyan hanedanlarının tarihi ile “Kartlı Skhoverba”, “Oğuznameler” ve Kitabi Dada Korkut gibi Gürcü yazılı kaynakları Şirvanşahlar, Karakoyunlular ve Akkoyunlular’ın soy kütüğüne bakarsak, burada hüküm süren hanedan ve yerel halkın Türk olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Ön Asya ve Güney Kafkasya mücadelesinde bazen iki güçten söz edilir: Roma – Bizans ve Sasani, ki bu temelde yanlıştır. Doğu Asya ve Güney Kafkasya için üç ana güç savaştı ve belirleyici rol Türklere aitti. Bizans, bu üç köşenin ortasında ise Doğu Anadolu ve Azerbaycan toprakları bulunuyordu.

Bölge için verilen mücadelenin sonunda Türklerin kazandığını görüyoruz, ancak Sasaniler Derbent Geçidi’ni ne kadar güçlendirmeye çalışsalar ve Bizanslılar Daryal Geçidi’ni ne kadar savunsalar da Türklerin ilerlemesini engelleyemediler. Bu üç gücün sürekli çarpıştığına ve sonunda Türklerin söz sahibi olduğuna tanık oluyoruz.

Tarihsel kaynaklar, Türk askeri, siyasi ve aşiret birimlerinin tarih boyunca Güney-Batı Kafkasya’da hakim konumlarda bulunduklarını, bu topraklarda çok daha sonra Gürcüler ve Ermenilerin yaşadığını kanıtlamaktadır.

Orta Çağ’da Türkler, Ahısha bölgesi de dahil olmak üzere Güney Batı Kafkasya’da siyasi güçlerini o kadar artırmışlar ki Atabeyliği oluşturmuşlardır.

Dönemin Gürcü kaynaklarına göre günümüz Gürcistan toprakları Kartvel oba ve Didi Türk oba olmak üzere iki kısma ayrılmıştır.

Ahıska Atabey devletinin kuruluşu.

Bölgenin tarihi, etnografyası ve folklorunun araştırılmasına ve tanıtılmasına büyük katkıları olan Prof.dr. Asif Hajili şöyle yazıyor: “Ana merkezi Ahiskha-Akhilkalak ve Borçalı olan Didi Turkoba’nın askeri ve siyasi gücü, 13. yüzyılda o kadar güçlendi ki, İlhanlılar döneminde, yani 1268’de Türkler Ahiskhan’ın bağımlılığına son verdi. Başkent Poskhof yakınlarındaki bir Jaksu yerleşimi olan Samshi de bir Kıpçak prensliği kurulduğunu duyurdu.

Samshi beyliği belirli dönemlerde zayıflamış olsa da fiili bağımsızlığını ve Türkçülüğünü 1578’deki Osmanlı fethine kadar korumuştur. Ahıskha beyliği Gürcü kaynaklarında Saatabago, Samshi Saatabago (Atabeyler Ülkesi, Samshi Atabeyliği) ve Osmanlı’da Kaynaklar Atabeg Yurdu (A. Hacılı Ahıska Türklerinin inanç dünyası P. Tahirjan Kukulov: Ahıska Türklerinin tarihine bir bakış Bakü 1999, s. 16-17) Toprakları 34.270 kilometrekareydi (Metropolitan Anonia Chaparidze: Ahıska-Müslümanlaştırması) Gürcistan Universal Tiflis, 2008. s. 5) Atabeyliğin toprakları, görünüşe göre Ermenistan’dan daha büyüktü, Gürcistan topraklarının yarısı kadardı. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu Kıpçak Türkleri oluşturuyordu.

Orta Çağ’da kuzeydoğu Anadolu’da Ahıska Türklerine ait bir Atabeyler devleti vardı.310 yıl ayakta kalmayı başardı. Bu Atabeyliğin kökeni ve faaliyeti araştırılmamıştır.

Bu Atabeyliğin tarihinin araştırılması bir gerçektir. Bu, bölgede Türk tarihinin ne kadar eski olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı zamanda Atabeylin tarihi, Anadolu ve Güney Kafkasya’daki Türk tarihi çalışmalarında anahtardır. Acı bir gerçektir ki hem Türkiye’deki Anadolu beyliklerinin okullarının ders kitaplarında hem de Azerbaycan okullarının ders kitaplarında Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevi hanedanlarının kurduğu devlet incelenirken, atalarımız tarafından kurulan bu Atabeyliğin kökeni ve faaliyeti araştırılmamıştır. Atabeyliğin tarihinin incelenmesi, bölgede Türklük tarihinin ne kadar eski olduğunu kanıtlayan bir gerçektir. Aynı zamanda Atabeyliğin tarihi, Anadolu ve Güney Kafkasya’daki Türklük tarihinin araştırılmasında anahtardır.

Ahıska Atabey devletinin de Azerbaycan topraklarında oluşan devletlere bağlı olmasına rağmen zamanla Osmanlı tarafını koruduğunu görüyoruz. Osmanlı devletinin 1461’de Trabzon’daki Yunan devletine son vermesinin ardından komşusu oldu.16. yüzyılda bölgede güçlenen Osmanlı devletine karşı kendini savunmak için bazı tedbirler aldı.

Ahiskha’da iktidara geldikten sonra Saatabago’nun 12. atabeyi Mirza Çabuk, Kartli kralı Konstantin (1469-1505) ile dostane ilişkiler kurdu. Uzun Hasan’ın son Atabeyler ülkesine yürüyüşü sonucunda merkezi hükümetten uzaklaşan küçük beylikler, Akkoyunlu devletinin yıkılması ve Safevilerin iktidara gelmesiyle ortaya çıkan kargaşadan yararlanarak yeniden merkeze bağlı hale getirildi. (F.Kırzioğlu Kıpçaklar. s.161) Osmanlı devletinin Chanet ve Acaray’ı Gurya/Guryel Bey’den aldığını gören Mirza Çabuk, değerli hediyeler göndererek hızla ülkesini yağmalamaktan kurtardı.

AHISKA’NIN KISA TARİHİErzurum komutanı 1512’de Gürcistan’a yaptığı yürüyüş sırasında Atabeyler topraklarından geçerken Mirza Çabuk’ta güvenlik önlemi almış ve ülkesini talandan korumuştur. Ordusunu Osmanlı ordusunun geçeceği kale ve yol kenarlarına yerleştirdi. Osmanlı ordusu, topraklarından geçerken onu saygı ve itaatle karşıladı, aynı zamanda ona değerli hediyeler ve yiyecek verdi. Mirza Chabuk, uzak görüşlülüğü ile ülkesini yağmalamaktan kurtardı.

Osmanlı ordusu İmeret/Açıkbaş Kralı III. Bagrat’ın (1512-1548) topraklarına Atabeylerin topraklarına zarar vermeden saldırdı. Atabeyler ordusunun bir kısmı Osmanlı ordusuna katılarak Kutaisa’ya kadar ilerlediler. Çok ganimet aldılar ama Gelati manastırına dokunmadılar. Gürcülerin dediği gibi, Gelati Manastırı yağmalanmış olsaydı, bugün o güzel mozaikler olmazdı, Osmanlılar onları vergilendirdi. Bundan sonra Osmanlılar Atabeylere güvenmeye başladılar. Bunun sonucunda Atabeyler halkı huzur ve güvenlik içinde yaşadı. Ülke ekonomisi canlanmaya başladı. Mirza Çabuk halk tarafından “Büyük” olarak adlandırıldı. Mirza Çabuk’un ölümüne kadar ülkesi barış içinde yaşadı.

Sultan Selim de dedesi gibi Karadeniz kıyılarında Osmanlı hakimiyetinde olmayan bir yer bırakmadı. (F.Kırzıoğlu. Kafkasların Osmanlılar Tarafından Fethi – 1451-1590. Doktora Tezi Ankara 1976.s.93) Mirza Çabuk, 1514 yılında Safeviler ile Osmanlılar arasında yapılan Çaldıran Savaşı’nda Osmanlıların yanında yer aldı ve Osmanlılara mümkün olan her türlü yardımı sağladı.

(Yunus Zeyrek: Ahıska Çalışmaları. Ankara 2006.s.13) Akkoyunlular’ın devrilmesinden sonra Safeviler, Akkoyunlu topraklarının zaten Safevilere ait olduğunu düşündüler. Ahıska topraklarının Akkoyunlulara ait olduğunu ve Safevilerin bu topraklar üzerinde yasal hakları olduğunu iddia ettiler. Safeviler, Sultan Selim ve Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarında bu topraklara sahip olmuştular.

Atabeyler devletinin batı topraklarının Narman, Oltu ve Şenkaya ilçeleri 1536 yılında, Tortum ve Artvin ise 1549 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında Atabeylerden alınarak Erzurum Beylerbeyi’ne bağlanmıştır. Öte yandan İmeret ve Kartli krallarının sık sık saldırısına uğrayan II. Atabey Keykhosrov’un, Sultan’dan yardım istemek için İstanbul’a gittiği belirtilmektedir.

Osmanlılardan istediği desteği alamayınca Atabeyler, İmeret ve Kakhet kralları ile birlikte Azerbaycan Safevi devletinin hükümdarı I. Tahmasib’in egemenliğine girdiler. Böylece Ahıska bölgesi Azerbaycan Safevilerinin etkisi altında kalmıştır.(Son tanıklıklar. S. 25)

Osmanlı mülki idaresi döneminde Ahıska Bölgesi

(1578-1828)

AHISKA’NIN KISA TARİHİ3.Murad’ın iktidara gelmesiyle Osmanlı Devleti, Sultan Süleyman’ın çabaları sonucunda dünyanın en güçlü devleti haline gelmişti. Kanuni Sultan Süleyman’ın yükselişi başarıyla devam etti. Lala Mustafa Paşa ve Özdemir oğlu Osman Paşa (1578-1590) komutasındaki Osmanlı ordusu, 5 Ağustos 1578’de Ardahan’a geldi. Safevilere bağlı merkezi Ahıska Atabeyliğinin idaresi, o zaman Atabey hanedanından Şah Muhammed Hudabend’in amcası Varaza’nın oğlu Kokola Mahmud Han’ın Akabkha-Ahilkak ve Çıldır bölgesinin hükümdarıydı. II. Keyhosrov’un vekili Otar Çalikaoğlu’nun oğlu Mahmud Han (Kokolo oğlu) Varaz, II. Keyhosrov’un karısı Dedis-İmed’i 1574’te öldürdü. Bu nedenle Mahmud Han bize Tahmasib dediğimiz yerleri verdi.(F, Kırzıoğlu.yaş 284)

O sırada Altın kale hükümdarı, kocasının ölümünden sonra yerine geçen Dedis-İme’ye itaat ederek oğlu Menichohra’ya Mustafa Lala Paşa’dan bir mektup gönderdi (Baron-Josep-Von-Hammer. Büyük-Osmanlı-Tarihi-Cilt 4. Sayfa 235-236)

8 Ağustos Cuma günü Ardahan’dan hareket eden Osmanlı ordusu sınır köylerinde konakladı. Aynı gün Altın kale hakimi II. Atabey Keykhosrov’un dul eşi Dedis-İmedi hanımdan bir elçi geldi ve itaatini ifade etti. Ordu, Ardahan’dan hareket ederken, Ardahan Sancak beyi Abdurrahman ve Bayburt Alay beyi Bekir Bey, ordularıyla Mahmut Han’ın ülkesinden Ülker Dağı’nı geçtiler: Aynı gün Posof merkezi, Mere, akşam ise Ahıska yolunu üzerindeki Vale kalesini ele geçirdi. Ertesi gün 9 Ağustos’ta Ahıska, Tumuk, Hırtız, Çıldır (kurt kale) ve Ahalkelek kalelerini direnmeden ele geçirdiler. Osmanlı ordusunun Çıldır Savaşı’ndaki zaferi Osmanlılar için büyük önem taşıyordu. Bu zaferden sonra Gürcistan’a giden yolun kapıları Osmanlılara açılmıştır. (Oktay Efendiyev Azerbaycan Safevi Devleti. Bakü 2007.s.171-172)

Bu sırada Altınkale Beyliği içinde, Lala Mustafa Paşa’nın gönderdiği mektuptan sonra ikilem ortaya çıkmıştı. Ya Osmanlı’ya biat edip himayesi altındaki Safeviler’ e karşı savaşmak ya da Osmanlılar’ a karşı himayesi altındaki Safeviler’ in saflarına katılmak zorundaydı. Uzun tartışmalardan sonra, Altunkale şehzadeleri Manuchohr ve kardeşi Kvarkvare annelerinin tavsiyesi üzerine, Çıldır’ın zaferinin ertesi günü, 5-6 bin kişilik bir orduyla 10 Ağustos Pazar günü Manuchohr bey Sardar’ın konağına geldiler ve ona biat ettiler. Altunkale’nin anahtarlarını ona sundu. (F.Kırzıoğlu yaşı. S.290.Azerbaycan-tarih.Baku.1994.p 425) (İskender bey.age.397-400) (Farah Adil kızı Hüseyin. Osmanlı Safevi tutumu 1578-1590. Bakü. “Nurlan”. 2005. s.42)

Çıldır Savaşı’ndan sonra Mustafa Lala Paşa Osmanlı’ya Gürcistan’ın kapısını açmıştır. O dönemde Gürcü derebeyleri arasında bir birlik olmadığını görüyoruz. Bir kısmı Osmanlılara, bir kısmı da Safevilerr meyletti, Safevilerin yenilmesi Osmanlılara olan eğilimlerini artırdı.

Mustafa Lala Paşa’ya bile Şirvan yürüyüşü sırasında Manucher eşlik etmiştir.

(Farah Adiil gizi Hüseyin age.s.37)

1578’de Ahiskha Atabeyleri, Çıldır Savaşı’ndan sonra Osmanlı Sivil Yönetimi’ne katıldı. Yeni oluşturulan eyalete Çıldır zaferinden hemen sonra kurulduğu için Çıldır adı verildi..

(s.78. Son Şahitler.s. 25-26.)

Yeni oluşan bu vilayetin diğer Osmanlı vilayetlerinin statüsünden farklı olduğunu görmek kolaydır. Öyle ki bu ilin idaresi esas olarak bölgenin yerel yönetici hanedanı tarafından yönetiliyordu. Osmanlı devleti, vilayet başkanlarına merkezden bir şehzade tayin ederken, Çıldır vilayeti, diğer vilayetlerden farklı olarak kalıtsal Atabey hanedanı tarafından yönetiliyordu.

17 Temmuz 1579’da Manuchar / Manuchhor ilk beylerbeyi olarak Çıldır Vilayetine atandı.

Osmanlılar Kartli bölgesini de feth edip boyun eğdirdiler, ancak Ahıska bölgesinden de anlaşılacağı gibi Osmanlılar burayı Gürcülerden almadılar. Bölgede Elhanlı devletinin yıkılmasından sonra, Celair, Karakoyunlu ve Akkoyunlular ve son olarak da Safeviler, bölge halkının rızasıyla Osmanlı mülki idaresine geçmişlerdir.

O zamanlar Samtshe Saatabago adında, Kıpçak asıllı ve Ortodoks Hristiyanlığı kabul eden Ahıska merkezi ile yarı bağımsız bir Atabek Yurdu vardı. Gürcistan tarihi Ahiskha Bölgesi hakkında böyle bilgi veriyor. Saatabago şehzadeleri Gürcü değildi, hep Gürcülerle savaştılar. Bugünkü Ermenistan, Türkiye ve Gürcistan arasında yer alan Atabeyler ülkesi, 1515’ten sonra Safeviler’e bağımlı hale geldi. (History of Georgia. 1946. s. 315-321-322).

Hammer, Gürcü coğrafyası olarak bilinen bölgede var olan krallıklardan bahsederken, İmmereti, Kartli ve Kakheti olarak bilinen bu üç vilayetin halkı ve yöneticilerinin eski Gürcü asıllı olduğunu ve Ahıska ve ya başka bir adıyla Ahalcik Kalesi’nin batısındaki Altunkale bölgeleri Gürcü kökenli değil, İran kökenli olup, kendisinin Çapuk soyundan olduğunu belirtmektedir. (Baron-Josep-Von-Hammer-Büyük-Osmanlı-Tarihi-Cilt 4..p.231)

Şunu da belirtmek isterim ki Hammer İran deyince etnik olmayan coğrafi ilkeler temelinde Kızılbaşları kastetmiştir. Nasıl ki Turanlılar değince Özbekleri, Yunan devleti değince Osmanlı devletini kastettiği gibi

Kıpçak asıllı olan, ancak Ortodoks Hristiyanlığı kabul eden Samtshe beyliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresine geçtikten sonra, kendi rızasıyla İslam’a geçmiştir.

Ahiskha bölgesinde 1578 yılında başlayan Osmanlı hakimiyeti 250 yıl, yani 1828 yılına kadar sürmüştür. Bu yıllarda Çıldır Vilayeti’nin merkezi olan Ahıska şehri bir bilim ve ticaret merkezi olmuştur. Ahıska, Türk-İslam kültür tarihinin önemli merkezlerinden biridir.

Kale içinde faaliyet gösteren Ahiskha Medresesi bölgede ilim ve eğitimin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Ahıska medresesinde yetişen bilim adamları, Osmanlı devletinin farklı bölgelerinde tanınmış bilim adamları ve devlet adamlarıydı.

Ahmediye Medresesi’nin kütüphanesi, bölgedeki diğer kütüphanelerden farklı olduğunu belirtmek isterim. Burada bulunan kitaplar, Ahmediye Medresesi’nin bir yüksek öğretim kurumuna denk olduğunu söylemeye zemin hazırlıyor. (Bkz. Dr. Ahmed Niyazo: Ahıska Ahmediye Kütüphanesi, Prof. Dr. A. Hajiyev’in Bakü makalesi, “Garibim bu vatanda.” 1992)

Bölgenin Ruslar tarafından işgali kütüphanenin yolunu açmıştır. .

Ahıska’nın Osmanlı hakimiyetine geçmesinden sonra bölgede İslam’ın yayılması hızlandı ve bölgenin nüfusu arttı. Ahıska, Doğu’daki Osmanlı topraklarının anahtarı haline geldi.

AHISKA’NIN KISA TARİHİBir zamanlar Safevilerin eline geçen Ahıska, 1635 yılında Osmanlılar tarafından tekrar ele geçirilmiştir. Ahıska, bu tarihten sonra Rusların eline geçene kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kalmıştır. Ahıskalı paşalar, Osmanlıların Gürcü beylikleri ile ilişkilerinde önemli rol oynamışlardır.

F.Kırzioğlu’nun “Osmanlı Kafkasya’nın Fethi (1451-1590)” adlı kitabında, son Gürcü kralı Soloman’ın, Ahıska Paşa’ya, kendisini Rus işgalinden koruması için acizane yalvardığını, kendilerine Osmanlının yardım etmesini ve bu isteklerinin İstanbul’a ulaştırmasını rica ettiğini belirtiyor.

Ahıska’nın Ruslar Tarafından İşgali

1828-1829 Osmanlı-Rus savaşından sonra Edirne Antlaşması’na göre Ahıska Bölgesi askeri tazminat olarak Rusya’ya verildi. Ahıska’nın işgali Türk toplumu üzerinde büyük bir psikolojik etki yaratmıştır. Sonuç olarak böyle bir ağıtın dilden dile yayılmasına neden olmuştur:

Ahıska, gül idi gitti,

Bir ehli dil gitti,

Söyleyin Sultan Mahmut’a

İstanbul kilidi gitti.

Ahıska’nın işgali ile Ruslar Güney Kafkasya’nın işgalini neredeyse bitirdiler.

1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı, tarihe “Kırım Savaşı” olarak geçti. Bu savaş sırasında Ruslar Kafkasya’dan gelerek Kars’ı işgal ettiler, ancak Mart 1856’da Paris’te imzalanan anlaşma ile Kars Osmanlılara iade edildi.

Bu savaş sırasında Ahıskalıların Osmanlı Devleti’nin yanında yer almaları, onlar için çok ciddi sonuçlar doğurmuş ve bölgeden yeni göç dalgalarının başlamasına sebep olmuştur. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Elviye-i Selase olarak bilinen Batum, Kars’ta Ardahan’ı da kaybetmiştir.(Mustafa Sarı. Ahıska’daki son Osmanlı yönetimi. (1918) Karadeniz araştırması yaz.2015.sayı 46.p.153)

Çarlık Rusya’sının Ahıska bölgesindeki saldırganlık politikası Türklerin sayısını azaltsa da 1921 Moskova Antlaşması’na kadar bölgede söz sahibiydiler.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Rusya’da gerçekleşen 1917 darbesi sonucunda Rus birlikleri Erzincan ve Brest-Litovsk Antlaşması ile Doğu Anadolu ve Kafkasya’dan çekildi. Rusların çekilmesiyle iktidar boşluğundan yaralanan Ermeniler ve Gürcüler daha aktif hale geldi, Ruslar geri çekilirken silahlarını onlara bırakmıştılar. Ruslar, yanlarına ala bildikler silahlarını almış, ala bilmediklerini ise geride bırakmıştılar. Ermeni ve Gürcülerin birlikte göz diktikleri topraklar arasında Ahıska bölgesindeki Müslümanların yaşadığı topraklar da vardı. Böyle bir durumda geleceklerinden korkan Osmanlı Devleti’nden bölgeyi ilhak etmesini istemek için İstanbul’a bir heyet gönderen Ahıskalılar, Ahıska bölgesini boşaltmaya karar verdiler.

Osmanlı birliklerinin Doğu Anadolu’da Şubat 1918’de başlayan askeri faaliyetleri, Osmanlı ordusunun Brest-Litovsk görüşmelerinden sonra başarılı hamleleri ve diplomatik politikası sonucunda güney Kafkasya Komiserliği ile müzakereler 11 Mayıs 1918’de yeniden başladı. Bu müzakerelerde önemli bir başarı elde edilememesine rağmen, Güney Kafkasya Komiserliği’nin çökmesine ve Kafkasya’da üç bağımsız devletin kurulmasına yol açtı. Haziran ayında Batum’da Güney Kafkasya Komiserliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan devletlerinin her biri ile ayrı bir barış anlaşması imzalandı.

Batum’da Gürcülerle yapılan barışın şartlarına göre Gürcüler, Ahıska ve Ahılkalak’ı Osmanlı Devleti’ne bırakmayı kabul ettiler (M.Sarı age.480.Professor.Nadim Ipek.age s.89)

Aynı zamanda Türk ordusu Ahıska bölgesini Anavatan’a kattı. Gürcistan 4 Haziran 1918’de Batum Antlaşması’nı imzalayarak Batum ve Ahıska’yı Osmanlı İmparatorluğu’nda kalmasını kabul etti. Ancak bu uzun sürmedi ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Antlaşması ile Osmanlı Ordusu 1914 sınırlarına çekilmek zorunda kaldı. (Nadim İpek. Ulusal devlet anlayışı ve Aras Türk hükümeti. AAM tarihi ve kültürü ekseninde Orta Aras Havzası. 17-19 Kasım 2016. Nahçıvan çağı. s. 89-90).

Ankara Hükümeti’nin 1920’lerin sonbaharında Ermenilere karşı yürüttüğü başarılı savaşlar Moskova görüşmelerini de etkiledi.

Moskova ve Kars Antlaşması

AHISKA’NIN KISA TARİHİMoskova’ya görüşmek üzere giden heyeti, 29 Ocak 1921’de Bakü’de kabul eden Nerimanov, görüşmenin sonuçları hakkında V.İ.Lenin’e bir mektup gönderdi. Mektupta, “Ben Batum ve Ahıska hakkında bahsettim ama dediler ki: “Ermeni meselesi bir ölüm kalım meselesidir, bu konuda taviz verirsek kitleler peşimizden gelmez.” (Doç.Dr. Vasif Gafarov Türk-Rus ilişkilerinde Azerbaycan meselesi. (1920-1921) 3. Uluslararası Kafkas Sempozyumu, 13-15 Ekim 2011. Kars. S.179) Bu mektubun müzakereleri etkilediği yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü Ankara Hükümeti ile Sovyet Rusya arasında Moskova’da yapılan barış görüşmelerinde “Ermeni sorunu” Türkiye’nin istekleri doğrultusunda çözüme kavuşmuştur. Taraflar arasında varılan anlaşmaya istinaden 16 Mart 1921’de Moskova’da bir barış anlaşması imzalandı.

16 maddelik Moskova Antlaşması’nın I. Maddesine göre Sovyet Rusyası, Türkiye’ye kabul ettirilmeye çalışılan Sevr barışını tanımayı reddetti. Sert bir mücadelenin ardından Rusya, Batum dışında Misak-ı Milli çerçevesinde Türkiye’nin sınırlarını tanıdığını ilan etti (Tahirjan Kukulov: age. S. 60)

Moskova Antlaşması’nın II. maddesine göre Türkiye, çok çaba harcadıktan sonra Gürcistan ile sınır konusunda bir anlaşmaya varabildi. Rus tarafı, Gürcüleri razı etmek için, 7 Mayıs 1920’de Gürcülerle imzalanan anlaşmanın şartlarını yerine getirmek istedi. (Prof. Dr. Giorgi Jujunashvili: Kars Antlaşması’nın Gürcü basını döneminde hukuki ve siyasi değerlendirmesi.

3. Uluslararası sempozyum Kars 2011.s.143) Yani Batum ile birlikte Artvin’in Gürcülere bırakılmasını istedi. Ancak Türkiye’nin kararlı duruşunun bir sonucu olarak Artvin Türkiye’de kaldı, ne yazık ki Ahıska ve Ahılkelek’in Moskova görüşmelerinde konuşulup konuşulmadığı netlik kazanmadı. Batum ve Artvin’in yoğun tartışma konusu olması nedeniyle Ahıska ve Ahılkelek konusunun tartışılmadığı olayların akışından anlaşılmaktadır.

Moskova görüşmelerine katılan o zamanki Ekonomi Bakanı ve altı ay sonra Kars Antlaşması imzalandığında Dışişleri Bakanı olan Yusuf Kemal Bey, 19 Eylül 1921 tarihinde Kars görüşmelerinin başkanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği talimatta, Gürcistan ile yapılacak görüşmelerde, Moskova Antlaşması’nın 4. maddesinin Azerbaycan yakınlarındaki Ahıska ve Borçalı Türklerinin gerçek bağımsızlıklarını unutulmamasını ve Gürcistan’ın buradaki Türk nüfusa karşı şiddet kullandığını kaydetmişti. (Doç. Dr. Serpil Sürmeli: Kars Konferansı ve Gürcistan. 3 UKS unim 13-15 2011.Kars.p58) Hiç kuşkusuz Ankara Hükümeti Ermeni meselesini kendi lehine çözdükten sonra Batum, Ahıska ve Ahılkelek konusunda Ruslardan uzaklaşmak ve doğu sınırlarını tehlikeye atmak istemedi. Öte yandan, Osmanlı Ordusu bölgeye gelmeden Ahılkelek’teki Ermeniler, bölgede Sovyet Hakimiyetinin kurulduğunu ilan ederek Türk heyetinin geri adım atmasına sebep olmuşlar. Türk devletinin Ruslarla karşı karşıya gelmekten çekindiği, o döneme ait belgelerden de anlaşılacağı üzere, görüşmelerin bir an önce bitirilmesini istemişler. Gürcü Menşevik Hükümeti, Türkiye ile yaptığı tüm görüşmelerde, Rusya ile 7 Mayıs 1920’de imzalanan anlaşma ile belirlenen sınırlar içinde Gürcistan’ın resmen tanınmasını talep etmiştir. (Derya Çini Şimşek. Türkiye Büyük Millet Meclisi Birinci Temsilcisi Kazım (Dirik) bey.s632) 16 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan barış anlaşmasına göre Acara’ya özerklik verilirken, Ahıska ise görüşülmeden Gürcistan’a verilmiştir. Güney Kafkasya devletleri ile Ankara Hükümeti arasında Ekim 1921’de Kars’ta imzalanan barış anlaşmasına göre sınırları bugünkü gibi belirlendi.

Sovyet Devletinin Egemenliği Sırasında Ahıska Türkleri.

1920’lerden itibaren komünist rejim altında yaşamaya zorlanan Ahıskalılar, rejimin Türk karşıtı baskısıyla karşı karşıya kaldılar. Bu yetmezmiş gibi, Gürcü şovenistleri ve Ermeni milliyetçilerinin bölgedeki demografik durumu lehlerine değiştirmeye yönelik eylemlerine direnen Ahıskalı aydınlar, 1937-1939 yıllarında baskı ve sürgünlere maruz kaldılar. Kasım 1944’te baskıcı rejimin gizli bir kararına göre 120.000 Ahıska Türkü tarihi ve etnik topraklarından Orta Asya ve Kazakistan çöllerine sürgüne gönderildi. Bu suç eylemi sırasında, Ahıska’nın eli silah tutan tüm erkekleri, Büyük Vatan Savaşı’nda faşizme karşı ölümüne savaşmışlardır. Milli felaketin kurbanları ise yaşlılar, kadınlar ve çocuklar idi. Binlerce Ahıskalı yük vagonlarında ağır, meşakkatli sürgün yolculuğuna dayanamayıp, soğuktan, açlıktan ve hastalıktan öldü (İ.Aliyev: I. Uluslararası Ahıska Türkleri Kongresi katılımcılarına gönderilen çağrıdan.) Büyük Vatan savaşı sırasında, orduya giden 40.000’den fazla Ahıskalıdan 25.000’i vatan yolunda öldü, 8’i “Sovyetler Birliği Kahramanı” unvanına layık görüldü, yüzlerce askere yüksek askeri unvan ve madalyalar verildi.

1956’da Sürgündeki Ahıskalıların yaşadıkları özel kamplarda sokağa çıkma yasağı kaldırıldı, ancak tarihi adaletin yeniden sağlanmasına izin verilmedi. Ahıskalıların tarihi topraklarına dönmeleri kesinlikle yasaklandı. Sovyet rejiminin yasaklarına, SSCB ve Gürcistan liderlerinin asılsız mazeretlerine rağmen Ahıska Türkleri yıllarca ata topraklarına dönmek için mücadele ettiler. Milli mücadeleye öncülük eden Ahıskalı liderler defalarca SSCB liderliğine sert taleplerde bulundular ve ulusal haklarını geri kazanmaya çalıştılar. Bu mücadele 1980’li yıllarda daha da yoğunlaştı. Ancak 1989’da M.Garbaçov’un Türkiye karşıtı politikasının bir başka provokasyonu da Fergana’daki kanlı olaylar oldu. Üstelik 45 yıldır yaşadıkları Fergana bölgesinde korkunç yağmalara, cinayetlere, soygunlara ve hakaretlere maruz kaldılar.

(F. Mammadova. Atatürk Merkezi Editörü) Yeni bir mülteci ve sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldılar. Özbekistan’ı terk ederek ve Azerbaycan, Rusya ve Ukrayna dahil olmak üzere komşu cumhuriyetlere taşınmak zorunda kaldılar. Halihazırda yaklaşık 500.000 Ahıska Türkü dünyanın 9 ülkesine dağılmış halde yaşıyor. Buna rağmen Ahıskalılar, Gürcistan’daki tarihi etnik topraklarına dönmek için milli mücadelelerini halen de azimle sürdürüyorlar.

Tarihçi-Araştırmacı Tahircan Kukulov.

Çeviri: Abdül Hamit Gazigil 

Bir yanıt yazın