MİLLİ KAHRAMANLARIMIZI TANIYOR MUYUZ?

MİLLİ KAHRAMANLARIMIZI TANIYOR MUYUZ?

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı sonrası emperyalist devletlerin çeşitli oyunları ve Osmanlının kendini yenileyememesi sonucu yıkıldı, tarih sahnesinden çekildi. Oysa Osmanlı Devleti köklü ve güçlü devletti. Nitekim Türkiye Cumhuriyetini kuran devlet adamı ve komuta kadrosu Osmanlının son devlet adamı ve komuta kadrosuydu. Sorumlu, bilinçli, eğitimli insanlardı. Bu eğitimli güç, bu milli kahramanlar Osmanlı Devletinin yıkılmaması için mücadele veren güçtü. Ama ne yazık ki ‘Büyük Güçler’ çoktan Dünyanın haritasını kendi menfaatleri doğrultusunda çizmişlerdi.

I. Dünya Savaşı sonrası Türk yurdu, Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar işgal edildi. Osmanlı Devletini ortadan kaldırmak isteyen emperyalist güçler, Türkleri Anadolu’dan atmak, uzak Asya bozkırlarına sürmek istiyordu. Bir tarafta İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan güçleri Balkanlar’dan ve Ege’den Anadolu’yu işgal ederken; diğer taraftan da Ruslar ve onların tetikçisi Ermeniler doğudan işgal etmişti bu kutsal toprakları. Bu sadece bir işgal değildi; dünyanın gözleri önünde masum sivil insanlara yapılan katliamdı. Aslında bu bir Türk soykırımıydı. Güney Cephesinde ise Araplar, Osmanlı’yı sırtından hançerlemişti. 1915’te ‘Kanal Harekatı1’nda Araplar 14 bin askerimizin şehit olmasına neden oldular. 1917’de ‘Akabe Baskını2’nda tüm askerlerimiz Araplar tarafından şehit edildi.

Arafat’ın, “Ermenistan’ın haklı davasını destekliyoruz, Türkler Ermenilere jenosit yapmışlardır. Tarihteki Ermeni katliamının bir benzerinin bir daha yaşanmasına izin vermeyeceğiz. Ermeniler başaramadı, ancak biz onların düştüğü hataya düşmeyeceğiz”3 sözünü de unutmuyoruz.

İşgal günlerinde, vatanı namus belleyen Türkler bağımsızlığını, bayrağını, toprağını her şeyin üstünde sayarak kadın, erkek, yaşlı, genç askerine destek vermek için bir araya gelmiş ve bu emperyalist güçlere gereken dersi vermişti. O beğenmedikleri Türk halkı Anadolu bozkırlarında kağnılardan ve kadınlardan donanma yaparak silah ve milis desteğiyle Yunanlılar’ı, İngilizler’i Haymana ovasında, İnönü’de, Sakarya’da; Rus ve Ermeniler’i Erzurum’da, Kars’ta doğduklarına pişman etmişti. Büyük güçler, Türk Milletinin bu direnişi göstereceğini tahmin edememişti. Bu yüzden hayal kırıklığına uğradılar. İngiliz Devlet Adamı Winston Churchill’in tarihe geçen sözünü hatırlatmak isterim: ‘Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm! Oldukça mutluydum, umutluydum. Daha düne kadar, ‘Çanakkale bizimdir!’ diyordum. Çünkü bu savaşı kazanmak için askeri, parayı, cephaneyi, her şeyi hesaplamıştım. Hepsinde çok üstündük. Mutlaka yenecektik. Yalnız bir şeyi hesaba katmamışız: Mustafa Kemal’i… Bağrımda İngiliz gururu olmasa, Türkleri alnından öpmek, onları ayakta alkışlamak isterdim.’

Türk bağımsızlığını sağlayan bir avuç Kuvayı Milliye askerinin yanında, kadın savaşçılar da mücadele verdi. Tarihin sayfalarına, adları altın harflerle yazılan ve her birinin hüzünlü hikayesi olan Tayyar Rahmiye, Çete Emir Ayşe, Halime Çavuş, Şerife Bacı, Nezahat, Onbaşı, Halide Onbaşı, Zeynep Mido Çavuş, Gördesli Makbule, Hafız Selman İzbeli, Bitlis Defterdarının Hanımı Satı Çırpan, Domaniçli Habibe, Süreyya Sülün Hanım, Nazife Kadın, Naciye Hanım, Faika Hakkı, Sultan Hanım, Kılavuz Hatice, Saime Hanım, Yirik Fatma, Tarsuslu Kara Fatma (Adile Onbaşı) İstiklal Harbimizin isimlerini bildiğimiz sadece birkaç kahramanıdır. Türk Milleti bu isimleri unutmamalı ve unutturmamalıdır. Haklarında romanlar, öyküler, şiirler, şarkılar yazılmalı; filmler çekilmeli, tiyatro oyunlarıyla sahneye taşınmalıdır. Bu bir lütuf değil milli bir görev olmalıdır.

Bağımsızlık Savaşımızın lideri, eşsiz komutan, gerçek devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadelenin korkusuz kadınlarını gördükten sonra ‘Ey kahraman Türk kadını sen omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!’ diye hitap etmişti.

Atatürk’ün ‘Ey kahraman Türk kadını’ dediği yiğit kadınlarımızdan biri de Erzurumlu Fatma Seher4’di. Yöresinde ‘Delioğulları’ lakabıyla tanınan Fatma Seher tam bir dadaş kızıdır. Bu güne kadar dünya üzerinde gelmiş geçmiş en korkusuz, en cesur ve en gözü kara insandır denilebilir. Ümmi olmasına rağmen bilge bir kadın, arif bir insandır; fedakardır ve teşkilatçıdır. ‘Kadın Girişimciliği’ konusunda dünyanın ilk örneğidir; çünkü Fatma Seher eline silahı alıp yanına kızını, oğlunu, kardeşlerini ve kendine inanan 480 milisiyle,
bütün vatan topraklarında işgal güçlerine karşı direnen dünyada tek kadın kahramandır!

Anadolu bozkırında, kendine has iklimi, tarihi ve coğrafi yapısı olan Erzurum- Aşkale- Ergemansur (Çay) köyünde doğan Fatma Seher, herkes gibi sıradan bir ailenin, çiftçilikle uğraşan kızıydı; ama onu öne çıkaran, dünya çapında milli bir kahraman yapan, emperyalist güçlere karşı yenilmez bir direnişçi yapan dünyada gelişen siyasi olaylardır. Fatma Seher’in farkı, dünyanın siyasi olaylarına seyirci kalmamasıdır!

Dünyada gelişen siyasi olaylar Osmanlının, Çarlık Rusyasının tarihten silindiği, dünyayı sarsan olaylardır. Bu çok önemlidir. 1912-1913’lerde başlayan Balkan Savaşı,
1914’lerde başlayan I. Dünya Savaşı,
Şubat 1916’da Erzurum’un, 1918 tarihinde İstanbul’u işgal edilmesi Dünya siyasi tarihini derinden etkilemişti. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi (ateşkes antlaşması) ise bütün Osmanlı topraklarının, Büyük Güçler tarafından işgal edildiği antlaşmaydı. Osmanlı Devleti siyasî, iktisadî, idarî, askerî, ticarî, dinî, ulaşım, iletişim, eğitim gibi tüm alanlarda emperyalist güçlerin egemenliği altına girmişti bu antlaşmayla. İngilizlerin 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’u işgal etmesinden sonra İstanbul’da 7 bin yıllık Türk tarihinin, 600 yıllık Osmanlı tarihinin en acı günleri yaşandı: son Osmanlı Meclis-i Mebusanı düşman süngüsü altında zorla kapatıldı! Dahası, Sadrazam Tevfik Paşa, arabası ile padişahla toplantı yapmaya giderken, İngiliz askerleri yolunu kesti ve koskoca devletin sadrazamını karakola götürdü ve tutukladı… Bütün Osmanlı topraklarında azınlık gruplar, özellikle Ermeni ve Rum çeteler, Türkler aleyhine faaliyetlere giriştiler.

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında ahval buydu; hatta bundan da kötüydü:

Yunan başbakanı Venezilosun oğlu Sofokles işgal ettiği Bursa’da Osman Gazi’nin sandukasını tekmeleyip, “ Kalk ey koca sarıklı koca Osman! Kalk da torunlarının halini gör! Kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim! Ordularımız Bursa’ya hakimdir. Şu anda Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman ayaklarımın altındadır!“ Bununla da yetinmemiş beylik tabancasıyla sandukaya bir mermi sıkmıştır.

Erzurumlu Fatma Seher, diğer vatansever milisler gibi bütün bunlara seyirci kalamazdı.

Düşman çizmelerinin vatan topraklarını çiğnediği bu yıllarda, eşi Yüzbaşı Derviş Bey ile Balkan Savaşına katıldı. Edirne’nin Bulgarların eline geçmemesi için Edirneliler ile birlikte direndi. Ne yazık ki Edirne işgal edilince Yüzbaşı Derviş Bey Sarıkamış’a gönderildi; fakat Derviş Bey Sarıkamış’ta şehit edildi. Fatma Seher artık yalnızdır.

Osmanlı işgal günlerinde çaresizlik içerisindedir. Emperyalist güçler ise her taraftan saldırı halindedir. İşte tam da bu sırada Osmanlı topraklarının her köşesinden vatan savunması için kadın, erkek, yaşlı, genç direnişçiler, milisler ortaya çıktı. Kuva-yı Milliye adıyla örgütlendiler. Kardeşlerinin yanına İstanbul’a giden Fatma Seher, o güne kadar hiç kimsenin yapamadığı bir kararlılıkla, memleketin her tarafı işgal edilmesine rağmen İstanbul’dan Sivas’a gitti. Kongre hazırlığı yapmakta olan Mustafa Kemal’den görev istedi. Yıl 1919. Görüştü ve görev aldı. Artık adı Kara Fatma’dır. İstanbul’a döner.

Kadın ve erkeklerden kurduğu milisleri ile ‘Kadın ve Kağnı Donanması’ adı verilen İstiklal Yoluyla silah sevkiyatı yaptı Anadolu’ya. Gönüllü milis topladı. Gözü dönmüş Ermeni ve Rum çetelerle mücadele etti. Balkan, Sakarya, İnönü, Dumlupınar, Başkomutanlık muharebelerine katıldı. Üsteğmenliğe yükselen ilk kadın subay oldu.

Üsteğmen Kara Fatma savaştı, direndi, yaralandı, esir edildi; ama hiçbir zaman yılmadı, onurundan, namusundan taviz vermedi; dik durdu, eğilmedi; ser verdi sır vermedi.

Onun bu korkusuzluğu, kararlılığı, vatanına olan karşılıksız sevdası yüzündendir:

O,

Yunan palikaryalarının Türk Yurdunu işgaline sessiz kalmadı,

Sakarya cephesinde 18-19 yaşında gencecik fidanların toprağa düşmesine seyirci kalmadı,

Yunanlıların işgal ettiği köylerde, köy meydanlarına Türk kadınlarının çıkartılıp oynatılmasına nispetiyle cevap verdi, çeteleri çökertti,

İstanbul’u İngiliz’e teslim eden, İngiliz himayesine girilmesine razı olan padişaha sessiz kalmadı,

Keşke Yunan galip gelseydi!’, diyenlerden olmadı,

İzmit Valiliği Mutasarrıfı Anzavur Ahmet’in 1920 yılında: Padişah Yunanlılarla harp edilmesine razı değildir. Yunanlılar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızası hilafına olarak, onlara silah çekmek küfürdür, isyandır,” sözünü kabul etmedi,

Jandarma Genel Komutanı Kemal Paşa’nın 3 Ağustos 1919’da: “Yunanla çarpışmaktan vazgeçiniz. Zira bu teşebbüsünüz beyhudedir,” sözünü dikkate almadı,

Yazar Refii Cevat Ulunay’ın 21 Mayıs 1919 tarihinde: “Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutup bizi kurtaracak. İstiklâl diye bağıranlar kötü niyetlidir,” sözüne gülüp geçti,

Adliye Nazırı Ali Rüştü’nün 12 Temmuz 1920 tarihinde: “General Paraskevopulos’un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekâta devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara Surları önünde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz! Bu ordu bizim ordumuzdur!” sözüne silahıyla cevap verdi.

Erzurumlu Üsteğmen Kara Fatma böylesine gözü kara bir savaşçıydı. O bir dadaş kadındı. Özü sözü birdi. Vatanı, namusu, dini için mücadele etmişti. İzmit’in kurtuluşu için mücadele ederken yaralandı; Yunanlılar tarafından esir alındı. Konuşturmaya çalıştılar; kolunu, ayağını kırdılar, gözünü morarttılar; ama onun ağzından bir kelam dahi alamadılar. Yunan Genelkurmay başkanı Trikopis’in huzuruna çıkardılar. Ünü Yunan Ordusu içinde yayılan Kara Fatma’yı gören Trikopis şaşkınlık ve hayret içerisinde kalmış: ‘Demek Kara Fatma sensin!’ demişti. Aynı savaşta göğsünden kurşun yemiş, Hilali Ahmer hastanesinde ameliyat olmuştu. Doktor : ‘Mermiyi çıkaramadık, fazla hareket etme, bir süre ata binme!’ demişti. Üsteğmen Kara Fatma ise: ‘Demek düşmanı ömür boyu içimde saklayacağım!’ demiş ve iyileşir iyileşmez tekrar savaş meydanlarına koşmuştu.

Gençlik yılları, Milli Mücadele günlerinde cephelerde geçen Üsteğmen Kara Fatma, belki de ailesiyle hiç kahvaltı yapamadı; İstanbul’da olsun, Erzurum’da olsun ailesiyle birlikte sokaklarda, caddelerde gezemedi; torunlarını kucağına alıp sevemedi; çünkü o yıllar savaş yıllarıydı. Kız kardeşi Gülsümün kızı 13 yaşındaki Fatma’yı evlatlık aldı. Küçük Fatma, Kara Fatma ile cephe cephe dolaştı. O da yaralandı. Şarapnel sol elinde patlayınca, elinin üç parmağı koptu. Büyüdüğünde, İstanbul’da yaşadığı muhit olan Kasımpaşa’da kendisine ‘Parmaksız Fatma’ dediler. O da savaşlara katılmış gaziydi.

Çocuklara, gençlere, öğretmenlere, kadınlara, devlet adamlarına davranışları, düşünceleri örnek olan Üsteğmen Kara Fatma, Cumhuriyet kurulduktan sonra köşesine çekildi. Devlet kendisine İstiklal Madalyası ile onurlandırdı ve ayrıca üsteğmenlik maaşı bağladı. Cebinde beş kuruşu olmamasına rağmen Kara Fatma, kendisine bağlanan maaşı almadı ve Ben, bütün mücadeleleri vatanım ve milletim için yaptım, bir beklentim yoktur! dedi ve maaşını Kızılay kurumuna bağışladı.

Gözü tok, gönlü gani bir Türk anasıdır Kara Fatma.

Amerika’nın, İngiltere’nin, Çin’in ve birçok ülkenin de yaşamış halk kahramanları vardır. Bu ülkeler hiçbir masraftan kaçınmadan genç nesillere, hatta bütün dünyaya bu kahramanlarını tanıtırlar. Romanlar, öyküler, tiyatro oyunları yazarlar, film çekerler, heykellerini dikerler, çizgi romanlarını yaparlar, bu ünlü kişilere ait müzeler kurarlar; olmadı meydanlara, caddelere velhasıl dağlara taşlara bu kahramanlarının adlarını verirler. Bu yüzden herkes tanır ve minnet duyar bu milli kahramanlara. Halk övünür, ‘Bizim böyle kahramanlarımız var!’ diye. Sadece milli kahramanları değil yazarları, şairleri, sanatçıları, bilim adamları, sporcuları hiç unutmazlar; onlara saygı duyarlar, sevgilerini dile getirirler. Aslında yapılması gereken budur. Bu kahramanlar toplumların hafızasıdır. Onlar, bir döneme damga vurmuşlardır. Onlar toplumların moral kaynağı, itici güçleridir.

Türk milletinin tarih boyunca çok ünlü kahramanları, bilim insanları, sanatçıları olmuştur. Bu kahramanlarından biri olan Erzurumlu Üsteğmen Kara Fatma ne yazık ki doğduğu memlekette bile yeterince tanınmıyor. Yöre insanı yıllarca bu eşsiz kahramandan habersiz yaşadı. İlk kez 2010 yılında Er-Vak tarafından Ercan Citlioğlu Hocaya ‘Kara Fatma’ konulu konferans verdirildi. Daha sonra araştırmacı İlknur Bektaşın gayretleriyle biyografisi yazıldı. Biz roman ve tiyatro oyunun hazırladık. Oyun şu anda sahneleniyor. Bu süreçte milli kahramanımızın, en azından kendi yöresinde tanınması için ciddi adımlar atıldı. Geçtiğimiz yıllarda Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Mehmet Sekmen Beyle görüştüğümüzde, kendisine Kara Fatma’nın küçük bir heykelini takdim etmiştim. Hatta bir parka heykelinin inşa edilmesi sözünü de almıştık. Başkanımızın mutlaka verdiği sözü tutacağına inanıyoruz. Ayrıca ‘Ben Kara Fatma’ adlı romanımı kendisine takdim ettiğimde, belediyenin bir kültür hizmeti olarak çoğaltılarak halka dağıtılmasını talep etmiştik. Bu talebimiz ne yazık ki bir yetkili tarafından: ‘Hocam bu kadın pantolon giymiş; Erzurum’da kadınlar pantolon giymez! Başka anlatacak kişi bulamadın mı?’ gibi çok tutarsız bir düşünceyle engellenmeye çalışıldı. Ümit ediyorum, inşallah, roman belediyenin kültür-sanat hizmeti olarak başkanın ön yazısıyla çoğaltılarak hemşehrilerimize dağıtılır. Ayrıca Erzurumlu Üsteğmen Kara Fatmanın doğduğu yer olan Aşkale’de konferanslar verdim. Kaymakamlık, Milli Eğitim Müdürlüğü ve Belediye Başkanlığı ile yaptığımız görüşmelerde, Fatma Seher İlköğretim Okulunun duvarına Kara Fatmanın rölyefi yapılacaktı. Bu sanat çalışması Kara Fatmanın tanıtılmasında önemli rol oynayacaktı. Defalarca görüşmeler yaptık. Ne yazık ki sonuç alamadık. O günün belediye yetkilileri bizlere destek olsalardı, Aşkale’de bu gün herkes milli kahramanını tanımış olurdu. Adı sokaklara, caddelere, okullara veya parklara verilebilirdi. Daha önemlisi, Erzurum Türk Kadınlar Birliği 2020 yılında yılın annesi seçebilir. Okullarda Kara Fatma ve Milli Mücadele konulu kompozisyon, resim, şiir yarışmaları düzenlenebilir. Her şeyden önemlisi Kara Fatma’nın köyü olan Aşkale- Çay köyünde bir ev Kara Fatma ve Milli Mücadele Müzesi olarak tanzim edilebilir. Ülke genelinde adını bilen kişi sayısı bir elin parmakları kadardı. Bu bir hatadır ve bu hata hepimize aittir. El ele, gönül gönüle verilmeli, tarihe mal olmuş kahramanlar doğdukları yerler başta olmak üzere bütün ülkede, hatta bütün dünyada tanıtılmalıdır. Devlet, valilikler, belediyeler sahip çıkmalıdır. Böylesine halk kahramanlarının evleri mutlaka müze haline getirilmelidir. Adlarına her türlü turistik eşyalar imal edilmeli, kılık kıyafetler üretilmelidir. Bu hem tanıtım hem de yöre ve yöre insanına değer, kazanç, istihdam kapılarını açacaktır.

Erzurumlu Üsteğmen Kara Fatma niçin tanınmıyor?

Aslında Erzurum’da Kara Fatma’dan önce, 93 Harbi denilen savaşta Rus Çarı’nın ordusuna kahramanca karşı koyan Nene Hatun’da pek tanınmıyordu. Tarihçi Nejat Göyünç, Nene Hatun ile ilgili olarak; Erzurum’un meşhur Nene Hatun adlı kahraman anasını ben küçüklüğümde Erzurum sokaklarında, kışlık tezek yapmak için sırtında teneke ile dolaşıp, hayvan pisliği topladığını görmüştüm.5 İfadesinden kahramanımızın nasıl bir yaşantı içinde olduğunu anlıyoruz. Nene Hatun’un ciddi anlamda tanınmasını sağlayan Orgeneral Nurettin Baransel olmuştur; fakat en önemli gelişme NATO Başkomutanı General Ridgway’ın 7 Eylül 1952 tarihindeki Erzurum ziyareti ile oldu. General, Erzurum’da Nene Hatun’u ziyaret etmek isteyince, basının dikkatini çekti ve artık Nene Hatun uluslar arası bir kahraman oldu. Demek ki Erzurumlunun gayretiyle Nene Hatun tanıtılmadı. General Ridgway, Erzurum’a ziyaret etmeseydi Nene Hatun bu günkü Nene Hatun olmayacaktı. Divan Edebiyatının ünlü hiciv şairi Erzurumlu Nef’i de, Halk Edebiyatının ünlü ozanı Emrah da, Gökbilimci İbrahim Hakkı da resmi veya sivil toplum kanalıyla tanıtılmadı. Bu insanlar, kendi beceri ve yetenekleriyle isimlerini duyurmuşlardır.

Bu tutum, bu düşünce yapısı, ne yazık ki bu gün için de geçerlidir. Önemli olan tanınmış bu isimleri korumak, kollamak, sahip çıkmak, ona değer vermektir. Erzurumlu efsane boksör Nazif Kuran, kendi bileğinin gücüyle ismini duyurmuştur; Erzurum’un dünya çapında ünlü ressamı Bahri Genç, Yücel Dönmez kendi fırçalarının gücüyle bu şöhreti elde etmiştir; dünyanın sayılı organ nakli uzmanı, genel cerrah, Akdeniz Üniversitesi Başhekimi Prof. Dr. Bülent Aydınlı kendi bilgi gücüyle bu noktaya gelmiştir. TRT’nin Halk Müziği Sanatçısı Yavuz Değirmenci sesinin gücüyle ünlü olmuş bir Erzurumlu sanatçıdır; ama hiçbirimizin evinde CD’si, kaseti yoktur; çünkü biz para verip almayız. Hediye edilmesini bekleriz. Oysa Urfalı İbrahim Tatlıses’i bütün Urfa bağrına basar. CD’lerini, kasetlerini alır, konserlerine gider. Ona madden ve manen destek verir. Urfa’nın sivil toplum kurumları Tatlıses’i yere göğe sığdırmaz.

Bileklerinin hakkıyla tanınmış Erzurumlu sanatçıları, bilim insanlarını, sporcuları aslolan yaşadıkları dönemde onurlandırmaktır. Resmi kurumlar, Belediyeler, vakıf ve dernekler bu kişileri daha geniş kitlelere tanıtmalıdır. Onlara, bilgi ve becerilerini gençlere anlatmalarına imkan veren konferanslar, seminerler verdirmelidir. Erzurumlu kendi içinden çıkan ve topluma mal olmuş bu insanlardan onur duymalı, onlar gibi olmalıdır.

Demek ki Erzurum’da yetenekli birinin elinden tutmak, onu dünyaya tanıtmak kültürü pek gelişmemiş. Bu insanlar kendi yetenekleri ve çalışma gayretleriyle ünlü olduktan sonra isimleri hemşehrileri tarafından anılmaya başlanıyor. Elinden tutma, dünyaya tanıtma halktan beklenemez elbette. Bu tanıtım devlet organlarıyla, bakanlıklar, valilikler, belediye ve sivil toplum örgütleriyle olacaktır mutlaka. Erzurumlu Üsteğmen Kara Fatma’nın tanınmaması da bu nedenledir. Devletin ilgili resmi organları, Kültür Bakanlığı, Kültür Müdürlükleri, valilikler, belediye ve sivil toplum örgütleri Üsteğmen Kara Fatma ve onun gibi milli kahramanları, bilim adamlarını, sanatçıları topluma tanıtmakla görevlidir. Bu görev onların asli işleridir. Bu konuda araştırma yapan görevlilerin de önleri açılmalıdır.

Gelişmiş ülkeler milli kahramanlarını, sanatçılarını, bilim insanlarını, sporcularını yeni yetişen nesillere örnek olsun diye, çocukları özendirsin diye toplumda öne çıkarıyor, destekliyor, koruyor, kolluyor. Fransızlar, halk kahramanları Jan Dark6’ı dünyaya tanıtmışlardır; İngilizlerin, bütün dünyanın tanıdığı Florence Nightingale7 isimli halk kahramanı vardır, yine İngilizlerin halk kahramanı Robin Hood8’u dünyada tanımayan yoktur. Birkaç örneğini vermekle yetindiğim bu gelişmiş ülkeler, resmi kurumlarıyla olsun, sivil toplum kurumlarıyla olsun kahramanlarını koruyor, kolluyor, tanıyor, tanıtıyor. Dünyanın her tarafında bu halk kahramanlarını tanıtan kitaplar var. Bizler de kitapları alıp okuyoruz. Bu ülkelere yaptığımız gezilerde yine bu kahramanların meydanlarda heykellerini görüyoruz, adlarının verildiği sokakları geziyoruz. Halk bu kahramanları seviyor, sayıyor, sahip çıkıyor.

Gelişmiş ülkelerle bizim gibi kalkınmaya çalışan ülkelerin arasındaki fark bu olsa gerek. Eğitim ve öğretimin ilk basamaklarında tarih, sanat, edebiyat bilinci tam anlatılırsa; milli kahramanlara, bilim adamlarına, sanatçılara sahip çıkma, koruma, kollama çocukluktan öğretilirse; çocuklar moral ve güç kaynaklarına güvendikleri için kendi özgür iradeleriyle yarının kahramanları, bilim adamları, sanatçıları olurlar.

Bir devletin istediği de bu olmalıdır.

Mehmet DAĞISTANLI

Eğitimci- Yazar

1 Taşkıran Cemalettin, Ana Ben Ölmedim, 1. Dünya Savaşı’nda Türk Esirler, araştırma, Türkiye İş Bankası Y ayınları, 2008.

2 Kösoğlu Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul- Ekim 2013.

3 Ata Atun, Yurdagül Atun, Türkiye Filistin İlişkilerindeki Dengesizlik, Kıbrıs İlim Üniversitesi

4 Fatma Seher ile ilgili ilk ciddi biyografi çalışması yapan İlknur Bektaş’tır.

5 Aktaş Akın, Araştırma Makalesi, Sosyal Yardımlar Bağlamında “Nene Hatun- Kara Fatma” Analizi

6 Jan Dark, Fransa’nın Dünyaya tanıttığı, İngiltere’ye karşı savaşan bir Fransız Katolik azizesidir.

Hakkında sayısız kitaplar, tablolar, filmler, çizgi romanlar ve öyküler yazılmıştır.

7 Florence Nightingale, Kırım Savaşında yaralanan askerlerin tedavi ve bakımlarını yapan, modern

hemşireliğin kurucusu olan İngiliz, halk kahramanıdır. Türkiye de bile adına hastaneler açılmıştır.

8 Robin Hood, Günümüzde genellikle, zenginlerden alıp fakirlere dağıtan, kimi yerde de haydut olarak anılan İngiliz halk kahramanıdır. İngilizler tarafından hakkında çizgi romanlar hazırlanmış, filmler çekilmiş, tabloları yapılmıştır.

Share this content:

ERZURUMLULAR