SİHİRLİ KUTU

SİHİRLİ KUTU

Bilindiği üzere gelişmiş ülkelerde yayın kuşakları birey-aile-toplum öncelikleri ve hassasiyetleri gözetilerek düzenlenmekte ve ona göre yayın yapılmaktadır. insanların fitri serencamını bozacak nitelikte ögelerin bolca olduğu yayınların ülkelerin insan sermayesini uzun yıllar içerisinde zarara uğratmakta olduğunu çeşitli olaylar ve araştırmalar göstermektedir. Oysa her toplumun üzerinde en hassas olacağı şey, üzerine geleceğini inşa edeceği ve medeniyetinin devamını sağlayacağı insan sermayesidir, yani nesilleridir.

Televizyon denen bu cihaz icat edildiğinde ünlü bir film yapımcısı, insanların her akşam böyle bir kutuya bakmak istemeyeceklerini, kısa zaman içinde de piyasadan silineceğini söylemiş.

Bu sihirli kutu memleketimize teşrif ettiğinde yetmişli yıllarda her mahallenin belki ancak bir evinde bulunurken şimdi her evde bir veya birden fazla olarak kendi özel yerini almış bulunmaktadır.

Kendisinden sonra çokça icatlar oldu, bilgisayar, internet hayatımıza girdi ama televizyonun yerini almak şöyle dursun hemen onlarla da bağlantı kurup akrabalık tesis etti ve aile içinde bilgisayar-internet ve televizyon üçlüsü şeklinde teşkilatlandı.

Yerini, kimseye kaptırmaya niyeti olmadığı gibi her kalıba girerek daha da, sağlamlaştırdı.

Teknoloji geliştikçe televizyonun içine internet girdi. Böyle olunca televizyon bilgisayarla entegre oldu ve onun yerine de geçti. Hatta şimdilerde farklı gözlükler kullanarak aynı ekrandan aynı anda farklı yayınlar izlenebilir oldu. Tek bir ekrandan baba maç izlerken çocuklar çizgi film izleyebiliyor artık. Yahut anne de dizisini izleyebildiğinden muhtemel çatışmalar da önlenebiliyor.

Tabii bir de televizyona karşı sosyolojik bakış açısıyla felsefe yapılması durumları var. Efendim televizyon iyi midir? Kötü müdür? Faydalı mıdır? Zararlı mıdır?

Oysaki bu tartışma artık çağını kaybetmiştir. iyi de kötü de olsa, faydalı da zararlı da olsa sosyal hayatımıza tam anlamıyla girmiş çıkacağı da yoktur artık. Aslında bunun yerine reşit bireyler olarak cihazın kullanımıyla ilgili kontrol noktasında etkili olup olamamaktan bahsetmeli, belki buna odaklanmalıyız.

Elbette ekranın karşısında duranlara hitap eden bu cihazın bir de arkasında bulunup yayın arz edenler tarafı var. İşte sanırım bu noktada sıkıntılardan bahsedebiliriz. Ülkenin sahip olduğu maddi -manevi, dini-milli değerler üzerinden bir ahlaki kimlik muhayyilesiyle 3 yaşından 90 yaşındaki piri faniye kadar geniş bir yelpazeye hitap ederken bunu akıldan kaçırmadan yayın yapabilmek faziletine sahip olunmalıdır.

Zira televizyonun zikri, fikrinden neşet etmektedir. Her tv kanalı arka planında bulunanların yahut sahibi olanların fikri altyapısıyla doğru orantılı yayın yapmaktadır. Elbette ki bir ülkede farklı görüş ve fikirlerden insanlar olacak ve bunlar kendi anlayış ve inanışları doğrultusunda yayın ortaya koyacaklardır. Fakat herkesin genel geçer değerler bağlamında buluşabileceği ortak noktalar da vardır. Bu husus toplumsal fikir birliği halinde yazılı olmayan ahlaki değerler gibi kendiliğinden geçerli bir ortam oluşturabilir.

Bilindiği üzere gelişmiş ülkelerde yayın kuşakları birey-aile-toplum öncelikleri ve hassasiyetleri gözetilerek düzenlenmekte ve ona göre yayın yapılmaktadır. İnsanların fıtri serencamını bozacak nitelikte ögelerin bolca olduğu yayınların ülkelerin insan sermayesini uzun yıllar içerisinde zarara uğratmakta olduğunu çeşitli olaylar ve araştırmalar göstermektedir. Oysa her toplumun üzerinde en hassas olacağı şey, üzerine geleceğini inşa edeceği ve medeniyetinin devamını sağlayacağı insan sermayesidir, yani nesilleridir.

Son yıllarda Ülkemizde de yayınlarla ilgili hassasiyet artmaktadır. Çeşitli televizyon kanallarında yapılan açık oturumlarda bu hususlar dile getirilmekte psikologlar, pedagoglar, eğitimciler ve çeşitli uzmanlar konu üzerinde görüşlerini aktararak halkımızı uyarmakta ve karar mekanizmasındaki insanlarımıza yol göstermektedirler.

Televizyon çocukların hayatında oldukça fazla yer almaktadır. RTÜK’ün 2006 yılında yaptığı “ilköğretim Çağındaki Çocukların Televizyon izleme Alışkanlıkları” araştırması sonuçlarına göre, çocukların % 39,8’inin evinde 1 adet, % 43,6’sının evinde 2 adet, % 13,6’sının evinde 3 adet, % 2,7’sinin evinde 4 adet ve üzeri televizyon bulunmaktadır.

Ayrıca ilköğretim çağındaki çocuklar, boş zamanlarında yapmaktan hoşlandıkları ilk üç şeyi sırasıyla % 64,9 oranı ile “Kitap okumak”, % 64,6 oranı ile “Televizyon seyretmek” ve % 37,9 oranı ile “Arkadaşlarımla oynamak / vakit geçirmek” olarak belirtmiştir.

Dikkat edileceği üzere araştırma sonuçları televizyonun, çocukların hayatında önemli bir yere sahip olduğunu net olarak göstermektedir.

Çocukların günlük hayatının içerisinde bu kadar çok yer alan televizyonun, çocuklar üzerindeki etkisi de inkâr edilemez bir gerçek olup bu konuda da tez çalışmaları yapılmış ve yapılmaktadır. Yapılan bazı araştırmaların, okul öncesi çocuklarının ve ilkokul öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun televizyondaki şiddet görüntülerini izledikten sonra korku tepkisi verdiği; hatta bu şiddet görüntülerinin, korkunç şeylerin kendi başlarına da gelebileceği korkusuna, uyku bozukluklarına ve kâbus görmeye yol açabildiğini, ortaya koyduğu ifade edilmiştir.

Son yıllarda Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun hayata geçirdiği “Koruyucu Sembol Sistemi” ve “iyi Uykular Çocuklar Projesi” çocukları olumsuz etkilerden korumaya yönelik olarak yapılmış ve uygulamaya konulmuş çok güzel çalışmalardır.

Her şey kötü değil tabii ki kimi programlar da çocukların dil gelişimine yardımcı olmakta, doğru ve güzel Türkçe kullanımında ailelerden daha fazla katkı sağlamaktadır. Doğru davranışların öğretilmesi ve yerleştirilmesinde de çok faydalı programlar yapılmaktadır.

Devletin ve yayıncıların üzerlerine düşeni yerine getirmelerinin dışında aileye düşen görevleri de unutmamak gerekir. Eviyle ilişkisi sadece otel ve lokanta derecesinde olan bir aile reisinin çocuklarını “zararlı yayın” ve onun etkilerinden korumağa çalışmak gibi bir görev üstleneceğini düşünmek elbette mümkün olamayacaktır. Yahut ev işleri sırasında eline ayağına dolaşmasın diye evdeki küçük masum yavruyu saatlerce tek gözlü canavarın insafına terk etmesi de affedilmez bir hata olacaktır. Bu durum da anne-babalara düşen, daha hayati ve birinci derecede etkin bir görevdir.

Sonuç itibariyle televizyonlar da evlerimizdeki diğer alet ve cihazlar gibi biz kullanmadığımız sürece kenarda masum masum duran cansız nesnelerdir. Fonksiyonları ancak biz onları kullanmağa başladığımızda ortaya çıkmaktadır. Hal böyle olunca kontrolü elinde tutan, teslim olmayan, kendi istediği yönde istifade eden insanlar için her cihaz faydalı, iyi ve lüzumludur. Aksi durumda ise zararları ortaya çıkmaktadır.

Her şey insan için icat edilip üretildiğine göre insan da kendisi için yapılan her şeyi, kendi iyiliği ve faydası için kullanma ehliyetine sahip bir canlı olarak sadece kendisi için değil ilelebet payidar olabilmenin gereği olarak, nesilleri koruyup gözetecek bilinç içerisinde faydalanıp kullanmalıdır.                                                                                           

Yaşar KARAKAŞ

Share this content:

Erzurum Araştırmaları