ERZURUM VE TARİH

Erzurum ve Tarih

 

ERZURUM VE TARİH

Tarih; insan, mekân ve zamanın buluşması ile ortaya çıkan bir ilim dalıdır. Tarih ilmine ilişkin iki temel yaklaşım vardır. Bunlardan ilki bir ülkenin, medeniyetin, toplumun, tarihini makro açıdan inceleyen ulusal tarih anlayışıdır. Diğeri ise meselelere mikro açıdan bakan yerel tarih anlayışıdır.

Yerelin toplumsal, kültürel ve iktisadi geçmişine önem veren ve bu konularda seçkinlerden ziyade halkı ön plana çıkaran bir anlayışı ortaya koymaktadır. Yerel tarih; tarihin, sadece seçkin şahsiyetlerin yön verdiği siyasi ve askeri olaylardan ibaret olmadığı tezine dayanır. Bu teze göre tarihi hareketleri ve olayları toplumsal, kültürel ve ekonomik olayların değişim ve gelişimlerin ya da yıkımların yarattığı yaklaşımı ile tarih incelenmelidir.

Yerel tarih araştırmalarının, yerel kültür ve coğrafya bileşimi ile yapılması halinde vatandaşlık bilincine yapacağı katkılar önemlidir. Özellikle gençlerimizin, yaşadıkları bu ülkenin, mensubu oldukları toplumun değerlerini daha iyi kavrama ve bu şekilde daha derinlemesine olaylara bakmalarına yardımcı olur. Yerel tarih çalışmalarında fotoğraf, müze, sergi vb. malzemelerle görselliğe önem verilmesinin yanı sıra, sözlü tarih, edebi metinlerin incelenmesi ve tahlili gibi değişik öğelerin kullanılması ile doğrudan yerel kültür çalışmalarına da yerel tarihçilerin katkısı olur. Böylece tarih soyutluktan çıkarılarak, somutlaştırılacak ve toplumsal hayata dahil edilecektir. Bunun için yerel tarih çalışmalarında; coğrafyadan, edebiyata, etimolojiden müziğe, müzecilikten antropolojiye, askerlikten folklora kadar birçok unsur göz önüne alınmalıdır.

Yerel tarihin kazandıracağı kültürel kimlik, bilinç ve sorumluluk duygusu, bireylerin zihinlerinde ruhsal dönüşümü sergileyeceği gibi toplumsal yapının da manevi değerlerinin güçlenmesine ve maddi unsurlarının gelişmesine sebep olacaktır. Yerel tarihin kazandıracağı tarih, kültür ve tabiat varlıklarına sahip olma bilinci sağlam bir milli şuurun oluşmasına sebebiyet verecektir. Yerel tarihin ideolojisi olmaz, etnik, dini ve kültürel hak talebi ve ayrımcılığa dayanak teşkil etmez.

Yerel tarihin iki önemli yaklaşımı vardır. Bunlardan ilki toplumsal tarih diğeri ise şehir tarihidir. Yerel tarih ve toplumsal tarihte insan odaklı seçkinlerden ziyade, halkı, bireyleri merkeze alan, tarihi, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla kucaklayan bütüncül bir yaklaşımdır. Toplumsal tarih, toplumların tarihleriyle, kültürleriyle, kurumlarıyla, davranış biçimleriyle, yaşam alışkanlıklarıyla, çevreleriyle, zihniyetleriyle kurdukları ilişki ve yorum biçimidir. Toplumsal tarih insan merkezlidir. İnsanın, sosyal, ekonomik, kültürel, coğrafik, çevresiyle ilişkisini, inanç boyutu ile birlikte ele almaktadır. Bu şekilde tarih aktif ve etkili bir anlayış kazanır.

Yerel tarihin en önemli dallarından biriside şehir tarihidir. Şehir tarihi aslında yerel tarih anlayışının şehre uygulanmasıdır. Yerel tarihin konu edinmiş olduğu yerin yani şehrin, tarihsel ve kültürel dokusunu, mirasını, tarihin simgeleri ve tarihten günümüze gelen eserlerini tabiat varlıklarını incelemeye, farklılaştırmadan ve ötekileştirmeden yeniden yapılandırmaya ve yaşatmaya çalışır.

Şehir; insan, zaman ve mekân çizgilerinin birleştiği bir noktadır. Bu noktanın içinde, olaylar, hayatlar, kimlikler, yaşamlar, maddi ve manevi değerler vardır. Bu noktaya şehircilik açısından baktığımız zaman yerleşim yerlerini, peyzaj uygulamalarının yapıldığı alanları, ekolojik çevre, yaşam için gerekli olan altyapı, ulaşım ağı, tarihi ve kültürel alanları ile bütünlük gösteren büyük yerleşim alanlarını görürüz. Tarih bilimi açısından şehrin tanımı, sanayi ve ticaret faaliyetlerinin yoğunluk kazandığı, siyasi, idari, askeri ve dini işlerin görüldüğü ve bütün bu işler için gerekli alt yapının gerçekleştirildiği ve halkın buna göre teşkilatlandığı yerleşim alanlarıdır. Bu alanlarda yaşayanlara şehirli denir.

Bir şehrin tarihi, o şehirde var olmuş insanların, toplumların, kavimlerin ve medeniyetlerin tarihlerini anlattığı gibi o şehirdeki mahallelerin, sokakların ve mekânların tarihini de anlatır. Zaman boyutu içinde o şehirdeki olayların, olguların, yaşam koşullarını insanoğlunun ruhsal, tarihsel, kültürel eylemlerinin bütünü ve yaşanılan şartların tümünü inceler. Bu inceleme insan ve insanın eseri olan şehirlerin, geçmişten bugüne miras bırakılan tarihi eserlerin, kültür, dil, örf ve adetlerin coğrafya ile birlikte şehir hayatına adapte edilebilmesi için çok önemlidir. Bu inceleme ile geçmiş bugünle birleştirilerek yaşatıla bilinir.

Yerel ve şehir tarihçileri, yaşadıkları yeri, yaşayanlar için eşsiz yapan unsurları araştıran, bulan, koruyan yaşatılması için çalışan ve bunlara değer katarak şehir kimliğini kazandırandır. Bu şekilde çalışan tarihçi şehre ait olan değerleri bularak korunması için proje hazırlar. Bu şekilde şehrin tarihsel, kültürel ve coğrafik zenginlikleri buluşturarak şehir kimliğini oluşturur ve şehirli bilincini geliştirir.

Tarih bilinci milleti oluşturan en önemli bileşim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun gibi şehir tarihide aynı şekilde şehirlilik bilincinin oluşması için en önemli değerlerden biri olarak karşımızda durmaktadır. Yerel tarih bir yandan ortak yaşama ve şehirlilik kültürünün ve bilincinin yaygınlaşmasına öte yandan da şehir kültürü ve bilincine sahip insanların ortak duyarlıklar ve tutumlar geliştirmelerine önemli bir imkân sunar. Yerel tarihin kazandıracağı tarihi, kültürel kimlik ve bilincin sağladığı sorumluluk duygusu bireylerin zihinsel dönüşüm ve ruhsal doygunluğu sağlayacağı gibi toplumsal yapının da manevi değerlerinin güçlenmesine ve maddi unsurların gelişmesine sebebiyet verecektir. Bu çerçevede kazanılan vatandaşlık kimliği bir yandan yaşanılan ülkenin bütünlüğüne ilişkin sorunların çözümüne katkı sağlarken öte yandan da yaşanılan yörenin, şehrin, kasabanın, köyün meselelerinde sosyal bir sorumluluk bilinciyle etkin ve katılımcı bir tavır alınması sağlanır.

Şehir tarihi üzerinde önemli olan bir yaklaşım tarzı tarihi coğrafyadır. Şehir coğrafyası şehir sahalarındaki bütün faaliyetlerle ilgilenmektedir. Asıl konusu insan, insan faaliyetleri ve yeryüzü arasındaki ilişkileri incelemek olan coğrafya tarih ilminin en önemli yardımcılarından biridir. Bu nedenle şehir tarihi açısından şehir coğrafyasının önemi de gün yüzüne çıkmaktadır. Şehire etki eden en önemli faktörlerden bir tanesinin de şehrin kurulum yeri olduğu tartışılmazdır. Şehir üzerinde kurulduğu yerin arz etmiş olduğu özellikleriyle tarihi süreç içerisinde önem ve özellik kazanır. Bu açıdan dönemin şehir üzerine yansımaları hususu üzerinde önemle durulmalıdır. Dolayısıyla döneme damgasını vuran özelliklerin analizi ve yorumlaması da gerekmektedir.

Tarihi coğrafya açsısından şehir konusu, insanların tarihi süreç içerisinde coğrafi mekânda var ettiği beşeri tesisler kümelenmesi olarak tanımlanır.

Şehir yerleşmeleri, tarihi süreç içerisinde gerek beşeri gerekse fiziksel görünüm açısından farklılıklar arz eder. Bu durum şehirlere farklı kimlikler kazandırır. Şehirlerde her dönemin kendine has bir özelliği vardır.

Bazı şehirlerin birçok dönemsel özelliği bir arada barındırması ve geçmiş dönemlere ait izler taşıması şehirlerin tarihi, kültürel, mimari ve turistik gibi çok çeşitli öğeler bakımından zengin bir görünüme bürünmelerini sağlar. Bir şehrin tarihi ne kadar eskiye dayanırsa birden çok medeniyete ait izler taşıyabilir. Bu suretle de geçmiş dönemlerin özelliklerini bünyesinde bulundurması bakımından o oranda çeşitlilik arz eder. Bu açıdan şehirler çok farklı birimleri araştırma sahası olma özelliğine sahiptir. Şehire makro açıdan bakmak gerekir işte coğrafya bu makro açıdan bakışı sağlamaktadır. Sınırlı bir alanda çok sayıda insanın barınması, yaşaması, üretim ve tüketimde bulunması nedeniyle şehirlerde makro ölçüde ciddi çalışmaların yapılmasını gerekli kılmaktadır. İşte tarihi coğrafya bu makro ölçekli çalışmalara rehberlik edebilecek bir yaklaşımdır.

Tarihi coğrafya yerleşim düzenlerinin ve şehir planlarının ortaya konması açısından önemlidir. Yerleşmenin coğrafi ve tarihi tahlili şehir yerleşmelerinde ön plana çıkan bir yaklaşımdır ve tarihi coğrafya araştırmalarına ışık tutar. Bu ışık altında zaman, mekân ve insan etkileşimi sonucu şehirler tanımlanır..

Şehirlerin yapısı ve dağılış şekillerine bakıldığında her şehrin kendi içinde bir model oluşturduğu görülmektedir. Bu model bir yaşam tarzını gerektirir. Bu ortamı ve yaşam tarzını etkileyen ise coğrafik koşullardır.

Coğrafik açıdan şehir tarihimize baktığımız zaman Türk İslam şehir tipinde karşımıza çıkan yerleşim düzeninde üç işlevsel grubun olduğunu görürüz.

Bunlardan ilki konut dokusu ve mesken alanlarıdır. Bu alanlar dar ve kıvrımlı sokaklardan oluşup şehrin en karakteristik kesimini oluşturur. İş hayatından soyutlanmış İslamiyet’in mahremiyet anlayışına uygun bir şekilde imar edilmişlerdir. Bu alanı tamamlayan ikinci unsur ise caddelerdir. Bu caddeler tüm işlevsel alanları kapsar, merkeze gittikçe genişleyen sokaklara yaklaştıkça daralan ve çıkmaz sokaklar ile tamamlanan bir dolaşım ağıdır.

İkinci işlevsel grubumuz ekonomik ve sosyal alanlardır. Bu alanlar genelde ekonomik etkinliklerin gerçekleştirildiği alanlardır. Buralar küçük bir meydan etrafında toplanan Pazar ve çarşıdan oluşur. Şehrin en geniş fiziki mekânı çarşıdır. Uzun çarşı etrafında toplanan ve bu çarşıya açılan her iş kolunun yer aldığı diğer küçük çarşılardan oluşan bu alan şehrin büyüklüğüne göre bedesten ve hanlar ile donatılarak merkezden çevreye doğru bir yayılım gösterirler. Pazar haftanın belirli günlerinde meydanda toplanır. Meydan sosyal ve kültürel fonksiyonlarının büyük bir kısmının gerçekleştirildiği birçok kompleksin bulunduğu ve şehrin kalbinin attığı yerdir. Bu mekânlarda ve açık alanlarda sürdürülen ortak yaşam sonucunda toplumsal ve psikolojik bir eğitim ve terapi vardır.

Son işlevsel grubumuz ise idari, hukuki, dini, sosyal, kültürel etkinliklerin gerçekleştirildiği alanlardır. Bu alanların merkezi bir camidir. Bu caminin etrafında toplanan medreseler, kütüphaneler, imarethaneler, vakıflar, aş evleri, hamamlar bu alanları teşkil eder.

Dolayısıyla bizim yerel tarihimiz, şehir tarihimiz, toplumsal tarihimiz ve coğrafik şehir tarihimiz bu işlevleri oluşturan unsurlar etrafında belirlenir.

Camiler ve manevi alanlar ile şehrin dini tarihi, manevi önderlerini ve bunların toplumsal etkileri incelenebilir.

Medrese, mektepler ve kütüphaneler ile şehrin kültür ve edebiyat tarihini ve bu alanda eser bırakanları ve halk ile olan etkileşimi incelemek mümkün olur.

İmalat haneler, çarşılar, hanlar vb. ile şehrin iktisadi tarihini ve şehre ekonomik alanda yön verenlerini, ayan ve eşraflarını toplumun ekonomik durumunu öğrenebiliriz.

Yönetim yapıları ile şehrin idari tarihi, savaş tarihi ve şehir insanlarına yansımasını. Topluma yön verenleri bulabiliriz.

Dolayısıyla şehir tarihi açısından şehrin işlevsel grupların incelenmesi önemlidir.

Ülkemiz asırlara yayılmış bir geçmişin üzerinde onlarca medeniyete beşiklik etmiş ve buram buram tarih ve kültür kokmaktadır. Adeta bir açık hava müzesidir. Ancak ülkemizde şimdiye kadar yerel tarih ve yerel tarih yaklaşımları olan şehir tarihi, tarihi coğrafya ve toplumsal tarihin gelişmemiş olmaması nedeniyle yeterince incelenmemiş, şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz üzerinde oturmuş oldukları hazineden bihaber yeniden yapılandırmaya başlanmıştır. Tarihi mirasa sahip olabilmek için muhakkak o yerde yaşayanların tarihi bilince sahip olmaları şarttır. Bir yerde tarihi değerlerin korunabilmesi için yaşama dahil edilmesi gereklidir. Maalesef ülkemizde bu yapılamamış hazinelerimiz birer birer ya talan edilmiş ya da yok edilmiştir. Ulusal tarih öğretimiz içerisinde bir iki satır olarak kitapların arasında kaybolmuş gitmişlerdir. Cumhuriyet ile birlikte başlayan batılılaşma gayreti yüzünden hemen hemen tüm değerlerimize sırt dönmüş kendimizi unutmuş bir şekilde yaşamışız. Bu şehirlerimizde ve şehircilik anlayışımızda da kendini his ettirmiş ve telafisi çok ağır tahribatlara zemin hazırlamıştır.

Erzurum, kurulmuş olduğu ovadaki tarih öncesi yerleşim yerleri ile tarih macerasına başlamıştır. Bu macera içerisinde M.Ö. 2000 – 1200 arasında Hurrilerin bir şehri olarak tarihe geçen Erzurum uzun yıllar sınır komşusu olan Hititlerce ele geçirilme çabalarına şahitlik etmiştir. Hititlerin başaramadığını Van ve çevresinde yerleşmiş olan Urartular M.Ö. VII. Yüzyılda başarmışlar ve Erzurum’u egemenliklerine almışlardır. Urartu saldırısı sonucu zayıflayan Urartulular, İskitlerin saldırısı ile M.Ö 585 yılında sahneden silinince kavimler göçünde Firiklerle birlikte bölgeye gelmiş olan Ermenilerin bölgede etkinlikleri artmıştır. Urartu topraklarını ele geçiren Metlere bağlı derebeylerin hâkimiyeti altındaki Erzurum, Perslerin Metleri tarihten silmesi ile bu sefer Pers egemenliğine girmiş ve bölgede bir Ermeni satrap lığı kurulmuştur. M.Ö II. Yüzyıldan itibaren Erzurum Pers ve Roma mücadelesine sahne olmuştur. Roma imparatorluğunun M.S 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Erzurum ve çevresi Doğu Roma imparatorluğunun egemenliğine girmiştir. Ancak bu hâkimiyet VII. Yüzyıla kadar Sasanilerle yapılan mücadelelerden dolayı sürekli olamamıştır. Bu mücadele sürdüğünde Doğu Roma imparatoru II.Teodosious döneminde( M.S. 408 – 450) Erzurum ovasında biri Erzen adında diğeri ise Doğu Roma döneminde tekfur olarak nitelendirilen bir beyin eşi olan Kali tarafınca kurulan ve bu adla adlandırılan iki şehir bulunmaktaydı. II.Teodosious bu şehirlerden birisini Sasani saldırılarına karşı güçlendirme kararı aldı. Bu kararı imparatorun komutanlarından Anatolius yerine getirmiş ve Kali isimli şehir de bir tepe üzerinde şimdiki Erzurum kalesini inşa ettirmiş ve şehre Teodosiopolis adı verilmiştir. Kalenin yapılmış olması Sasani saldırılarının hızını kesmemiş, şehir ve çevresi 504 yılında Sasanilerin eline geçmiştir. Doğu Roma tarafınca şehir uzun ve kanlı mücadeleler sonucunda yeniden ele geçirilmiştir. Doğu Roma imparatoru olan I.Anastas tarafından 530 yılında şehir tahkim edilmiştir. Sasaniler ile bu mücadele 610 senesine kadar sürmüştür.

M.S 638 yılında Hz Ömer’in halifelik döneminde İyaz bin Ganem komutası altındaki İslam orduları Erzurum’u ele geçirmiş ve uzunca bir süre şehir Müslümanların elinde kalmıştır. Daha sonra tekrar Doğu Roma devletinin eline geçen şehir bu kez 651 yılında Habib ibn-i Mesleme komutasındaki İslam ordusu tarafınca geri alınmıştır. Bu şekilde yıllarca süren Doğu Roma – Arap mücadelesi sırasında 838 yılında Doğu Roma İmparatoru Theophilos şehrin surlarını yıktırmış 840 yılında Halife Mutasım şehrin surlarını yeniden yaptırmıştır. 949 yılında Doğu Roma imparatorluğu tarafınca şehir yeniden ele alınmış ve Arap egemenliği Erzurum da tamamen bitmiştir.

Erzurum yaklaşık bir asır süren sükûnete kavuşmuştur. Bu sükûnet 1048 yılında Anadolu’ya ilk büyük Selçuklu akını ile bozulmuştur. Büyük Selçuklu sultanı tarafından akınla görevlendirilen İbrahim Yınal ve Kutalmış beyler 1048 yılında Pasinler ovasındaki savaşta Doğu Roma ordusunu yenerek Erzurum üzerine yürümüşlerdir. Ancak Teodosiopolisi kuşatmanın zaman alacağının farkına vararak Erzen şehrini ele geçirmiş ve yağma etmişlerdir. Bu yağma sırasında Erzen şehri tamamen tahrip edilmiş ve bir daha oturulmaz hale gelmiştir. Erzen halkı Teodosiopolise sığınmışlardır. Bu günden sonra şehir kara Erzen diye anılmış zamanla karaz şeklinde anılmaya başlanmıştır. 1054 yılında Tuğrul Bey tarafınca yapılan kuşatma şehrin surlarının sağlamlığı nedeniyle kaldırılmıştır. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Erzurum ve çevresi Ebul Kasıma verilmiştir. Bu tarihten itibaren şehir Türk hâkimiyeti ile tanışmıştır. Ebul kasımın torunlarından Saltuk beyin adı ile anılacak olan Saltuk oğulları beyliğinin baş şehri olan Erzurum tarihte ilk kez başkent olacaktır.

Anadolu üzerinde artan Gürcü baskısından rahatsız olan Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Süleyman Şah Anadolu beyliklerini ortadan kaldırmaya başladı. Erzurum bu sırada Anadolu Selçuklu Devletinin egemenliğine girdi ve 130 Yıllık Saltuklu tarihi bitmiş oldu. Süleyman Şahın şehri küçük kardeşi Mugisüddin Tuğrul şahın yönetimine bırakmıştır. Bu dönemde Gürcü baskısı Anadolu üzerinde kalkmış ve şehir gelişmeye başlamıştır. Tuğrul Şahın 1225 yılında ölümü ile birlikte yönetime geçen Rükneddin Cihan şah, Rum ve Gürcü devletlerine komşu olan bu beyliğin önemine varan Sultan Alaattin Keykubat’ın beyliği direk Anadolu Selçuklu devletine bağlama isteğinden rahatsız oldu. Harezmşah’tan yardım alarak amcası olan Anadolu Selçuklu Sultanına isyan etti. Bunun üzerine çıkan savaşta Harezmşah ve Rükneddin mağlup oldu ve Erzurum beyliği direk olarak yönetilmeye başlandı.

Anadolu Selçuklularının Moğol saldırıları sonucu yıkılması ile şehir Moğol egemenliğine girmiş ve halkı kılıçtan geçirilmiştir. Daha sonra İlhanlı hâkimiyeti altına giren şehir bu dönemde yeniden imar edilmeye başlanmıştır. Daha sonra şehir Eretna beylerince 50 yıl yönetilmiştir. Sonra sırasıyla şehir Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı hâkimiyetlerine girmiştir.

Yavuz Sultan Selimin Mısır seferinden sonra Erzurum’a gelmesi ile birlikte 1517 yılında Osmanlı hâkimiyeti başladı. Yavuz Sultan Selim tarafınca ordunun doğu seferleri için bir üs olarak Erzurum’u düşündüğü ve erzak depoları yaptırdığı görülmektedir. Kanuni döneminde Erzurum, İran seferlerinin üstü haline getirilmiştir. 1552 yılında Erzurum İran saldırısına uğradı 1553 yılında Kanuni İran üzerine bir sefer düzenledi ve 1554 yılında yıkılan Erzurum kalesini yeniden yaptırdı. Kanuni döneminde Erzurum açısından yaşanan en önemli gelişme Safevi döneminde önemli ölçüde nüfus kaybı yaşayan şehre Safevi devleti sınırlarında kalan Sünni Azeri Türklerini getirip yerleştirmesi olmuştur. Erzurum 1577 – 1590 İran savaşlarında da önemli bir askeri üs olarak kullanılmıştır. 1590 yılında Yeniçerilerin yöre halkına kötü davranması sonucunda çıkan ayaklanma ile bazı yeniçeriler öldürülmüştür. Bu olay üzerine İstanbul’a gönderilen heyetten bir kaçı öldürüldü. Bu olay Erzurumlular tarafınca üzüntü ile karşılanmış 1620 1628 İran savaşları döneminde Abaza Mehmet paşa isyan etmiş ve halk bu isyanı desteklemiştir. Daha sonra 1803 yılında Gürcü Osman Paşa isyanı yaşanmış bu isyan ise bastırılmış ancak düzen tam olarak sağlanmamıştır. II. Mahmut reformlarına karşı yeniçerilerce çıkarılan 1826 isyanı ise Erzurum valisi Galip Paşa tarafından büyümeden bastırılmıştır.

Erzurum Gamlar şehri olarak anılacağı tarihi döneme 1827 yılında girdi Patlak veren Osmanlı Rus savaşlarının merkez üssü olan Erzurum 8 Temmuz 1829 yılında General Paskeviç komutası altındaki Rus ordusunun işgali altına girdi. 14 Eylül 1829 yılında Edirne Anlaşması ile Rus işgali bitmiş ancak bu 2,5 aylık işgal döneminde Erzurum ağır bir tahribata ve yıkıma maruz kalmıştır.

1853 – 1856 yılında kırım savaşı döneminde Erzurum şehri etrafındaki tabyaların önemi daha çok artmış ve tabyalar tahkim edilmiştir. 1855 yılında Karsın Ruslar tarafınca işgal edilmesi ile Erzurum’un daha iyi tahkim edilmesine neden olmuştur. Erzurum halkının katılımı ile yeni tabyalar inşa edilmiş ve var olan tabyalar güçlendirilmiştir. Buna rağmen 93 harbi olarak anılan 1877 1878 Osmanlı Rus savaşında tabya inşaatında çalışan Ermenilerin ihanet ederek Rus ordusuna bilgi vermeleri ve Osmanlı asker kılığında Aziziye tabyalarına girip Rus askerlerini tabyaya girmelerini sağlamaları ile Erzurum işgal tehlikesi altına girmiştir. Bu tehlike Erzurum halkının Şehirdeki Osmanlı askerleri ile birlikte tabyalara hücum etmeleri ile savuşturulmuştur. Bu savaş esnasında Rusların batı cephesinde Yeşil köye kadar ilerlemeleri ile Erzurum Rus ordusuna kışlaması için terk edilmiş ve bir yıllık işgal sonucunda 3 mart 1878 yılında imzalanan Ayestefanos barışı ile Ruslar Erzurum işgalini sona erdirmişlerdir. Ancak 18 Temmuz 1878 yılında yapılan Edirne anlaşması ile Artvin, Oltu, Olur, Ardahan, Kars ve Batum şehirleri Ruslara savaş tazminatı olarak bırakılmış ve Erzurum Serhat şehri olarak önem kazanmıştır. Edirne Anlaşması ile Erzurum ve çevresindeki illerin Ermeni şehri olarak nitelendirilmesi ve burada Osmanlı Devletinin reform yapması ile ayrılıkçı Ermeni hareketi güç kazanmış kurulan Taşnak ve Hınçak partileri aracılığıyla bölgede Müslüman ve Türk halkına karşılık katliamlar ve saldırılar başlamıştır. I. Dünya savaşı esnasında 1915 yılında çıkarılan tehcir yasası ile Ermenilerin bölgeden çıkarılma kararı aslında Ermenilerin Osmanlı ordusunu arkadan vurmalarını önlemek cephe gerisini güvenlik altına almak amacıyla çıkartmış olduğu bir karardır. 16 Şubat 1916 yılında Rus ordusunun Erzurumu işgal etmesi Erzurum tarihinin en kara günlerini teşkil etmektedir. Yaklaşık 2 yıl sürecek bu işgal döneminde özellikle Bolşevik ihtilali ile birlikte Erzurum ve çevresinin General Antranik isimli Rus ordusunda görevli ve eskiden çeteci olan bir Ermeni’nin örgütlediği Ermeni çetelerinin işgaline terk edilmiş ve şehir çok ağır bir zulüm, yıkım ve katliama maruz kalmıştır. Bu dönemde Kırbaşzade Fevzi bey başta olmak üzere şehrin ileri gelenlerinin örgütlemiş olduğu mahallelerde fazla bir etkinlik gösteremeyen Ermeniler diğer mahallelerde, özellikle Mahallebaşı ve Yeğenağa, kadana mahallelerinde Erzurum tarihinin en vahşi hadiselerini sergilemişlerdir. Kazım Karabekir paşa komutasındaki Türk ordusunun 12 Mart 1918 yılında Erzurum’a girmesi ile Erzurum bugüne kadar süren bir sükûnet ve barış dönemine girmiştir. Milli mücadele döneminde Erzurum ve çevresindeki illerin Ermenilere verilmesine karşı çıkmak amacıyla 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanan Erzurum Kongresi ile Milli mücadelenin ilkeleri belirlenmiştir.

Erzurum tarihinin bu iki sayfalık özetine baktığımız zaman karşımıza şu gerçekler çıkmaktadır.

• Erzurum arkeolojik değeri olan bir yerdir

• Erzurum stratejik değeri olan bir yerdir.

• Erzurum sürekli savaşlara sahne olmuş ve bundan dolayı sosyal hareketliliği yüksek, toplumsal dayanışması gelişmiş bir şehirdir.

• Erzurum çeşitli medeniyetlerin yaşam merkezi olmuştur. Bundan dolayı tarihi dönemleri simgeleyen eserleri itibariyle zengindir.

• Erzurum kurulum itibariyle Roma şehir tipolojisine sahip bir yapıda iken, zaman içerisinde Türk İslam şehir tipolojisine dönmüştür.

Bu sonuçlara göre ilk önce şu tespiti yapmak gerekir. Erzurum arkeolojik olarak büyük bir mirasa sahip olmak zorundadır. Tarihin ilk devirlerinden beri yerleşim alanı olan bu ova üzerinde yeterli şekilde arkeolojik kazıların uzunca bir süreden beri yapılmaması ve yapılan kazılar neticesinde elde edilen eserlerin büyük bir kısmının Erzurum dışında sergilenmesi Erzurum’u müzecilik itibariyle hak ettiği yerin çok altında bir yerde olmasına neden vermiştir. Diğer önemli bir nokta ise şehrin medeniyet katmanının çıkaracak Arkeolojik kazıların yapılmaması nedeniyle şehrin tarihi geçmişinin şehirde yaşayanlara ve şehri gezmeye gelenlere gösterilememesine neden olmuştur. Bu cepheden baktığımız zaman kale içi arkeolojik çalışmaların ne kadar önemli olduğu görülmektedir.

Erzurum stratejik konumu nedeniyle hem bir ticaret hem de askeri üs olarak ortaya çıkmıştır. Bu ister istemez şehrin bir kültür ve medeniyet şehri haline getirmiştir. Ancak şehrin savaş tarihi, ticaret tarihi, kültür tarihi işlenmemiş ve şehir belleği ve bilincinin oluşturulması sağlanamamıştır. Aynı şekilde bu kadar hareketli olan alanlarda toplumsal gelişme ve dayanışmanın toplumsal tarih açısından Erzurum’un önemli bir mekân olduğunu tespit etmek hiç de zor olmamaktadır.

Şehrin çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapması, özellikle uzun yıllar süren Türk hâkimiyeti şehrin tam anlamıyla bir açık hava müzesi haline getirmesi gelmesi gerekirken Maalesef yaşanan işgal ve şehirleşme politikası yüzünden birçok eserimiz yok edilmiş ve kıymetli hazinelerinden mahrum kalmıştır. Şehrin Doğu Roma döneminde kurulması ve uzun bir süre bu medeniyetin altında kalması nedeniyle Erzurum’un ilk şehir tipolojisinin Roma şehir tipi olduğunu göstermektedir. Daha sonraları yaşanan İslam hâkimiyeti ile şehir tipolojisinin İslam şehir tipine döndürüldüğü şeklinde bir tahminde bulunabiliriz. Yeniden yaşanan Doğu Roma hâkimiyeti ile şehir tipolojisinin tekrar Roma tipine dönüştürülmeye başlandığı ve bu dönüşümün hemen peşine yaşanan Türk hâkimiyeti ile şehrin bir başka daha dönüşüm yaşayarak Türk İslam şehir tipine döndüğünü söyleyebiliriz. Bu bile Erzurum tarihinin şehircilik açısından ne kadar ilginç bir yer olduğunu göstermektedir. Erzurum şehir sisteminin kurulması için ilk önce şehir tipolojisinin belirlenmesini şarttır. Bunun için şehir tipoloji haritalarının çıkarılması ve çıkarılan bu haritaların bugünkü şehir haritası ile çakıştırılmasını gerektirmektedir. Bu çalışma şehir tarihinin incelenmesinin Erzurum şehircilik sistemi için ne kadar önemli olduğu ve yerel yönetimlerce bu tür çalışmalarının neden desteklenmesi gerektiği hakkında bir fikir vereceğine inanmaktayız.

Şehir tarihi sadece şehir tipolojisinin belirlenmesi için değil aynı zamanda şehir belleğinin kazandırılması açısından ve şehri sevme ve ait olduğunu his etme duygusunun verilmesi için önemli olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bugün Erzurum şehrine baktığımız zaman halk arasında yaşanan en büyük sıkıntının yaşadığı şehri tanımamak olduğunu, şehri sevmedikleri ve kendilerini bu şehre ait his etmedikleri düşüncesine kendilerini kaptırmaları olduğunu görmekteyiz. Bu sebepten dolayı Erzurum şehir tarihinin incelenmesi ve tespit edilen değerlerin şehir tarihine aktarılması gerekmektedir.

Şehrin toplumsal tarihi açısından ve şehir gelişimi açısından şehrin mahallelerinin incelenmesi şarttır. Bugün birkaç çalışma dışında Erzurum mahalleleri ele alınıp incelenmemiştir. Mahallede yaşayan veya yaşamış önemli şahsiyetler tespit edilmemiş, mahallenin şehre göre konumu belirlenmemiş, geçmişteki ve günümüzdeki mahalle hayatı incelenmemiştir. Şehir için önemli olan öğeler tespit edilmemiştir. Şehirde yaşanan önemli olayların tek tek mahallere göre etkileri ve yorumu yapılmamıştır. Bu şekildeki bir çalışmanın eksikliği şehir hayatımızın tespiti ve şehir sistemimizi kurmak açısından büyük sıkıntılar içerisine düşmemize sebebiyet vermektedir. Şehrin mahalle mahalle tanınmaması yüzünden şehir edebiyatı oluşturmak açısından ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Mahalle kültürümüzün nerelerde farklılaştığı ve nerelerde buluştuğunu nedenleri ile açıklayabilmemiz için şehir tarihimizi bir bütün ve mahalle mahalle incelemek zorundayız. Bu incelemeyi yapmadığımızdan dolayı şehrimizdeki imar uygulamaları şehir kültürünü ve mahalle kültürünü yok edecek tarzda gelişmektedir.

Şehrimizdeki tipolojik değişmeler, savaşlar ve şehirleşme nedeniyle bir çok tarihi eserlerimiz ya yok edilmiş ya da yok edilmek üzere, bunun önene geçebilmek için tarihi eserlerimizi incelemek, dönemlerini tespit etmek ve bugünkü yaşantıya taşımak zorundayız bunun için tarihi eserlerimizden yok olanları neden yok olduklarını ve yerlerini, şimdi ise yerlerinde neler olduğunu tespit etmek ve bunların şehir hayatına kazandırmak için projeler yapmak zorundayız. Buda ancak kapsamlı bir şehir tarihi ve toplumsal tarih incelemesi ile mümkün olabilecektir. Maalesef Erzurum şehrimizde böyle bir çalışma şimdiye kadar yapılmamıştır.

Şehir kimliğinin kazandırılması için şehirde yaşanan üzücü ve sevinç verici olayların incelenerek şehir hayatına simgesel olarak aktarılması gereklidir. Bunun için anıtlar ve müzelerin yapılması şehircilik için önemlidir. Erzurum sayısız savaşa konu olması, acıya şahitlik etmiş olması, yaşadığı Ermeni mezalimi vb. şehircilik açısından önemli olmasına rağmen şimdiye kadar konu şehircilik ve şehir tarihi açısından ele alınmamıştır. Şehir ve ulusal tarih için son derecede önemli olan tabyaların turizme ve şehir hayatına dahil edilmesine yönelik her hangi kapsamlı bir çalışma yapılmadığı gibi tabyalar gerektiği şekilde koruma altına da alınmamıştır. Şehir içerisinde yaşayan birçok insanımız daha tabyaların nerede oldukları, tarihteki görevlerinin ne olduğu, yolunun nerede olduğunu bile bilmemekte sadece şehirden siluetlerini izlemekle yetinmektedirler. Şehir için son derecede önemli simgeler olacak bu eserler en kısa sürede şehircilik açısından değerlendirilmeli bunun için şehir ve toplumsal tarihi açısından incelemeler yapılıp projeler geliştirilmelidir.

Erzurum tarihi içerisinde esnaf, ayan, eşraf, alim, mutasavvıf, ağa, paşa kavramlarının oynadığı toplumsal rollerin analiz edilerek Erzurum toplumsal tarihinin yazılması ve bugünkü toplumsal yaşamın izlerinin sürülmesi gereklidir. Bu yapılmadan şehrin kültürel mirasının tam olarak anlaşılması mümkün değildir.

Milli mücadele döneminde Erzurum her yönüyle incelenmek zorundadır. Sadece Erzurum kongresi değil, kurtuluş savaşında hem çeteci olarak hem de düzenli ordu içerisinde Erzurum’un rolü incelenmelidir. Erzurum’dan yapılan yardımların, katılımların, Erzurumlu şehitlerin, gazilerin tespit edilmesi gereklidir. Milli mücadele döneminin Erzurum’dan nasıl görüldüğü incelenmelidir. Bu Erzurumlu kimliği ve bilincinin kazandırılması açısından son derecede önemlidir.

Aynı şekilde Balkanlar savaşından, 1. Dünya savaşına kadar, Çanakkale cephesinden, Sarıkamış cephesine kadar Erzurum’dan savaşa katılanların isimlerinin tespitinin yapılarak bunların şimdiki akrabalarının kimler olduğu ve nerede yaşadıklarının bulunması gereklidir. Böylece cumhuriyet öncesi nüfus konusunda en sağlam kaynak olan askeri arşive dayanarak Erzurum nüfusunun Osmanlının son dönemden başlayarak bugüne kadar olan hareketliliğinin tespiti yapılmalıdır. Erzurum açısından son derecede önemli bu çalışmalar ile Erzurum toplumsal hareketliliğinin takip edilebileceği gibi Erzurumlu bilincinin geliştirilmesi açısından son derecede önemlidir.

Erzurum tarihi, Erzurum’un önemli şahsiyetlerinden ayrı bir şekilde ele alınıp incelenemez, sadece siyasi sistem içerisinde bir yörenin ve şehrin tarihi incelenemeyeceği gibi Erzurum tarihide bu şekilde incelenemez. Dolayısıyla Erzurum tarihi için Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Kazım Karabekir, Kırbaşzade Fevzi bey, Ebulhindili Cafer bey, Şerif bey, İbrahim Hakkı, Hacı haşıl efendi, Osman Bedrettin, Raci Alkır, Mükerrem Keremtaş aynı öneme sahip şahsiyetler olarak yeri geldiğinde ayrı ayrı yeri geldiğinde de birlikte ele alınıp incelenmek zorundadır.

Şehrimizin içinde camilerin, medreselerin, hamamların, çeşmelerin, evlerin, hanların tarihlerinin çıkarılması gerekir. Sadece kimin yaptığı yada yaptırdığı, mimarisi ile değil yaşanan olaylar, şehrin içindeki önemi, tarihte şahitlik ettiği olaylarla mekân ilişkisinin kurulacağı tarzda ele alınıp işlenmelidir.. Hangi evde kimin yaşadığının bilinmesi önemlidir. Hangi camide hangi olayların tartışıldığı, hangi vaazların verildiği, hangi alimin, arifin sohbetleri ile kendinden geçen cemaatin kimlerden oluştuğu bilinmelidir. Kaybolan tarihi eserlerimizin neden yok olduğu, yerinde nelerin bulunduğu ve bu yok olmada sorumlu olanların tespit edilip şehir suçlusu olarak şehir tarihine geçirilmeleri gerekir. Bunun gibi şehre hizmet edenlerinde şehir tarihinde simgeleşmeleri sağlanmalıdır.

Erzurum tarihi açısından kurumların geçmişleri de önemlidir. Erzurum’da faaliyet gösteren ticari kuruluşlarımızı, resmi kurumlarımızı, vakıflar ve derneklerimizi incelememiz ilde ve şehirde kurumsallaşma bilincinin oluşması için önemli olacaktır.

Şehrimizde yaşanan hızlı ve bilinçsiz kentleşmeden, artan ekonomik rant elde etme düşüncelerinden ve hızlı göçlerden kaynaklanan nedenlerle şehrimizi ve şehir bilincimizin yok olmaya yüz tutmasında en önemli sebep bizi geçmişe bağlayacak olan eserlerimizi yok etmekte bir sakınca görmememizde yatmaktadır. Bu şehir tarih bilincimizi oluşturamadığımızın bir işaretidir.

Erzurum il ve şehrimiz de tıpkı ülkemiz gibi asırlara yayılmış bir tarihe ve bir sürü medeniyetin izlerine sahiptir. Ancak bu değerlerimiz maalesef ya kaybolmuş ya talan edilmiş ya da hayatımızdan çıkarmış olduğumuzu görmekteyiz. Derhal il ve şehir tarihimizi gün yüzüne çıkartmak zorundayız bunun için yerel tarih ve onun iki temel yaklaşımı olan şehir ve toplumsal tarihçiliğine önem vermek mecburiyetindeyiz. Sadece tarih değil ilimiz ve şehrimizi onlarca bilim dalının çalıştığı bir laboratuvar haline getirmemiz gerekmektedir. Bu laboratuvardan gelen sonuçları makro bir bakış ile yorumlamak ve canlı bir organizma gibi sistemli bir şekilde çalışan bir yapıya uyarlamak zorundayız.                                                                                                                                                                             Ömer Yaşar Özğödek

Bir yanıt yazın