BİR ZAMANLAR BİZE AİT OLAN ŞEHİR

BİR ZAMANLAR BİZE AİT OLAN ŞEHİR

BİR ZAMANLAR BİZE AİT OLAN ŞEHİR

Ömer Özgödek kardeşim, benden Erzurum’la ilgili bir yazı yazmamı istedi. Yerel yazmaya son vermiştim. Kardeşimi de kıramazdım. Yerelden cihanşümula yönelen bir yazı yazayım dedim. Erzurum nasıl bir şehirdi? Sorusunu hareket noktası alarak yazıma başladım.

Eski Erzurum her şeyden önce bir Türk-İslam şehridir. Türk şehri oluşu gökle bağının olmasındandır. Bu bağ inancını gökle ilişkilendirmeyle başlayan, iki takvim yapmakla taçlanacak derinlikteydi. Bu tavrının İslam’la müşerref olduktan sonra:

Medreseleriyle, dini samimi ve saf yaşayışıyla bir İslam şehridir. Şehir bu iki özelliğini 1985 yılına kadar az çok korumuş olmakla beraber daha sonraki yıllarda tarihi şehirden hoyratça uygulamalarla tahrif edilmiş şehre dönüştürülmüştür. Benim burada anlatmaya çalıştığım şehir tahrif edilmeden önceki şehirdir. Yeni ortaya çıkan şehrin menfi veya müspet eleştirisini artık başkaları yazabilir. Dedim ya Erzurum yazmıyorum… Eski Erzurum beynelmilel olduğu için onun mazideki vakarını teşkil eden yanlarını yazıyorum.

Müslümanların medeniyet bağlamında vücuda getirdikleri şehirler iki farklı yönüyle diğer medeniyetlerin şehirlerinden ayrışır. Bizim şehirlerimizin mükerrem ve münevverdir. Mükerrem yanı iyilik ve güzelliklerde yarışan insanların bu beldelerde yaşamasındandır. Münevverdir, ilim ve hikmet öğreten müesseseleri vardır. Bu iki özellik gökle bağ kuran iki kanattır. Şehir iki kanadıyla uçan bir kartaldır.

Soyut ruhun mimari ile somutlaşmasıyla şehrin bedeni oluşturulur. Bir milletin bir medeniyetin şahsiyeti mimarisinden şavkını dışarı sızdırır. Bizim medeniyetimizin mensupları ilahi bir emirle ve bir görevle yeryüzünü imar etmekle mükelleftir.

Farabi’nin erdemliler şehri anlamına gelebilecek Medine-tül Fazıla eserinden bize ait şehirlerin ilk vasfının erdemli insanların yani iyilik ve güzellikte yarışan insanların yaşadığı mekânlardır şehir. Diğer yanı da bu mekânın emin bir mekân oluşundadır. “ Rabbim! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve evlatlarımı puta tapmaktan uzak tut.” İbrahim 14/35. Şehrin yöneticisi Şehr-ül Emindir.

Beled’ül-Emin Bizim şehirlerin emin olma yönünü öncelikli kılar. Şehrin taşrayla sınırını eminlik belirler. Taşra eminliğin ortadan kalktığı veya kısmen de olsa yara aldığı yerdir. Beldeyi emin bir mekâna dönüştüren İslam’ın asli gayelerinden birisi olan emin insandır. Bir şehir bir bakıma emin insanlarından dolayı emin belde hüviyetine bürünür. Mekânı şekillendiren insandır. Ruhunu ve aklını sanatkârane mekâna nakşeder.

Bir şehrin güvenli olmasının göstergeleri nelerdir? Bu sorunun cevabı olarak İslam toplumunda Zarureti Diniyye kavramıyla ifade edilen dinin asli gayesi diyebileceğimiz beş husus ortaya çıkar:

Can emniyet, Akıl emniyeti, Mal emniyeti, Din emniyeti, Neslin emniyeti.

İnsan için öncelikli olan can emniyetidir. İslam’ da insan Allah’ın yeryüzünde halifesidir. İster şahıs ister toplum isterse de devlet olsun kimse kimsenin canına kast edemez. İnsan, ana karnındaki bebekten yaşı kemale ermişe varıncaya kadar dokunulmaz varlıktır.

Herkes birbirine emanettir; evlatlar ana-babaya, öğrenciler öğretmenlere, yoksullar zenginlere, hastalar sağlara emanettir. Böyle uzayıp gider liste. Kimse kimsenin sahibi değildir. Herkes yaratanın mülküdür…

Din emniyeti, İslam kendisinden olmayan inançların yaşamasına hukuki çerçevede kalmaları şartıyla Müsaade eder. Gayri Müslimlik öldürülme sebebi değildir.

İslam, akıllı olanı muhatap aldığı için akıl yoksunlarını muhatap alıp mükellef tutmaz. Aklı geçici de olsa zaafa uğratan uyuşturucunun her türüne bu sebeple müsaade etmez. İslam şehirlerinde aklın geçici süreyle de olsa baskılanmadığı mekânlardır.

İslam, kişinin emeğinin ürünü olan veya miras yoluyla intikal eden malını kimsenin resmi veya gayrı resmi yollardan gaspına müsaade etmez.

Çocukların yetişkin insan oluncaya kadar her türlü kötülüklerden uzak tutulmasını iyi bir eğitim verilmesini böylece ecdadıyla aidiyet bağı kopmayan nesillerin iyilik ve güzelliklerde yarışmasının yolu açar. İyilik ve güzelliklerin nesillerde devam etmesi ölmüşte olsa sadakayı cariye adı altında ölüye bile dokunan iyiliktir.

Bizim şehirlerimiz yaşamaktan çok yaşatmayı seven, tahammüllü şehirler olduklarından çok kültürlüdürler. İslam her inanca kendi hukuku ve geleneği ile yaşama imkânı verir ve bunu güvence altına alır. Bu yüzden laiklik gibi Batı’nın göreceli uygulanabilen kurallarına ihtiyacı yoktur.

Günümüz büyükşehirlerinin en önemli problemlerini uyuşturucu bağımlılığı, cinayetler, hırsızlık, çocuk istismarı ve farklı inançlara saygısızlıkla başlayan yok etmeye çalışan vakalar oluşturuyor.

Yukarıda ki düşünce sistemi bağlamında kaç şehre bizim diyebiliriz? Buna yaşadığım şehir de dâhildir…               Reşat COŞKUN

Share this content:

Erzurum Araştırmaları