Anadolu’nun köklü şehirlerinden olan Erzurum tarih sahnesine çıktığı günden itibaren bulunduğu konum itibariyle askeri, siyasi ve ticari açıdan iştah kabartan şehir olmuştur. Tarihi İpek Yolu’nun Erzurum’dan geçişi, doğuyu batıya, kuzeyi güneye bağlayan sıfır noktası olması nedeniyle Anadolu’nun giriş kapısı olarak düşünülmüş ve hamleler Erzurum üzerine olmuştur. Tarihin seyri içerisinde bu topraklarda Asurlular, Kimmerler, İskitler, Persler, Urartular, Romalılar, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, Safeviler, İlhanlılar ve Selçuklular gibi çok çeşitli kavim ve millerler bu topraklarda yaşamıştır. 1514 yılında şehri fetheden Osmanlılardan bizlere miras kalmıştır.
1.Dünya Savaşı’nın Kafkas Cephesinde, içinde Ermeni guruplarının bulunduğu taarruz ile 16 Şubat 1916’da Ruslar Erzurum’u fiilen işgal edebilmiştir. Nihayetinde necip milletin torunları düşman kuvvetlerini şehit kanı ile sulanmış bu topraklardan 12 Mart 1918’ de kurtardı.
1926 yılı itibariyle Türkiye Cumhuriyetinde 62 il bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonrası tüm yurtta toparlanma ve kalkınma hareketi ile 62 il maddi ve manevi gücünü kullanarak yeniden yapılanma hareketine başlamıştır.
1940 nüfus sayımına göre Türkiye geneli itibariyle nüfus yoğunluğu olarak İstanbul 1.sırada, Erzurum ise 13. Sıradadır.
Yukarıdaki nüfus çizelgesine baktığımızda 1940 yılından sonra Erzurum nüfusunda ki artış Türkiye sıralamasına göre gerilediği, nüfusun artması gerekirken azaldığı görülmüştür. Yani Erzurum Batıya göç vermiştir. Göç eden insanların göç nedenleri araştırıldığında insanları göçe iten sebepler; gideceği yerdeki çevre şartları ve kazanç olanaklarına ilişkin beklentilerdir. 1940 yılı sonrası Erzurum’da şehirleşmeyi teşvik eden sanayi, ticaret, hizmet sektörlerinde yeterli düzeyde gelişmeler olmadığı gibi kırsal kesimde de makineleşme, ulaşım, iletişim gibi ana faktörler yetersiz olunca kırsal kesimden ve şehirden göçler kaçınılmaz olmuştur.
Özellikle 1980 sonrası Türkiye genelinde şehirleşmenin hız kazandığı dönemde Erzurum en çok göçü vermiştir. Aynı dönemde Erzurum kırsalında Erzurum’a göç oranı da oldukça fazladır. Erzurum yüzölçümü olarak 25.006 km2’lik alan ile Türkiye’nin 4. büyük şehridir. Tarım ve hayvancılık için geniş ve düz arazileri vardır.
Dünya genelinde şehirleşmenin parametreleri bellidir. Bunların en önemlileri sanayileşme, hizmetler, ticari faaliyetlerdir. Erzurum, Osmanlı döneminde tarihi İpek Yolu üzerinde olması nedeniyle kervanların konaklama ve yeme içme ihtiyaçlarının giderilmesi hususunda oldukça tecrübelidir. Ayrıca Erzurum’da Osmanlı döneminde üç yüzden fazla sanatkâr iş kolu mevcut olup, bunlar ahilik geleneği ile sanatlarını icra etmişlerdir. Şehrimiz maalesef bu tecrübelerini Cumhuriyet dönemine aktaramamıştır. Bunun nedenlerinin başında Avrupa’daki Sanayi Devrimi’nin bir sonucu olarak ortaya çıkan kapitalizmdir. 19. Yüzyılın sonu itibariyle Fransa, İngiltere, İran, Rusya, Amerika, Almanya, Avusturya ve İtalya devletleri Erzurum’da konsolosluklar açmıştır. Osmanlı’nın üretim ve sanayi gücünü kırmak için bu devletler adeta birbirleriyle yarışa girmiştir. Çünkü Trabzon-Erzurum-Tebriz yolu 19.yüzyılın ortalarında uluslararası ticari ve siyasi dengeleri etkileyen önemli bir yol haline gelmiştir. Önceleri tarihi İpek Yolu’nun güzergâhı İstanbul, İzmir limanlarıydı. 18. Yüzyılın sonlarına kadar Karadeniz’de Osmanlı gemilerinin haricinde hiçbir devlete izin verilmiyordu. 1774 yılında Küçük Kaynarca Anlaşması ile Karadeniz’deki ticari egemenliğimiz elimizden alınmış oldu. 1830 yılında İngiliz mallarını taşıyan buharlı gemiler Trabzon Limanına yüklerini boşaltarak oradan Trabzon-Erzurum-Tebriz yolunu kullanarak Osmanlı şehirlerine ve Tebriz tarafına giderek halkın ihtiyaçlarını karşılayacak akla gelebilecek her şeyi satmaya başladılar. Kapitalist sistem gereği yukarıda belirtilen ülkeler Erzurum’da konsolosluk açmalarının başlıca nedeni Erzurum’un ve Osmanlı vilayetlerinin ihtiyaç analizi yapım bu ihtiyaçları temin edip satmaktı ki bunu da başarılı bir şekilde özellikler İngilizler gerçekleştirmiştir. Erzurum Valisi Mehmet Emin Yurdakul’un 1912 tarihli raporuna göre “sarıktan fese, kundaktan kefene” hemen bütün mallar Avrupa’dan ithal edilmeye başlanmıştı diyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Erzurum piyasalarında tamamen yabancı üretim malları hakim olmuş ve Erzurum tüccarları aracı kurum gibi çalışmıştır.
Hal böyle olunca alttan gelen esnaf ve sanatkâr sayısı gittikçe azalmış buna ilaveten birde ahilik teşkilatındaki bozulmalar eklenince Erzurum tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
Cumhuriyet dönemiyle beraber Erzurum’da Kundura Fabrikası, Şeker Fabrikası, Un Fabrikaları ve Çimento fabrikası ile üretim hayatına başlanılmıştır. Fabrikalarda kullanılan hammadde Erzurum piyasasından temin ediliyordu. Zaman içerisinde Kundura Fabrikası kapandı, ardından muhtelif Un Fabrikalarının birçoğu kapanarak küçük ölçekli fabrikalara dönüştü. Bununla beraber Türkiye’nin ekonomi ve sanayi alanında gelişen İstanbul, İzmir, Bursa gibi şehirlere Erzurumlu göç etmeye başladı. Göçlerle gidenler ekseriyetle ekonomik durumu iyi ve iş yapabilme kapasitesi yüksek vasıflı insanlardı. Erzurum bu arada kırsal kesim ve yakın illerden göç almaya başladı. Kamu kurumlarına ait Bölge Müdürlüklerinin bir kısmının Erzurum’a açılması ve çok fazla insanın buralarda istihdam edilmesi işsizliği önleme açısında iyi fakat üretim ve pazarlama noktasında geriye itmiştir. Hal böyle olunca iş yapabilme kapasitesi sahip birçok insan durağan hale gelmiştir. Bu nedenle de Erzurum tipik memur şehrine dönüşmüştür.
Erzurum ili ekonomisi tarım, hizmet ve inşaat sektörlerine bağlıdır. Aynı zamanda Erzurum yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, doğa ve tabiat güzellikleriyle, kış turizmi ve din turizmi ile dünyanın sayılı şehirleri arasındadır. Bu özelliklerini kullanarak Erzurum gün ışığına çıkıp layık olduğu yere gelecektir.
Sonuç olarak; el sanatlarındaki maharetiyle, yerli üretim malzemelerinin alıcılarını bulduğu tarihi çarşılarıyla ve köklü ahilik geleneğine dayanan tarih ve medeniyet şehri ticari zekasının farkına varıp, sinerji oluşturarak “ben bu şehre aitim” duygularıyla kendisine gelmelidir.