Öğretmen Huriye Özkan’la Sohbet

Öğretmen Huriye Özkan’la Sohbet

Erzurum üzerine farklı konularda çalışan şehrin kültürüne birbirinden değerli çalışmaları ile katkı sağlayan Prof. Dr. Ali Kurt hocamızı Covid 19 salgınına kurban verdiğimiz değerlerimizden biri oldu. 1953 yılında başlayan ömrünü 11 Ocak 2022 tarihinde tamamlayarak ebedi aleme göç etti. Kendisini rahmetle anıyor ve 2005 yılında dergimiz için o dönem şehrimizde yaşayan en eski bayan Öğretmeni Huriye Özkan’la yapmış olduğu önemli bir söyleşiyi aziz hatırasına hürmeten yeniden yayınlıyor ve her ikisine Yüce Allah’tan rahmet diliyoruz.

Öğretmen Huriye Özkan’la Sohbet

Söyleşi yapan: Ali Kurt

06.04.2005 tarihinde yaptığımız bu sohbetimizde şehrimizin yaşayan en eski bayan öğretmeni ile birlikteyiz. Sayın Huriye Özkan 1929 yılında öğretmen olmuş, 21 yılı İnönü İlkokulu müdürlüğünde geçen 45 yıllık hizmetten sonra emekli olmuş bir eğitimci.

-Kısaca hayat hikâyenizden bahseder misiniz.

– Doksan yaşındayım. Nüfus cüzdanıma göre 1329 (1913, AK), ancak Erzincan’da doğduğum halde, savaş ve Erzurum’un işgali kargaşasında Erzurum doğumlu olarak nüfusa bu tarihte kaydedilmişim. Babam yüzbaşı Mustafa Neşet, annemin adı ise Bedriye’dir.

– Hangi okulu okudunuz?

– Erzurum kız muallim mektebini bitirdim. Şimdiki Nenehatun Kız Lisesi 1929 mezunu. Kız öğretmen okulu, önceden kız sanat okulu olarak açıldı. Sonra gelen müracaatlar, buranın kızlarının da okuması lazım diye zamanın Milli Eğitim Bakanı Kız Sanat Okulunu Erzurum Kız Muallim Mektebi olarak çevirdi. Bizimki öğretmen yetiştiren okuldu. Doğrudan doğruya öğretmen yetiştiren okuldu. 16 yaşında mezun oldum. Okul diplomamı şimdi bulamadım. İsterseniz daha sonra vereyim. (Erzurum Darülmuallimini, yani erkek öğretmen okulunun Abdülhamit döneminde 1900 yılında açıldığını biliyoruz. AK) Bize öyle heyecan verdiler ki okurken, öğretmenlik hakkında. Kutsal bir göreve yetiştik. Meslek hayatım heyecanla…

– Hangi okullarda çalıştınız?

– İlk önce Kars’ta çalıştım üç yıl. Erzurum İsmetpaşa okuluna tayin edildim. Fakat orada çalıştırılmadım. Gazi okulunda çalıştırıldım.

– Faika Ünlüer var, şehrin ilk kadın öğretmenlerinden, İsmetpaşa okulu müdürü, tanır mısınız?

– Tabii bizim ilkokul müdiremiz. Çocuktum. İyi bir öğretmendi. Onun kocası ile benim babam becayiş etmişler. O Erzincan’daymış. Babam buradaymış. Teğmenken. Güzel bir hanımdı. Yeşil gözlü, modern. İstanbullu olduğu söylenirdi. Aydın bir hanımdı. Eşinin de ordu mensubu olduğunu biliyorum. Oğullarından, Ertuğrul Ünlüer yakın zamana kadar çeşitli illerde valilik görevinde bulunmuştur.

– İsmetpaşa ilkokulu, Osmanlı döneminden kalma, Erzurum’daki iki kız ilkokulundan biri imiş ve bu yıllarda da sadece kız öğrencileri okuturmuş. İlk olarak 1926 yılında Faika Hanımın oğlu tek erkek öğrenci olarak kaydedilmiş, ertesi yıl okul karma hale gelmiş. Adı da İnas (kız) ilkokulu iken 1929’da İnönü’ye çevrilmiş.

– Doğru, kız okulu idi.

– Tercan’a gitmişsiniz

Gazi okulundan sonra Tercan’a verdiler. (O yıllarda Tercan Erzurum’a bağlıydı, AK). “İsmetpaşa okulunda değil de Gazi’de çalışacaksın” dediler. “Niye”, dedim. “Ben İsmetpaşa okuluna tayin edildim”. O zamanın valisinin kızı İsmetpaşa okulunda okuyor. Geldikleri yerdeki öğretmen de tesadüfen buraya geliyor. Valinin kızı da evleri yakın olduğu için bu okulda okuyor. Valinin evi Hükümet Meydanı üzerinde bir yerdeydi. Beni Gaziye verdiler. İtiraz edince, ertesi ders yılı “Alırız seni oraya” deyip Tercan’a gönderdiler. O zaman Reşit Tarakçıoğlu da Milli Eğitim Müdürü olarak buraya geldi. “Beni”, dedim “Durup dururken oraya gönderiyorlar, istifa edeceğim”. “Yazık olur, 6 ay beklemek zorunda kalırsın, git, istersen seni alırız buraya”. Allah rahmet eylesin.

– Tercan o zaman Erzurum’a bağlıydı. Mamahatun denildiği…

– Ben Tercan’dan çok memnun kaldım. Orada Mamahatun türbesi yada külliyesi gibi bir yer vardı ama Tercan’a Mamahatun denilip denilmediğini bilmiyorum. Tercan’da hiç hanım çalışan görmemişler. Büyük bir köydü. İlk önce yadırgadilar. Sonra beni o kadar çok sevdiler ve ben onları o kadar çok sevdim ki. Hatta bir kurs açtım okul çağımı geçmiş olan hanımlara, genç kızlara. “Hafız” diyorlardı. Bize bir oda verdi. Onlarla hem konuştum ahbaplık ettim, onlar da bana çok şeyler öğretti, dantel, örme falan. Okuma yazma öğrenince çok mutlu oldular. Hatta bir toplantıları falan oldu mu ben gitmemiş başlamazlardı. Reşit Tarakçıoğlu gelmişti. Dedi ki “Seni o kadar çok seviyorlar ki, padişaha bile nasip olmamış”. Gururumu okşadı.

Doğrudur ki söylemiş.

Sosyal faaliyetlere çok önem veririm. Çocukların gelişmesinde dersler kadar derslerden fazla…

– Okumaya veriyorlar mıydı kızları? Belki okula da yollamazlar.

– Gönderiyorlardı okula kızları ve fakat sahneye çıkmayı daha garip karşılıyorlardı. Edip Somunoğlu orda doktordu. Çok yardımı olmuştur onları ikna için. Hafiz Bey, ticaret yapardı, ikna ettik. Kızları sahneye çıkınca baktılar ki fena bir şey değil. Çocukları… Hep de kızı vardı, oğlu yoktu. Yaprak Dökümü’nü oynadık. Hasta bir çocuk, veremli, Doktoru diyor ki “Yapraklar döküldüğü zaman ölecek kardeşin”. Çocuk da abisi ölmesin diye yaprakları bağlıyor. Böyle hisli bir eserdi. Çok hislendiler halk. Çok hoşlandılar. Çocuklarını okutmakta, sahneye çıkarmakta hiçbir sakınca olmadığını gördüler. Dolayısıyla ben takdir aldım. 1936’da geri geldim. (Tercan 1936’da

Erzurum Lisesi önünde meslektaşlarıyla (Saçları bulunmayan kişi o dönemin milli eğitim müdürü…)

Erzurum’dan ayrılıp Erzincan’a bağlandı, AK). Cumhuriyet ilkokuluna verdiler. Okul kale dibine yakın bir yerdeydi. Sonra ora yıkıldı, biz İnönü okuluna nak! edildik. Çift tedrisat yapardık. Sabah öğlen. Cumhuriyet okulu yapılınca biz İnönü’nün kadrosunda kaldık. Sınıflar büyüktü. Son derste sobalar sönüyor, hazırlık yapılıyor. Ben derdim ki “Müdür bey emekli olunca,ben buraya müdür olacağım ve kalorifer yapacağım”. Arkadaşlar gülerlerdi. “Görürsünüz yapacağım” derdim. “Müdür bey, bu sobalar eriyor, çocuklar üşüyor”, “Ne yapayım kızım” derdi. İnönü İlkokulunun ilk müdürü Fikri Saygın Beydir. On yılı aşkın bir süre müdürlük yaptı, 1953 yılında emekli olunca yerine ben müdür olarak atandım. O zamanlar bizlere başöğretmen denirdi. Benden sonra gelen müdürle irtibatım olmadı.Fikri Bey çok merhametli bir müdürdü. Fakir çocuklara çok yardım ediyorlardı. Demiryollarına ait bir sahayı müdür kiralamış, bostan ektirirdi. Çocuklara elbiseler giydirirdi, kalem, defter, giyecek alırdı. Ben Aliravi okuluna yönetici olarak verildim. Yönetici olarak verildiğim ilk okul Aliravidir. Şimdiki Yukarı Yoncalık Mahallesinde belediye otobüs durağının yukarı kısımda eski konak gibi bir evdi.

– Türkiye Cumhuriyeti’nin başöğretmeni Atatürk’tür.

-Okullarda birer başöğretmen bulunurdu. Müdür kelimesinin aynı manayı kapsadığını söylemek zor. Evet. Bahsettiğim okul yıkıldı. O semt çok fakirdi. Okula gönderilmeyen çocukları kapı kapı dolaşıp kaydederdim. Ben uğraşırdım, bu semte bir okul lazım diye söylerdim yazardım hatta. Oraya bir okul yapılma kararı çıktı, o sırada da bizim eski okul müdürümüz Fikri Saygın Bey emekli oldu. Müracaat ettim. Birçok öğretmen arasından beni tercih ettiler. 21 sene orada müdürlük yaptım, 74’de emekli oldum. çok verimli çalışırdık. Çocuklarım çok muntazamdi. Hatta belediye doktoru Orhan Bey okulları dolaşmış. Komşusu Şadiye Hanım vardı tarihçi, Müşfika Hanım ablası olurdu. Demiş ki bir şey diyeceğim, beni övmüş. Müşfika’dan duymuştum. Doktor Orhan Bey, aslı Kafkasya’dan gelmişler. O devirde Aliravi İlkokulu Yukarı Yoncalık Mahallesinde şimdiki belediye otobüslerinin bulunduğu yere yakın bir eski konak gibi evdi. Halkevlerinde kollar, faaliyetler vardı. Tiyatro,konserler, kütüphane … Eşim müzik kolundaydı, keman çalardı. Müsamereler, piyesler tertip ederlerdi. Halkevinde tiyatrolar, müzik kolları vardı.

– Annemin öğretmeni Enver Özkan, keman çalarmış.

– Halanız Şefika ve amcanız Selahattin’i de ben okuttum. Ne kadar babanız Ahmet Kurt’a benziyorsunuz. Ben çocuklara bilgi vermeden önce davranışlarına önem verirdim. Nasıl davranmaları gerektiğini, kitaplarını, defterlerini, araç gereçlerini nasıl kullanmaları lazım. Bunları adet edindikten sonra çalışmak kolaylaşıyor çocuklarda. Defterini kalemini nasıl kullanacak. Birinci sınıfta tuvalete nasıl gideceğini, temizliği üzerinde fazla titiz davrandığım için çocuk sabah gelir çantası muntazam. kontrol ederdim. Hepsi mükemmel. Mendili, el yüz silecek havlusu. Sınıfa girerler, defterlerini açar beklerler. Onlar girerler, peşinden ben. Dakikası dakikasında girerdim. Birden beşe kadar okuturdum. Hatta beşi okuttuğum bir seferinde Tevfik İleri, Milli Eğitim Bakanı olarak sınıfıma gelmişti. 1952 civarı. Rıfkı Salim Burçak, vali bey, milli eğitimle ilgili şahsiyetler. Bir dinamo getirmişti arkadaş. “Aman” dedim “Ben de çocuklarıma göstereyim”. Masanın başına toplanmıştık. Bakan girdi içeriye. Çocuklara çok sorular sordu. Çocuklar böyle faal, çekinmeden konuşuyorlar. Rıfkı Bey dedi ki “Şu çocuklar parmaklarını kaldırıyorlar, onlara da sor”. Arkada kalmışlar, göremiyordum. Onları da mutlu ettik. Bakan çıkarken dedi ki “Temenni ederim ki bütün çocuklar böyle faal, çalışkan olsun”. Bu bana çok büyük gurur vesilesi oldu. O kadar çok öğrencim var ki, çoğunu tanımam. Bir yere giderim kadınlar erkekler “Siz bizim müdiremizdiniz” derler.

– İnönü okulu şu anki bina değil mi.

– Evet. Çok mükemmel bir binadır, sağlamdır. Peteklerin yerleri bırakılmış, fakat radyatörler takılamamış. İnönü gelmişti bir defa. Bir piyes müsamere olarak göstermek istedi ona müdür bey. Arkadaşlara teklif etmiş müdür bey, onlar kabul etmemişler. “Yapar mısın Huriye” dedi. “Mesut Çocuklar Diyarında” diye bir piyes. Kimin yazdığını hatırlamıyorum. Savaştan

çıkılmış: her milletin çocuğunun kıyafetini giydirmek lazım. Bütün coğrafya kitaplarını aradım, kıyafetleri buldum. Kâğıttan elbiseler diktik, velilerle beraber yardımcı olarak. Halkevinde o piyesi temsil ettik. İnönü de seyretmişti. Komutanlar, Falih Rıfkı Atay beraberdi, başka okullardan şiir okuyanlar vardı. Birkaç okuldan öğrenciler vardı. İnönü bizi çağırdı. Müdür Bey dedi ki İnönü çağırıyor. Aliye Bilge, ben, bir öğretmen daha vardı. Bir arkadaşı, Nahide Leylioğlunu (Tahsin Leylioğlu’nun hanımı, öğretmen, AK) yanıma aldım gittik. Halkevinde İnönü çay içiyordu. Bir yudum alıyor, peçete ile ağzını siliyor. Bizimle konuşuyor. Hepimiz ayaktayız. Öğretmenliği methetti. Öğretmenlerin devletin yücelmesindeki katkılarını söyledi. Memnun olduğunu söyledi. Biz de gururla çıktık oradan. Bu tür şeyler bizi kamçılıyordu. Daha çok çalışmamızı sağlıyordu. Bir takdir daha…

– Güzel şeyler bunlar. Oyunun konusu neydi? – Savaştan sonra. Bütün hepsi savaşa girmişler, çocukları aç. Türkiye savaşa girmediği için Türk çocuklarının karınları tok. Onlara ikram ediyorlar. Tabii İkinci Dünya Savaşı sonrası.

– Bir takdirmame de bakanlıktan alınca 4 takdirname bakanlıktan, 2 de buradan almış oldum. Teşekkürlerim var. Bunlar daha çok çalışmamızı sağlıyordu. Öyle bir inançla yetişmiştik ki devletin yücelmesinde muhakkak payımız olacaktı. O zaman kurslar yoktu. 5., 4. sınıfı okuttuğumuz zaman sabahleyin erkenden, çocuklara da söylerdik gelirlerdi. Müzakere yapardık. Akşam da bir saat o günkü dersleri tekrar ederdik. Bu şekilde heyecanla şevkle çalıştık. İdareci olunca ilk işim kitaplık kurmaktı. 2 numaralı çocuk kitaplığını (1 numaralı çocuk kütüphanesi Kültür Kurumu İlkokulunda idi, AK) çocukların arayarak görerek öğrenmesinin faydalarını kendi öğretmenliğim zamanından biliyorum tabii. Okulun bahçesi küçük. Bahçe geniş olsa, çocuklar koştursalar, ağaç diksek, ağaç sevgisi versek. Valiliğe müracaat ettik. Okulumuzun bahçesi yok, bize

bahçe alınsın diye

– Millet Bahçesinin parçası mıydı?

– Hayır, arkadaki bahçe belediyeden alındı. Millet Bahçesi İnönü İlkokulunun doğu tarafında ağaçlık bir yerdi. Tatil günleri aileler gelir piknik yaparlardı. Bahçece kameriyeler olduğunu da hatırlıyorum Belediye reisi Edip Somunoğlu idi. Tercan’dan tanıyordum. Çocuklar koşsunlar oynasınlar. Bahçe alındı, temizlendi, Vali Niyazi Akı, Amerika’ya giderken emir vermiş, greyderler geldi düzelttiler. Ancak duvarlarını yaptıramadım. -Ne zaman nerde doğdunuz?

– Ben Erzincan’da doğmuşum ama dayım şehit olmuş, kundaktaymışım, annem buraya taziyeye gelmiş, o sırada (1915 veya 1916 başı olmalı, AK) 3 tane asker gelmişi kapıyı çalmışlar. Yüzbaşı Neşet Beyin evi burası mı? Evet. Götüreceğiz sizi, Ruslar Hasankale’ye kadar gelmişler, Erzurum’a geliyorlar. O sırada Tahsin Bey adında bir vali. (Tahsin Uzer, AK) Şehir boşalıyor ya kapıları kapatmış kargaşa olmasın diye. Annem geçecekken kapılar açılmış, asker ailesi diye. Annem anlatırdı ki herkes geçti bizimle beraber boşalmışlar. O sırada kayınpederim Yüzbaşı Tahir Bey tabyalardan birisinde bir top bataryasıyla Rusları meşgul ediyormuş. Onun yanında çalışan Tevfik Bey “Kahraman, çalışkan, vatanseverdi. Bir batarya ile Rusları oyalayarak Erzurum’un boşalmasını sağladı” derdi. Bizi askerler yaya olarak şehirden çıkarmışlar.

– Siz de dolayısı ile Erzurum nüfusuna mı kayd olmuş oldunuz?

– Evet.

– İnönü okulu ne zaman kurulmuş?

– 1940. Atatürk’ün birinci ölüm yıldönümünde 10 kasımda halkevinde ben konuşma yapmak için görevlendirildim. Bütün komutanlar ve sivil erkân, salon dolu. Ben de Atatürk’le ilgili konuşma yaptım. Gençliğin verdiği bir cesaretle. Bu anıyı unutamam. Sahneden ağlayarak indim. Okul, Atatürk’ün ölümünün ikinci yıldönümünde şimdiki binada öğrenime başladı.

Okulunuzda sinema var mıydı? O dönemde bazı okullarda film gösterirlermiş.

– Evet, Gazi okulu gösteriyordu. Sinema açmaya ben de teşebbüs ettim. Ama çok rizikolu olacağını ve eğitimi zorlaştıracağını düşündüm. Bir hanımın yapacağı iş değildi. 21 yıl okul müdürlüğü yaptığım zaman, özel idarenin hiç yardımını göremedim. Özel idare fakirdi o zaman. Bizim okul da göze görünüyor ya “Bu okul idare eder” derlerdi. Ben de okul aile birliğine imkanı olan şahısları seçtirirdim. O zaman okulların masrafları bakımı il özel idaresinden karşılanırdı. Velilerden, Aile fotoğrafı. Arkada Huriye ve Enver Özkan, önde soldan Şule Özkan (Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde profesör), Yener Özkan (ODTÜ Mühendislik Fakültesinde profesör), Ülkü Taşkın (Emekli Yüksek Ziraat Mühendisi) askeriyeden yardım alırdık. Okul için balo yapardık. Piyango tertip ederdik. Sınıf toplantıları yapardık, müsamereler… Okul idarecileri, öğretmenler çalışmadıktan sonra dernek üyelerinin gelip de o paraları toplaması mümkün değildir. Sinema makinesini öğretici filmler göstererek değerlendirdim. Okulumuzun sinema makinesi ve güzel bir salonu vardı. Salonda küçük bir makine dairesi yaptırdım. Bu salonu para karşılığı halka açmanın eğitim öğretim açısından mahsurlu olduğunu düşündüğümden halka yönelik faaliyette bulunmadım. Makineye çarşamba günleri öğleden sonraları sınıfları sıraya koyarak eğitim öğretim amaçlı filmler göstermek için kullandık. Bazı okullar, özellikle Gazi İlkokulu halka para karşılığı sinema filmleri gösterirdi. Başka okullardan bu tür faaliyeti olanlar var mı hatırlamıyorum.

– Kültür Kurumu İlkokulu hakkında neler söylersiniz?

– Kültür Kurumu İlkokulu kurulduğu zaman bütün okullardan seçip oraya öğrenci gönderdiler. İbrahim Ünal oraya müdür oldu. 1930’da bazı okullar: Albayrak, bir balkonu vardı. Cumhuriyetin yerindeydi. Şimdiki Ticaret okulunun altından giriyorsun, ileri Kırkçeşme’ye giderken bir yokuş var. Sanırım şimdiki ticaret lisesinin olduğu yerde idi. Yerinin ve adının neden değiştirildiğini bilmiyorum. Ancak mevcut bina eski olduğundan yıkıldı. Adı Cumhuriyet Okulu olarak bugünkü yerine taşındığı söylenirdi. Albayrak gazetesinin matbaası sanırım Narmanlı Camii yakınlarında bir yerde idi. Herhalde ilk mahalli gazete de o matbaada basılırdı. Ayrıca halkın okuduğu Köroğlu (Bir ulusal gazetedir, AK) adlı iki yapraklı bir gazeteyi hatırlıyorum. Gazi, Palandöken, Tatbikat okulu Müdürü Abdürrahim Bey eşimin amcasıydı. Tatbikatı orada yapardık ama bütün okulları gezerdik. O yıllarda okuduğum yazarlardan Reşat Nuri, ilk okuduğum Çalıkuşu, hem okumuş hem ağlamıştım. Mai ve Siyah, Çulluk, Yakup Kadri, Hüseyin Rahmi, Halide Edip. İnönü okuluna kalorifer yapacağım. Özel idare istemiyor. Kaloriferi yaparsan bizim masrafımız artırırsın diyorlar. Kalorifer kazanlarını ve projesini, borularını birçoğunu bedava temin edip, sadece bazı küçük masrafları dernekçe parça parça ödeyerek yaptırdım.

– Trenin gelişini hatırlıyor musunuz? Belediye başkanı Mesut Çankaya bir konuşma

yapmıştı; “Tren geldi dağları deldi geldi”. – Demiş ki “Tren gelmez diyordunuz, ahan geldi”,

– O uydurmadır. Öyle demedi.

– Yani bu şehirdeki insanlar daha önce görmedikleri, bilmedikleri birtakım sebze ve meyveleri yemeye Başladılar değil mi? Daha önce yoktu.

– Hayat değişti. Beklerdik ki sonbahar olacak ki Tortum’dan domates gelsin de yiyelim. Bazı meyveler bolca sebzeler, portakallar, elmalar. hayat değişti. Ticaret canlandı.

– Dar hat vardı

– Evet, dekovil. Yalnız Kars’a gidip geliyordu. Kars’ta akrabalarımız vardı, gitmiştik Müdür koltuğunda

– O tren rampada giderken aşağı inip, yürüyerek trenden hızlı giderlermiş, ilerde bekler tren gelince binerlermiş doğru mu?

– Yok yok (gülüşmeler), uyduruyorlar onu. Bir hayat öyle geldi geçti. Emekli olmadan önce bütün ihtiyaçlarını temin ettim. Okula devlet yardımı olmadan,nüfuslu velilerin tanıdıkları müteahhitlerden elde edilen malzemelerle kaloriferi yaptırdım. En büyük katkıyı mühendis bir velim sağladı. 2 numaralı çocuk kitaplığını aldım, bahçesini aldım, bir sürü araç gereç temin ettim. Okulumuz eğitim öğretim yönünden velilerce tercih edilirdi. Dediler ki “Müdür odasını da tanzim edelim, donatalım”. Ben de dedim “Benden sonra gelen de onu yapsın”.

Çok emek sarf ettim. Çocuklar sitem ederler, “Bize az zaman ayırıyordun ” diye. Orayı düşünürken evde çocuklarımı da ihmal etmemeye çalıştım. Aldığım paranın helal olmasını isterdim. Öyle yetiştirilmiştim. Ben asker kızıyım. Babam Van tarafında Ruslara esir düşmüş, gelmedi ki. Ben babamı hiç bilmem. Amcam şehit olmuş. Dayım Sivişli’nin orda şehit olmuş. Kayınpederim de esir düşmüş, Erzurum’da. 5 yıl esir kalmışlar.. Babam topçuydu, çok cesurmuş. Ayrı ayrı yerlerden. Amcamın birisi şehit olmuş tabancası elinde. Alamamışlar elinden. Hanımı da doğum yaparken ölmüş İkisinin de birbirinden haberi olmamış. Büyük amcam albaydı, emekli olarak gelmişti, beyin kanaması geçirdi, Mareşal Çakmak Hastanesine kaldırıldı. Savaşta bütün vücudu kurşun yarası idi. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Kirada öldü. O kadar savaştı, kiracıydı. Küçük amcamın oğlu pilottu, Ege denizinde kayboldu. O da albay emeklisi idi, İstiklal gazisi idi amcam.

Aslımız bir kısmı Kafkaslardan, bir kısmı da Batı Türkistan’dan. Amcam anlatırdı. Senede bir defa çarlar davet edermiş. Kendi kıyafetleri ile. Sonunda asker istemişler. Bunlar da Kafkaslarda durmamışlar, Kars’a gelmişler. Sonra bir kısmı Sivas’a gitmiş, Erzincan’a gitmiş. Konya, İstanbul’a gitmiş derken aile böyle ayrılmışlar. Hepimiz savaş hikayeleriyle büyüdüğümüz için vatanıma milletime çok bağlıyım. Hepimiz bağlıyız. Başka türlü olmaz.

-Son olarak Erzurum’da eski dönemlerdeki halkın gittiği dinlenme ve eğlence yerleri hakkında neler söylersiniz?

– Erzurum’da mesire yerleri olarak bugünkü Köşk Bahçesi, Tabyaların ön kısmında Fikfiklar denilen yeşil alanda halk piknik yapardı, kalabalık olurdu. Boğaz ve bugünkü Abdurrahman Gazi türbesi de mesire yeriydi. Taşambarların karşısında Cumhuriyet adı verilen bir otel vardı. (Bugünkü Güneş İlköğretim Okulunun eski hali), Leylak ağaçları ile dolu bir bahçesi vardı. Akşamları aileler bu bahçede müzik dinlemeye giderlerdi, dondurması çok güzeldi. Otelce getirilen şarkıcılar güzel

konserler verirlerdi.

Sayın hocamıza, bizi ağırlayan kızı Prof. Dr. Şule Özkan’a ve bu sohbeti sağlayan, diğer kızının damadı Numune Hastanesi Başhekim Muavini Kalp Damar Cerrahisi Uzmanı Doktor Özgür Dağ’a teşekkür ediyor ve ayrılıyoruz. .

Eski Hükümet Meydanında İnönü İlkokulu izcileriyle arkada eski vilayet, şimdiki Yakutiye belediyesi (Üçüncü kat eklenmemiş

Öğretmen okulu kapısında mezuniyet fotoğrafı (1929 yılı). Huriye Hanım, ön sırada en soldaki elleri kavuşuk öğrenci.

İnönü İlköğretim Okulu (08.04.2005 günü)

Share this content:

Röportajlar