İÇİMDEKİ SOLMUŞ GÜL BAHÇESİ

İÇİMDEKİ SOLMUŞ GÜL BAHÇESİ

İÇİMDEKİ SOLMUŞ GÜL BAHÇESİ
İrfan Gürkan ÇELEBİ

Şehir uzaklaştıkça bana… Ben ona yaklaşıyorum.
Önce aklım gönlüme yaklaşıyor… Ardından hafızam çoktan solmuşlar bahçesi gibi görünen bir gülistandan taze rayihalar getiriyor.
Başımı sağa sola silkeliyorum; eskimiş bir esvabın mis kokusuna aldanmak rüyayı hayra yormak kadar zor geliyor zihnime… İçimde bir şeyler aldırmıyor!
İnanıyor! Yolları birbirinden ayıran şeritlerin, mesafelerin, kilometre yazan yol levhalarının alımlı çalımlı duruşlarına rağmen, onların gösterdikleri uzaklıkların kendi bildiklerine uymadığına bir daha inanıyor.
Anam diyor… aklımdan bir aklı evvel kelime önüne dağ oluyor… ÖLDÜ!
Susuyor dudakları mesafelerden birbirine daha uzakken büzülüyor.
İçindeki solmuş gül bahçesi teselli makamından duy da inanma diyor.
Ne vakit sonra rayihalar şehrinin bir buhurdanlığından sızıyor umutla dirilten kelime; Babam diyor.
İçimde kaynayan yara bin adım öne çıkıp teselliden nasipsiz bir cüretle; ÖLDÜ! diyor.
Biraz daha eskiyor içimdeki solmuş gül bahçesi… Omuzlarım yemediği darbelerin sarsıntısıyla iniyor, inliyor, ağrıyor.
Bir gönül çelen miski daha erişiyor kilometre tabelalarının, otoban şeritlerinin söylediklerine inat, çok yakından; İnanma!
O vakit içimde benim dahi engel olamadığım bir isyan beliriyor… Aklım gönlümü alıyor karşısına sigaya çekiyor. Sen diyor dünyada dolaşıyor sanıyorsun kendine amma içindeki solmuş gül bahçesinden dışarı bir adım atamıyorsun.
İtiraz ediyorum. Duymamazlığa veriyor!
Gözyaşlarım önce gamzelerimin çukurlarına iniyor, bir gölcük gamzelerimin çocuksu şirinliğini alıp götürüyor.
Nereye gidiyorsunuz, göl durgun bir sudur durun diyorum. Duymuyor!
Gamzelerim de gittikten sonra; benim mesafelere yenilmekten, yol kenarlarından hızla geçenlere efelenen üzerinde uzaklıkları yazan yol levhalarına inanmaktan, şerit ihlali yapmadan daha uzaklara koşmaktan gayri yapacak neyim kaldı diyorum.
İçimde solmuş gibi süzgün duran gülistanın her kocamış gülü yeniden goncaya, kokuları inadına misk-ü ambere dönüşüyor.
İnanmamak mümkün değil, hayal gördüğünü sanmak imkansız, mazidir deyip işin peşini bırakmak mümkünsüz.
Peki ne diyorum; annem değil, babam değil, çocukluğumun son hatırası gamzelerim hiç değil, öyleyse ne?
Aklım boynunu büküyor, gönlüm Palandöken’den ödünç aldığı yankıyla sesini güçlendiriyor.
Şehir diyor… Senin içinde yaşayan her şeyin bitamam hatırlayıcısı.
İçindeki solmuş sandığın gül bahçesi.
Sen ne zaman umutsuzluğa düşsen, kederle solan kocamış güllerini topragının bereketiyle goncaya çeviren…
Dara düştüğünde nerde olsan, rayihasıyla imdadına yetişen; anan, baban, çocukluğun, gençliğin Erzurum.
O kendini her kaybettiğinde içindeki solmuş gül bahçesi gibi mahzun. Dünya yorgunluğundan garip düşüp ihtiyaç duyduğunda gonca gibi genç. Eline uzattığında dikenlerini gizleyen gülistan.                                                                                 

Share this content:

Erzurum Tanımları