Erzurumluyu Konuşturan Sesimiz Neslihan Arzu Keteci ile Röportaj

Erzurumluyu Konuşturan Sesimiz Neslihan Arzu Keteci ile Röportaj

Erzurum Sevdasi Dergisi Temmuz 27. Sayısı 2021Dergimizin bu sayısında Erzurum üzerine çalışmaları ve özelliklede yaptığı röportajlarla tanınan Neslihan Arzu KETECİ’yi Erzurum Sevdası Dergisine konuk ettik. Şimdiye kadar kendisi değişik özelliklere sahip Erzurumlular ile röportaj yaparken bu sayıda ise rol değişikliği yaparak bizim konuğumuz oldu. Sorduğumuz sorulara cevap vererek Neslihan Arzu KETECİ’yi Erzurumlulara anlattı. Bu güzel röportajı keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.

1- Neslihan Hanım merhaba. Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için Erzurum Sevdası Dergimiz adına size teşekkür ediyoruz. 

Çok yönlü bir kişiliğiniz var. Bize kendinizi tanıtır mısınız? 

1974 Erzurum doğumluyum. O dönem ikisi de öğretmen olan bir anne babanın ilk  çocuğuyum. Babam edebiyat öğretmeni Burhanettin KETECİ, annem kimya öğretmeni Erendiz DALMIZRAK KETECİ. 3 kardeşiz. Varlığına her zaman şükrettiğim ve benim için çok kıymetli ve özel olan benden 11 ay küçük bir kız kardeşim Aslıhan Esra ve varlığını dünyalara değişmeyeceğim, gücümü ondan aldığım 5,5 yaş küçük bir erkek kardeşim M.E. Kürşad var. Kız kardeşimle aramızdaki yaş farkının az olması ve o yıl annemin vefatı (çocuklar birbirinden ayrılmasın düşüncesiyle) sebebiyle ilkokula 1980 yılında beraber başladık. Bu sınıf ve sıra arkadaşlığı Lise 2.sınıfta Matematik / Edebiyat  bölüm ayrımına kadar devam etti. İlkokulu Erzurum İnönü İlkokulu’nda, ortaokulu Nenehatun Kız Lisesi orta kısmında okudum. Babamın tayini dolayısıyla Lise eğitimime İzmir Bornova Mustafa Kemal Lisesinde başlayarak orada tamamladım. A.Ü. Sosyal Bilgiler Bölümü 1996 mezunuyum.

Birbirine bağlı, hoşgörülü, sevecen bir aile ortamında geçti çocukluğum. Annemizi 1980 yılında kaybedince Babaanne ve Büyükbabanın kontrolünde geçen ve her zaman büyük bir mutluluk ve gururla bahsettiğim güzel bir çocukluk dönemimiz oldu. Ailemize ait Keteci konağından 1978 yılında Gez Mahallesi Doğu Apartmanına taşındıktan sonra, 28 çocuklu bir apartmanda aynı yaş grubu çocuklarla birlikte büyüdük. Bazen çocukluğuma ait anılarımı yazıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Çünkü bir insan çocukluğunda mutluysa, ilerleyen yaşlarda da mutlu bir birey olabilme yolunda ilerliyor. Apartmandaki komşularımızın birçoğuyla, aile büyüklerimizin Erzurum tabiriyle ata dede komşuluğu ve dostluğu vardı. Bu sebeple sosyal ilişkiler, komşuluk bir başka yaşanıyordu apartmanda. Sahiplenme duygusuyla yoğrulmuş sevgi dolu yürekleriyle ebeveynler herkesin çocuğuyla ilgileniyor, kimse ayrım yapmıyordu. Şimdilerde özlemle andığım bayram ritüelleri ve Ramazan Ayı apartmanımızdaki komşuluk sayesinde gerçek anlamda yaşanıyordu. Bir Bayram arefesi ve Bayram sabahı konulu yazım bunu çok güzel anlatmaktadır.

3.5 yıl Ak Sigorta Acenteliği – 5,5 yıl solaryum merkezi işletmeciliği ve 2 yıl Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonunda yönetici asistanlığı çalışmalarında bulunduğum iş hayatım oldu. 

15 yıldır yerel gazete ve dergilerde tarihi ve kültürel araştırma yazıları yazmakta ve söyleşiler yapmaktayım. Söyleşilerimin bir arada bulunduğu Sıla Özlemi – Gurbetteki Erzurumlular kitabım 2021 yılı Mart ayında takipçilerim ile buluştu.

21 yıldır İstanbul Erzurumlular Kültür ve Dayanışma Vakfında Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalışmakta olup, son 1,5 yıldır da Vakıf Kadın Kolları Başkanlık görevini yürütmekteyim.

10 yılı aşkın bir süre hocam Sayın Fehim İBRAHİMHAKKIOĞLU’ndan çakıl taşı resim dersi aldım, yaptığım çalışmalarla İstanbul ve Ankara’da 5 karma sergiye katıldım.

4 yıldır da E. Vatikan Büyükelçisisi Prof. Dr. Sayın Kenan GÜRSOY Hocamızın Felsefe Atölyesi derslerine katılmaktayım.

Çakıltaşını farklı tasarımlarda da kullanmak isteği ile 2,5 yıldır da ortağım İç Mimar Gülseren ÖZGÖR ile Hattat ve Müzehhib Sayın Muhammet MAĞ Hocamızla çağdaş hat çalışmalarına Üsküdar’daki atölyemizde devam etmekteyim.

Fotoğraf çekmek, seyahat etmek ve şiir yazmak hobilerim arasındadır.

2- Sanatçı bir kişiliğiniz var. Bize uğraştığınız sanat dallarından bahsederek,bu çalışmalara nasıl başladığınızı anlatarak, yaptığınız eserlerle ilgili bilgi verir misiniz? 

Yaklaşık 11 yıl önce Kadıköy’de bulunan vakıf binamızda vakıf faaliyetleri kapsamında “Çakıltaşı ile Resim” kursu açıldı. Bu alanda duayen bir isim olan aile dostumuz çok kıymetli  Fehim İBRAHİMHAKKIOĞLU Hocamız haftanın belirli bir günü vakfımızda bu sanatla ilgili bilgilerini paylaşacak ve öğrenci yetiştirecekti. O dönem vakfın halkla ilişkiler yönetmeniydim. Dolayısıyla hocamızla çok sık biraraya geliyor, hem sohbetinden istifâde ediyor hem de yapılacakları konuşuyorduk. Hocamızın “ Neslihan kızım seni de bu sınıfta görmek isterim” demesine “ben cin Ali bile çizemem ki ama hocam” deyivermiştim. “Sen hele taşa dokun bak! ne güzellikler keşfedeceksin kendinde” demesiyle çok yakın bir arkadaşımla birlikte artık her Pazartesi akşamüstü derslere başlamıştım. Taşın sert dokusunun insana verdiği pozitif enerjinin ve öğrettiği sabrın hayranı olmamak mümkün değildi. Gün geçtikçe yaptığım çalışmalardan zevk almaya ve takdir görmeye başlamıştım. Adeta nakış nakış işlediğimiz taşların bir mucizeye dönüştüğünü görmek, severek ve isteyerek daha iyisini yapmaya çalışmak ve olabildiğim ölçüde de başarılı olmak asıl amacım oldu.

Hobi olarak başladığım bir uğraş, beni çepeçevre sarmalamıştı. Daha yolun başındaydım ama çakıltaşı hayatıma yeni bir soluk getirmişti. Böyle böyle yıllar geçti. Puzzle yapar gibi, rengarenk çakıltaşlarıyla haşır neşir oluyor, zamanın nasıl geçtiğini farketmeden resim yapıyordum. Bu arada birlikte çalıştığımız ekibimizle hocamızın ders verdiği diğer kurumları da takip ediyor, haftanın birkaç gününü hocamızla birlikte geçiriyor ve ondan öğrenebileceklerimizi öğrenmeye devam ediyorduk. Fehim hocamızın önderliğinde karma sergilere katılıyor; bu tecrübeleri deneyimliyor ve öğrenmeye devam ediyordum. 

Seyahat etmeyi ve  fotoğraf çekmeyi de sevdiğim için bir gün Fehim hocam dedi ki: “Kendi çektiğin fotoğrafların resmini yaparak taşlamanı öneririm sana. Bu senin farkın olsun”. Ne kadar güzel bir öneriydi. Bu zamana kadar laleler, deniz feneri, çiftbaşlı kartal, Erzurum Saat Kulesi ve Kalesi, Atatürk ve semazen resimleri yapmıştım. Hemen arşivimi karıştırdım ve kendi çektiğim fotoğraflardan ilk Sünnet Gölü (Abant, Yedi Göller) fotoğrafımı çakıştaşıyla resime dönüştürdüm. Bu çalışmanın ardından Galata Kulesi, vapur, Kız Kulesi, tramvay ve Mardin’de bir camii ve kilise, Konya Mevlana Türbesi ve Uzundere/ Öşvank Kilisesi resimleri geldi. Bu arada hocamızla olan derslerde bazen de Arapça “vav” harfiyle farklı tasarımlar ve hattatların “hiç” kelamı çalışmalarından da yapmaya başlamıştım.

Benim için dönüm noktası işte bu çalışmalar oldu. Arkadaşlarımla birlikte katıldığım karma bir sergiye “hiç” yazı çalışmamla katılmıştım. Sergiyi ziyarete gelen hemşehrimiz, kıymetli hocam Hattat ve Müzehhip Muhammet Mağ ile sergiyi gezerken, aramızdaki arkadaşlık ve dostluğun samimiyetine istinaden benim kendisine “hiç” çalışmamı göstermem üzerine; “Neslihan yapılan çalışmaların hepsi birbirinden güzel ama ben derim ki gel seninle birlikte farklı birşeyler yapalım. Çağdaş çizgilerle yapılan hat çalışmaları taşlamaya ne dersin?” teklifiyle karşı karşıya kalmıştım. Karşımda alanında duayen, 20 yıldan fazla bu işe gönül vermiş Escader ödüllü hem Hattat hem de Müzehhip bir isim vardı. Böyle bir fırsatla karşı karşıya kalmış olmanın verdiği mutlulukla hemen “tamam hocam” demiştim. Üsküdar’da bulunan atölye zaman zaman gittiğim, dost sohbetlerini dinlediğim ve kendimi huzurlu hissettiğim bir mekandı. Artık bu atölyede bir öğrenciydim ve öğrenmenin sonu yoktu. Büyük bir hevesle ve mutlulukla hocamızla birlikte bu alanda bir ilke imza atmaya hazırlanıyorduk. O dönem en yakın dostlarımdan biri olan sevgili Gülseren ameliyat olmuştu ve uzun bir süre evde istirahat etmesi gerekiyordu. Onu ziyarete gittiğimde yaptığım çalışmalardan bahsettim. Kendisi bir iç mimar ve sanatın birkaç dalıyla profosyonel anlamda ilgilendiği için çalışmalarımla ilgili bana farklı tasarımlardan bahsetti. Fikirleri benim için her zaman önemli olan arkadaşıma “bu işi birlikte yapalım” teklifinde bulundum. Birbirimizi tamamlayabilirdik ve bu işimize yansıyınca çok daha güzel olabilirdi. Ve netekim de öyle oldu. Hocamızın tecrübesi, benim çakıltaşıyla resmin inceliklerini bilmem ve Gülseren’in el becerilerinin yanı sıra farklı malzemelerle katılımı bizi çağdaş çizgilerle farklı tasarımlar yapmaya yönlendirdi.

‘’Farklı Bakış’’ adıyla yaptığımız çalışmaları Türk İslam Sanatlarının yeni bir söylem, yeni bir çizgisel form ve biçimsel anlatımını kullanarak yaşam alanlarına yerleşmesini düşünerek tasarlıyor; bazı çalışmalarımızda insan psikolojisinin izlerini görüyorduk. Çakıl taşıyla ebru ve seramiği birleştirerek bugünkü çalışmalarımızı oluşturduk. Bu çalışmalar Hat sanatını mabedden çıkarıp yaşam alanlarının merkezine kimliksel ve kişisel olarak geçişini sağlamayı amaçlamaktadır. Çalışmalarımız resim, grafik, çağdaş ve dekoratif unsurlar taşımaktadır. Bu da boş olan bir alana yeni söylemler, yeni renkler ve yeni formların girişine zemin hazırlamaktadır. Bu çalışmalar, değişen dünya konjonktüründe insanların, toplumların yaşamların bu değişimine sanatsal bir katkı ve uyum sağlamaktadır. Çünkü sanat bir yaşam biçimidir. Tüm inançlara, tüm insanlığın sanat zevkine hitap etmekle beraber ötekileşmenin toplumları böldüğü, parçaladığı bir ortamda bu çalışmalar bir bütünleşmeyi öngörmektedir. Yaptığımız çalışmalar sadece görsel bir şöleni değil, insanı ve psikolojisini olumlu yönde etkilemeyi ve katkıda bulunmayı hedeflemektedir.  

Bu çalışmalarımız 8 Nisan 2021 tarihinde Üsküdar Belediyesine ait Altunizade Kültür Merkezi’nde açılan sergiyle 1 hafta boyunca sergilendi. Sosyal medyada, yerel kanal ve gazetelerde sergiye oldukça fazla yer verildi ve ilgi gösterildi. Şimdiler de sonbaharda yapılmasını planladığımız 2 sergi için Erzurum / Aziziye Belediyesi ve İTO ile görüşmelerimiz devam etmektedir. 

3- Sivil toplum kuruluşlarında aktif rol aldığınızı ve görev yaptığınızı biliyoruz. Sivil toplum yaşamınız ne zaman ve nasıl başladı? Hangi sivil toplum kuruluşlarında ne tür görevler aldınız? 

Rahmetli babam çok yönlü sosyal bir kişilikti. Bir çok vakıf ve dernekte kurucu üyeliği ve yöneticilik geçmişi vardı. Lise yıllarından itibaren de Erzurum, Elazığ, Antep ve Bitlis yörelerine ait halk oyunları ekiplerinde yer alarak çok uzun yıllar halk oyunları kültürüne katkıda bulunmuştu kendisi. Erzurum’da yaşadığımız dönem de dahil olmak üzere halk oyunları derneği, şehir klübü, kayakçılar klübü ve lokal kelimelerine çok aşinaydık. Mesai sonrası arkadaşlarıyla bu mekanlarda toplandıklarını, sohbet ettiklerini, kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunduklarını biliyorduk. Ama o dönem yaşımızın da küçük olması sebebiyle bu programlara katılamıyorduk. Benim ve kardeşlerimin ‘vakıf ile tanışmamız, İzmir’de ikamet ettiğimiz döneme denk geldi. Aralarında rahmetli Mükerrem Kemertaş Amca ve ailesinin de bulunduğu komşularımızdan Erzurumlu olanlar vardı. Babam ve arkadaşları Bayraklı’da bulunan Erzurumlular Vakfı’na giderlerdi. Aralarında Mükerrem Amcanın oğulları ve kardeşim Kürşad’ın da bulunduğu halk oyunları ekibi, haftasonları vakıf binasında çalışma yaparlardı.  Her yıl 12 Mart Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşu münasebetiyle hemşehrilerin katılımıyla ‘’Kurtuluş Gecesi‘’ programları tertib edilir, halk oyunları çalışmaları yapan ekip bu gecelerde sahneye çıkarak bar tutar, babam da Sadi Akatay’ın “Bar Şiiri”ni okurdu. Ortaokul yıllarında ben de halk oyunları ekibinde yer almış; şimdilerde görüşmeye devam ettiğim Emrullah Öğ hocamdan Erzurum kadın ve Elazığ yöresi halk oyunlarını öğrenmiştim. Halk oyunları kız kardeşim Aslı ve benim için bir hevesti ve İzmir’de bu anlamda bir çalışmanın içerisinde bulunamamıştık. İlerleyen lise ve üniversite yıllarında da bu tür bir faaliyetin içerinde yeralamadık.

İstanbul’a taşındıktan sonra, babamın da üyelerinden biri olduğu Kadıköy Erzurumlular Vakfı’nda bir dönem halk oyunları çalışmalarının yapıldığını ama artık özellikle de kız ekip konusunda eksiklik olduğunu öğrenmemiz hiç de zor olmamıştı. İşte tam da bu dönem aralığında babamın mesai arkadaşlarından, ailecekte görüştüğümüz TRT’de yayınlanan “Gün Ortası” programı yönetmeninden bana bir teklif geldi. Her programda bir yörenin anlatıldığı ve yeni bölümde de Erzurum’a yer verileceğini, yöreye ait ayran aşı ve kadayıf dolmasını canlı yayında anlatarak yapmamı rica ettiler. Ben de kabul ettim. Canlı yayının olacağı gün memleketimize ait hamam takımı, kadama örtüler, ehram ve bazı yöresel yemeklerden de yaparak Ulus’ta bulunan TRT İstanbul Televizyonu’na gittik babamla. Çok heyecanlıydım. Stüdyonun hazırlık aşamalarında program sunucusu bana soracağı sorularla ilgili bilgi veriyor; babamdan bazı sorular için fikir alıyordu. Program başlamadan önce stüdyoya o dönemin Vakıf Başkanı Gani Hamutcu ve yönetim kurulundan birkaç kişi, eşleriyle birlikte gelmişlerdi. Kendileri de programda vakıf çalışmalarıyla ilgili bilgiler verdiler. Çok güzel bir program oldu, layıkıyla memleketimiz Erzurum tanıtıldı. Programdan sonra ‘’Vakfımızda neden kadınlar yer almıyor? Kadının olduğu yerde hiç şüphesiz güzellikler artacaktır‘’ düşüncesiyle bir oluşum içerisine girildi. Herkes kendi etrafından ulaşabildiği kadar memleket sevdalısı kadınlara ulaşıyor ve Vakıfta toplanılıyorduk. Aktif görev alacak 15 kişilik bir ekip oluşturuldu ve ben de o ekipte Gençlik Kolu Yönetmeni olarak görev almaya başladım. Büyük bir mutluluk. Ekibinin içerisinde en geç benim. 2000 yılı. Yaş 26. Çalıştığım dönemlerde de sorumluluk almaktan hiç bir zaman çekinmemiştim, verilen görevi layıkıyla yerine getirmişimdir her zaman. Ödevimi ve görevimi bilmiş olmanın verdiği mutluluğu tadanlardanım. Göreve başlayan kadınlar koluyla birlikte çok güzel ve anlamlı işlere imza attık. Vakıfta uzun bir süredir halk oyunları ekip çalışmalarının yapılmadığını biliyordum. Geçmiş dönemlerde de ekipte görev almış arkadaşlarımıza ulaştık ve vakfın adına yaraşır bir kadın bar ekibimizi kurduk. Birlik ve beraberlik içerisinde haftasonları çalışmalarımız çok eğlenceli geçiyordu. Kız kardeşim Aslı ve ben de ekipteydik. Hatta ilkokul arkadaşlarımızdan da aramıza katılanlar oldu. Artık 12 Mart Kurtuluş Geceleri’nde erkek ebinin yanı sıra kadın bar ekibimiz de vardı ve bu hepimizi mutlu ediyordu. Ankara Arı Stüdyosundan canlı olarak yayınlanan 12 Mart programlarına davet ediliyorduk. Zamanla ekip içerisinde evlenerek şehir dışına giden, çoluk çocuğa karışanlar oldu ve bu güzel ekipten bu zamana güzel arkadaşlıklar ve dostluklar kaldı. 

Gani başkanla birlikte aktif 9 yıl kadınlar kolunda çalıştım. Daha sonra A.Hadi Atalar’ın başkanlığındaki yönetim kurulunda 6 yıl Vakıf Halkla İlişkiler Yönetmenliği görevinde bulundum. 3 yıl da Mehmet Seven başkanımın başkanlık dönemindeki yönetim kurulunda yine Vakıf Halkla İlişkiler Yönetmeni olarak görev aldım. Son 18 aydır da Murat Şahsuvaroğlu başkanımın yönetiminde Vakıf Kadın Kolları Başkanı olarak görev yapıyorum. 

STK’larda aldığım görevlerimde bana inanan ve güvenen başkanlarımı yalnız bırakmadan verilen görevleri yerine getiriyordum. Çalışmalarımdan dolayı tebrik ve takdir edilmek beni mutlu kılıyordu. 2019 yılında Kocaeli Vakfı ve Dernekler Federasyonu tarafından yılın ‘’Nene Hatun’u‘’ ödülüne layık görülmüştüm. Bambaşka bir mutluluk ve gururdu bu hissettiğim. Bu mutluluğun en büyük sebebi de memleketime ve memleketlime bir faydam olduğunu görebilmek ve kadim şehrin kültürel geçmişine bağlı kalarak yeni nesillere bu kültürün aktarılması konusunda yardımcı olduğumu görebilmekti.

Vakfımızın olmazsa olmazı öğrenci bursları devam ediyordu ve bu vesileyle topluma bir birey kazandırmaya aracı oluyorduk bizler de. Şimdiye kadar çalıştığım her dönemde öğrencilerle de ilgilenen yöneticilerden biriydim. Onları dinleyerek anlamaya çalışan bir ablaları olarak onların tarafında olmaya çalıştım her zaman. Mezun olduktan sonra dahi özel günlerde hatırımı soran eski öğrencilerimiz olduğu gibi tesadüfen yıllar sonra karşılaştığım öğrencilerimiz de var. Van’a yaptığımız bir seyahatimizde polis çevirmesine denk geldik. Arabada arkada oturuyordum. Görevli memurun kimlikleri istemesi üzerine aracı kullanan arkadaşıma kimliğimi uzattım ve bir kaç saniye sonra ‘’nasıl yani arkadaki Neslihan Abla mı?‘’ diyen bir sesle karşı karşıya kaldım. Şaşırmıştım. Araçtan indim, karşımda gencecik bir polis. Kendini tanıttı. Vakfımızdan öğrenci bursu alarak okuduğunu, benim kendisine o dönem yardımcı olduğumu, bugün bu görev başındaysa  bunda bizim emeğimizin olduğunu ve bunu hiç unutmadığını söylerken ben ağlıyordum. Beni ve arkadaşlarımı misafir etmek istedi. Onu da alarak yemeğe gitttik. Birlikte olduğumuz zaman diliminde arkadaşlarıma vakfımızdan bahsetmesi beni ziyadesiyle mutlu etmiş hem de gururlandırmıştı.  Yine böyle bir güzelliğe şahit olmuştum geçen yıllar da. Erzurum’da ziyaret ettiğim bir okulda eski bir öğrencimize rastlamak,onu öğretmen olarak görmek duygulandırmıştı beni. Doğru yerdeydim. Selim niyetle ve samimiyetle yek diğerine yardım edebileceğim adreste yani Vakıftaydım. 

Kıymetli büyüğüm Baba dostu Eczacı Erdal Güzel başkanlığında yıllardır Erzurum’daki en anlamlı çalışmalarıyla adından söz ettiren,şehrin sorunları dile getiren ve çözüm odaklı çalışmalarda bulunan Erzurum Kalkınma Vakfı /  ERVAK ve İstanbul Maltepe Erzurumlular Vakfı Mütevelli Heyeti üyesiyim. Çevremde araştırmayı seven, tarihe merakı olan, arşiv biriktiren kıymetli öğretmenlerim, arkadaşlarım ve dostlarım var. Onlarla birlikte kurduğumuz bir dönem çok aktif olan  ERKUTAP / Erzurum Kültür ve Tarih Araştırmaları Paylaşım Platformu kurucu üyeliğim bulunmakta. 

Bunun yanı sıra yine merkezi Erzurum’da bulunan Şehirder’in 3 kurucu üyesinden biriyim. Bir şehrin hafızası olarak nitelendirdiğimiz eski fotoğraflar sayesinde çıkılan yolculukları ve hatıraları derlendiğimiz  Eski Erzurum Fotoğrafları grubu üyeliğim de halen devam etmektedir. 

ERVAK’ın düzenlediği Sultan Sekisi toplantılarına, geleneksel hale getirilen 8 / 9 Kasım Tabyalar yürüyüşü ve ecdada saygı nöbetine her yıl katılmaya özen gösteriyorum. Yıllar önce de Necati Bölükbaşı başkanlığında organizasyonu yapılan Sarıkamış Harekatı /Allahuekber dağlarında yapılan yürüyüşlere katılarak şanlı ecdadımızı anma törenlerinde STK yöneticilerimiz ve hemşehrilerimizle birlikte olmuştuk. Bu maneviyatı yaşamış olmanın mutluluğu bambaşka. 

4- Erzurum üzerine yaptığınız söyleşiler ile tanınıyorsunuz. Bu söyleşilere başlama öykünüz nasıl oldu?

2005 yılıydı sanırım. Hem İstanbul gibi metropol bir şehirde yaşıyor olmam hem de İstanbul’daki baba ocağı diye tabir edilen Erzurumlular Vakfı’nda görev yapıyor olmam sebebiyle Erzurum’da görüştüğüm, fikirlerine önem verdiğim birkaç büyüğümünün bana dönem dönem önerileri oluyordu. Şöyle ki; isimleri Erzurum ile özdeşleşmiş, kadim şehrin kültürüne, sanatına, sosyal ve ekonomik yaşantısına katkıda bulunan kişilerle görüşerek onların hatıralarını kayda almamı, belki de böyle bir fırsatı bir daha yakalayamayacağımı söylemeleri zamanla sıklaşıyordu. Düşününce gerçekten çok güzel ve bir o kadar da anlamlı bir iş olacağına kanâât getirmiştim bende. 

Yapacağım iş bu alanda yapılacak bir ilk olacaktı. Bu anlamda şehrimizde büyük bir eksiklik vardı ve bu eksikliği söyleşi yaparak azaltacak daha sonra da bu yazıların okunmasına vesile olacaktım. Duygularını birinci ağız kişilerden dinleyecektim. Söyleşi yapabileceğim isimleri düşününce nasıl bir hazineyle karşı karşıya kaldığımı anladım. Rasim Cinisli, Hulusi Seven, Hulki Taftalı, Fehim İbrahimhakkıoğlu, Necati Bölükbaşı,Fuat Başar, Ayten Çankaya Taftalı, İrfan Taftalı aklıma ilk gelen isimlerdi. Muzaffer Taşyürek ile Murat Ertaş hocalarımın ve Metin Diler ağabeyim ile Naci Elmalı amcamın ve sevgili arkadaşım Alparslan Kotan’ın doğru yönlendirmeleriyle önerdikleri isimlerden bir liste oluşturmuştum bile. Erzurum’da doğmuş, fakat gurbette yaşayan bu değerli insanlarla karşı karşıya gelmek ve onları Erzurum ile buluşturmaktı vazifem. Acele etmeden, uzun bir zaman dilimine yayarak bu söyleşileri yapmaya ve bu anlamda bir arşiv oluşturmaya başlayabilecektim artık. Bu değerli insanların duygularını, düşüncelerini, gözlemlerini ve hatıralarını mazinin derinliklerinden çıkararak bu bilgileri yazıya dökmek… Harika bir deneyim olacaktı hiç şüphesiz. Heyecan verici olduğu kadar büyük bir mesuliyet ve gönül borcuydu benim için.

Bu sayede Erzurumlu tarihçilerle,kültür ve sanat insanlarıyla, sanatçılarla,edebiyatçılarla, şairlerle, biribirinden güzel fotoğrafların sahipleriyle ve  sayfalara renk katan ustalarla tanışacak, onların duygu ve düşüncelerini yazıya dökecektim. 

Erzurum çok yönlü bir coğrafya malumunuz. Toprağında yetişmiş siyasetçiler, sanatçılar, ressamlar, şairler, edebiyatçılar, gazeteciler, Cumhuriyetin aydınlık yüzü olan öğretmenleriyle geniş bir yelpaze vardı karşımızda. Derya deniz hafızaları vardı her birinin. Bu kıymetli şahsiyetlerin duygularına ve düşüncelerinin yanı sıra; kimi zaman hüzün çöken yüz ifadelerine kimi zamanda gözyaşlarına şahitlik ediyordum. Herbir söyleşiden mutlu ve huzurlu ayrıldım çünkü samimiyetle gülümseyen yüreklerini açmışlardı bana. Hatta söyleşiler Beyaz Şehir Palandöken ve Şehr-i Kadim Aziziye dergilerinde yayınlandıktan sonra dahi telefonla görüştüğümüz büyüklerimizin ‘’Daha anlatacaklarım var, bizim kız yine gel!‘’ dedikleri oluyordu. Bir şehre iz bırakan isimlerdi hepsi. Hepsi çok özeldi. 

Bu söyleşiler sayesinde kendisini tanıma fırsatı bulduğum 1947 yılında vefat eden Erzurum Tarihi’nin yazarı Abdürrahim Şerif Beygu’nun kızı Türkan Beygu Oğuzertem ile yaptığım söyleşi sonrası gelişen güzel bir olayı sizlerle paylaşmak isterim. Çünkü bu işin sonunda kazanan Erzurum olmuştur. Söyleşi dergide yayımlandıktan sonra kendisini adadaki evinde ziyaret ederek dergiyi götürmüştüm. O kadar mutlu olmuştu ki, bana teşekkür etmek istediğini ve babasına ait kütüphanenin İstanbul Erenköy’de yeğeninin evinde olduğunu, benim buradaki kitapları almamla mutlu olacağını söylemesi beni çok duygulandırmıştı. Böyle bir şeyi yapamayacağımı söylememe rağmen ısrarcı oldu. Kızı Sena da yanımızdaydı. Konudan arkadaşıma bahsettim ve yeğeniyle irtibata geçerek arkadaşım Alparslan Kotan ile eve gittik. Rahmetli Şerif Beygu’ya ait yüzlerce kitap, el yazmaları, haritalar, belgeler, vesikalar ile karşı karşıya kalmıştık. 70 yıldan fazla gün yüzü görmemişti hiçbiri. Bir çoğu börtü böceğin kemirmesine mahsur kalmıştı. Bunları böylece alıp eve götürme şansım yoktu. Evin hemen yakınında bir yerde boş bir dükkan ayarladık, ben diyeyim 3 ay siz deyin 6 ay kitap temizleme yaptık Alparslan ile. İnanılmaz bir arşivdi şahsıma verilen. Katını her açtığımız evrak çok değerliydi. Osmanlıca matbular vardı. Babam ve Alparslan bazıları okuyarak not alıyorlardı. Temizleme işi bitince hepsini eve taşıdık, işin ciddiyetinin farkına daha çok varıyorduk artık. Elimizdekiler bir döneme aitti ve çok kıymetliydi.

Benim ya da bir başkasının evinde kalamayacak kadar kıymetliydiler hem de. Bir kaşe yaptırdım, Abdürrahim Şerif Beygu arşivi aittir yazılı. Rahmetli babam, M.Ü.’den Doç.Dr. Selman Can hocamız ve Süleymaniye Yazma ve Nadir Eserler Daire Başkanı Hüseyin Kutan abimiz ve Alparslan ile Osmanlıca yazılarında çevirilerini yaparak ve bunları da not alarak, her kitabı ve her evrakı numaralandırarak, tasdik ettirerek dosyaladık ve her şeyi koliledik. Bu arşivin ait olduğu yer Erzurum olmalıydı. Kadim şehir Erzurum’da bir şehir arşivinin olmadığını ikimizde biliyorduk. Sevgili Alparslan sosyal medya aracılığıyla bir kamuoyu oluşturarak Erzurum’da bir şehir arşivi kurulması şartıyla elimizdeki arşivi Erzurum’a götürebileceğimizi belirtti. Uzunca bir süre konu gündem dışı kaldı ve daha sonraları arşivin bilgisi paylaşıldığından beri konuya hep hakim olan Erzurum Teknik Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Muammer Yaylalı ve Tarih bölüm başkanı Prof.Dr. Murat Küçükuğurlu hocamızın (şimdilerde kendisi rektör yardımcısıdır) üstün gayretleri sonucu ERZURUM ŞEHİR ARŞİVİ / ERŞA kuruldu ve Büyükşehir Belediyeden ERZURUM ŞEHİR ARŞİVİ’ne verileceği bir yer verileceği sözü alındı. Ben de 28 Ocak 2017 tarihinde arşivi ETÜ Kütüphane ve Dökümantasyon Daire Başkanlığı bünyesinde kurulan ERŞA’ya Erzurum’da teslim ettim. Büyük bir azizmdi ,büyük bir mutluluktu. Şahsıma yakışan da buydu. Bu davranışım benim  doğduğum topraklara vefa borcumdu. 17 Şubat 2021 tarihinde kıymetli Murat hocamızdan gelen telefon bir müjde niteliğindeydi. Erzurum Büyükşehir Beldiyesi’nin 9 Şubat 2021 tarihli kararıyla Erzurum Kalesi önündeki konaklardan biri ERŞA’ya tahsis edildiğini söylediğinde Murat hocam da bende ağlıyorduk. Aldığım bu haberle hissettiğim sevinç ve duyduğum gurur paha biçilemez. Kazanan Erzurum olmuştu. Tekrar hayırlı olsun.

5- Yayımlanmış olan ‘’Sıla Özlemi – Gurbetteki Erzurumlular ‘’isimli bir kitabınız var. Bu kitap hakkında bize neler söyleyebilirsiniz? 

Bu kitap uzun yıllar Beyazşehir Palandöken ve Şehr-i Kadim Aziziye dergilerinde yayımlanan söyleşilerin bir arada toplanmasıyla oluşmuş bir yayım. Söyleşileri yapmaya başladığım zaman böyle bir fikrim yoktu. Söyleşilerin hemen hemen hepsi gurbet kokuyordu. ‘’Gurbet nedir? Gurbet deyince neden insanın içine bir hüzün çöker? Edebiyatın en güzel yazıları, şiirleri,hikayeleri, romanları neden hep gurbet kokar? Ya şarkıların, türkülerin en duygulu olanları neden gurbeti terennüm eder?’’ sorularını sormaya başlamıştım söyleşiler birbirini takip ettikçe. Bu soruların cevapları üzerine sayfalarca yazı yazmak mümkün ama yazılanlar insanın duyduğu, yaşadığı hüznü ve acıyı ifade de eksik kalır. Çünkü konuştuğum insanların çoğunda memleket hasreti, geçmişe duyulan özlem ve arzu edilen eski günler var ve bu insanlar bu özlemle ve bu hatıralarla yaşıyorlardı. Bu anlamda bir eksikliği bu şekilde paylaşarak çoğaltmak hissettiklerine tercüman olmak ve daha çok insana ulaşmak için söyleşilerin kitaplaşması konusunda olumlu düşünmeye başlamıştım. 

Yapılan işin kolay olmadığı gibi bu süreçte kolay olmadı. Kadın olmanın yeterince zor olduğu bir coğrafya da yetişerek, yıllarca Erzurum ve Erzurumluya selim niyetle hizmet edebilmenin gururu ile adını tarihe yazdıran Kara Fatma’ların, Nene Hatun’ların torunlarından biri olarak bu sefer de yapacağım işi memleketime adayacaktım. İşin maddi boyutunu dergilere yazı verirken de hiç düşünmemiştim, kalemimin sahibi sadece kendimdim. Sponsor tekliflerine kapalıydım. Kitabımı  kendim bastıracak ve her fırsatta ve her konuda yüreğimize Erzurum sevgisini aşılayan babama ithaf edecektim. Zafer Yayıncılık ile görüştüm. Kıymetli büyüğüm Metin Barlak ağabeyim teklifimi kabul etti ve Mehmet Seçer gerçek anlamda gecesini gündüzüne katarak kitabın tüm aşamalarıyla ilgilendi. Muzaffer Taşyürek hocam ve Naci Elmalı amcam bu süreçte ellerinden geleni esirgemeden bana destek oldular. Her ikisine de tekrar teşekkür ediyorum. Ve kardeşlerim. Her zaman olduğu gibi hep yanımdaydılar. Ellerini omuzumda hissetmiş olmanın verdiği güven bambaşka bir mutluluk.

Ve beklenen gün gelmişti. 1 Mart 2021 tarihinde İstanbul’dan Erzurum’a giderek Zafer Matbaa’dan kitabımı teslim aldım. Büyük emek verdiğim kitabım artık elimdeydi. Karışık duygular içerisindeydim. Çok kısa sürede kitap yerel gazetelerde yer almaya başlamıştı. Övgü dolu sözler alıyordum ve bu beni ziyadesiyle mutlu ediyordu. Kitabım Erzurum’un en köklü kitapçılarından biri olan Vehip Atalay Kitapsarayının raflarında yerini almıştı. Okuyanlar sosyal medya hesaplarında paylaşarak öneriyorlar ve teşvik edici sözleriyle de beni gururlandırıyorlardı.

Gelen yoğun talep ve istek doğrultusunda 27 Mart 2021 tarihinde İstanbul’da vakfımızda bir imza günü düzenledik. 1.baskısı 1.000 adet olan kitabımın kısa sürede beklenenin üzerinde bir ilgi görmesi mutluluk vericiydi. Eylül ve Ekim aylarında İstanbul’daki vakıflardan gelen 2 ayrı teklif doğrultusunda birer tanıtım programı düşünmekteyim.

 Erzurum Sevdası Dergisi olarak bu söyleşiyle bana zaman ayırdığınız için sizlere teşekkür ederken; bu süreçte yanımda olan herkese sizlerin aracılığıyla da tekrar teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalın…                                  Röportaj : Eyyüp COŞKUN

Röportajlar