Erzurum’u, bir daktilo sayfası büyüklüğünde kağıda sığdırmak elbette zor ve hatta zorun da ötesinde “imkansız” bir durum.
Bölgesinin merkezi kenti olmasının yanında, kuruluşu binlerce yıl ötesine dayandığı son bulgularla daha iyi anlaşılan; tarihi, tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan kalıntıları, doğal güzellikleri, endemik bitki, böcek ve kelebekleriyle bir “büyük derya” olan, bence “kültür başkenti” olabilecek tüm özellikleri üzerinde taşıyan Erzurum ile ilgili öncelerden kaleme aldığımız, bazen seslendirdiğimiz, bazen de şiir tutkunu dostların farklı zamanlarda ve değişik mekanlarda dillendirdiği bir yazımı; kolaycılığa kaçma niyetiyle olmadığımı özellikle vurgulayarak, aynı zamanda dergi yönetimi tarafından belirlenen konu başlığına uyum sağladığı için, burada bir kez daha tekrar etmeyi, okurların hoşgörüsüne sığınarak uygun buldum.
İşte o yazı; ya da…
ERZURUM NEDİR
Erzurum, Anadolu’nun özü, Emrah’ın sözü, Reyhani’nin acılı yüzü, Sümmani’nin ağlayan gözüdür.
Sevginin yudum yudum içildiği, ana’nın, vatanın, bayrağın, ezanın karşılıksız sevildiği;
Doğu’nun sınır taşı, yiğitlerin otağı, cumhuriyetin adıdır Erzurum.
Tarihin ağladığı, vatanın yandığı en acılı devirde, ilk sesi haykıran şehirdir Erzurum.
Gönüllerin en kuytu yerinde, darda kalanın, sıkıntıda olanın, bi’çarenin, mazlumun, ah edenin, hak’kın ve haklının yanındadır Erzurum.
Çilede vardır Erzurum.
“Yetişin” denilen en çaresiz anında, vatanının emrindedir Erzurum.
Sır’dır Erzurum, sırdaştır, gardaştır, yar’dır, bar’dır ve illaki Dadaştır Erzurum.
Kırmızı gül’dür Erzurum.
Çarşı, pazardır, har’dır, kar’dır, hazandır ve dertlere derman yazandır Erzurum.
Ezan’dır Erzurum.
Minarelerinden peygamberine sabahtan yatsıya selam gönderen can şehir, canan şehir, aşk ile yanan Mevla’ya emanet şehirdir o.
O Erzurum’dur.
O, Huma Kuşu…
O, çift başlı kartal…
O, Mülk-i İslam’ın kilidi…
O, ülkenin can simidi…
O, ögünde öldüğüm, taşına toprağına gurban olduğum özüm, gözüm, canım memleketimdir benim.
Canım memleketimdir benim.