DADAŞ KELİMESİNİN ANLAMI

DADAŞ KELİMESİNİN ANLAMI

1. DADAŞ KELİMESİNİN ANLAMI

1.1. Dadaş Kimdir Ve Nedir?

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre dadaş kelimesinin anlamı Erkek kardeş, Delikanlı ve yiğit kimse, Yakın olan dostlar arasında kullanılan bir seslenme hitap sözüdür. “Dadaş” kelime ve sıfatı genellikle Türk toplumunda saygı ve sevgiyi ifade eder. Ayrıca erkekler için seslenme Hitap sözü olarak ta kullanılmaktadır.

Türklerde toplum liderlerine (başçılarına) verilen isim olan Kağan- Han – Hakan kelimesinden gelen bir sıfat belirten sözcüktür. Yörelerimize göre ede, dada, dadaş, baba, bava, gaga, gağa, olarak ta söylenir. Söylem olarak örneğin dadaşım yani “Reisim, Babam” şeklinde saygı ve sevgiyi ifade ederek söylenir.

Günümüzde “Dadaş” cümle ve sıfatı özellikle Erzurumlu Kıpçak ve Oğuz Türklerince kullanılmaktadır. Dadaş kelimesi; Oğuz (Terekeme – Karapapak), ve Kıpçak (Ahıska – Yerli) Türkleri günlük yaşamlarında sık sık kullanılan kelimeler arasında yer alıyor. Dadaş kelimesinin en çok kullanıldığı coğrafya ise, Türkiye’de Ardahan, Kars, Erzurum ve Iğdır bölgelerinde kullanılmaktadır. Nadir de olsa çeşitli köylerde ve yörelerde yaygın olarak kullanılmaktadır.

Güney Kafkasya Türk toplumlarının yaşadığı ülkelerde ve Türk cumhuriyetlerinde ise özellikle Türkmenistan’da, Azerbaycan Kazak – Ağstafa bölgelerinde kullanılmaktadır. Özellikle Azeri ve Acemlere verilen bir lakaptır. Örneğin İran’a verilen bir notada [c (1930) : Bana bak dadaş, şu notayı al da Acemaşiran dururken Kürdiden başlayıp ahengi bozma.]1

Eski Revan Türk beyliği ve bölgesi (Göyçe, Dereçiçek vb.). Gürcistan Türk bölgelerinde (Borçalı, Ahıska, Miksata) vb. bölgelerinde gündelik yaşamlarında kullanılmaktadır. Bölgede bazen orijinalini kullanarak Dadaş, bazen de bu kelimenin günümüzde kullanımı olan ve kardeş manasına gelen aynı zamanda hitap sözü olan, “Ga-ga- Gagaş” cümlelerini günümüzde bile halen kullanmaktadırlar. Dadaş kelimesi bu manada birçok anlam barındıran bir kelimedir.

Ayrıca Kelime üzerinde birçok açıklamalarda bulunulan “dadaş” kelimesi Türk günlük yaşam ve yöre kültürünün sembolik bir seslenme biçimidir. Diğer tüm yaklaşımlar ve söylemler tarafımızca yanlış bir tez ve öngörüden öteye gitmemektedir. Bu minvalde Türk dilinin bir öğe ve unsuru olan Dadaş sözcüğünün kullanıldığı Türk toplumlarından oğuz ve Kıpçak Türklerinden örnek vererek inceleyelim.

1.1.1. Oğuz (Terekeme – Karapapak), Türklerinde Dadaş.

Oğuz Türkleri karapapak lehçesinde, “Dadaş” kelimesi Büyük abi, Büyük erkek kardeş, küçük kardeşlerini koruyup kollayan, küçüklerin de büyük kardeşlerine hürmet ve saygısını ifade etmek ve belirtmek için kurduğu bir cümle daha doğrusu bir sıfattır. Bu manada “Dadaş”, delikanlı, mert, yiğit, cesur ve koruyucu melek anlamına gelir. Söylem olarak örneğin dadaşım yani ağabeyim şeklinde ifade ederek söylenir.

Dadaşlık özellikle Erzurumlu Oğuz Türkleri olan Karapapak/ Terekemelerin sahiplendiği ve kullandığı bir sıfat olup; büyüğüne saygıda kusur etmeyen, laf dinleyen, hak yolunda serden geçen, ağırbaşlı, uysal, gardaş, şefkatli ve duygu yüklü genç olarak addeder.

Oğuz (Terekeme – Karapapak), Türklerinde Dadaş, evin çocukları içinde en büyük olan erkek kardeşe (abi) verilen isimdir. Şöyle ki, kendinden tüm küçük kardeşlerini kucaklayan ona merhamet ve sevgi gösteren onların akranları arasında veya herhangi bir ortamda haksızlığa ve olumsuz tüm durumlara karşı babadan sonra tüm aileyi kucaklayıcı, koruyucu ve lider rolü olan insana verilen bir lakaptır.

Ayrıca sahada yapılan araştırmalar sonucunda ve oğuz (Terekeme – Karapapak), Türkleri lehçesinde, Dadaş cümlesiDa-da” kelimesinden türemiş olup, hitap kelimesi anlamına gelmektedir. Örneğin: “Da – da haraya gedersen?”, Da – da hancarısan? Vb. Örneklerinde de görüldüğü gibi Türkiye Türkçesiyle “Kardeş nereye gidiyorsun” ve “Kardeş nasılsın” Manalarını içermektedir.

Görüldüğü gibi özellikle Doğu Anadolu ve Kafkasya’da gerçek manaları ve kullanış şekilleri ağız yapıları bu manada tarafımızca bizzat sahada tespit edilip, kayıt altına alınmıştır.

1.1.2. Kıpçak (Ahıska – Yerli) Türklerinde Dadaş.

Türk kültür, gelenek görenek ve ananelerinde ailenin yeri ve önemi çok büyük olup, en değerli varlıktır. Aile, toplumun en küçük birimi olarak kabul edilir. Aile denince genellikle bir evde oturan anne ve baba ile varsa onların evlenmemiş çocukları anlaşılır. Bu tip aileye “çekirdek aile” denir. Çekirdek ailende en büyük babadır ve baba o ailenin reisidir. Bununla ilintili olarak, “Dadaş” kelimesi Kıpçak (Yerli – Ahıska) Türkleri lehçesinde Aile reisine verilen saygı ve hürmeti ifade eden addır.

Kıpçak (Yerli – Ahıska) Türkleri de bu sıfat, “dadali”, baba, can demektir. Dadaş, cesur, yürekli, koruyup kollayıcı, tatlı dilli, uysal, özgüveni olan, edepli, bakışı sert, sakin ve Ailenin en tepedeki reisidir. Ailenin tüm kutsaliyeti ve sorumluluğu onun omuzlarındadır. Evin tek hakim er kişisi odur.

Kıpçak (Ahıska – Yerli) Türklerinde “Dadaş” kelimesi, “Dadali ve Da-da” sözcüğünden türemiştir. Aile içinde ve dışında herkesin saygınlığını kazanmış, her konuda kendine güven duyulan, sofrası herkese açık, iyi bir aile reisi olarak tarif edilir. Günümüzde hem oğuz hem de Kıpçak Türkleri günlük yaşamlarında sıkça kullandığı saha araştırmasıyla yerinde tespit edilmiştir.

Bu durumu da dikkate alarak, Kıpçak (Ahıska – Yerli) Türklerinde Dadaş kelimesi, örf, âdet, gelenek ve göreneklerine bağlı, aynı zamanda bencilliğe, çıkarcılığa karşı olan, zamana ve ortama göre ilkelerinden, kişiliğinden taviz vermeyen karakter sahibi olan aile reisine verilen isimdir.

Ayrıca sahada yapılan araştırmalar sonucunda ve Kıpçak (Ahıska – Yerli) Türkleri lehçesinde, Dadaş cümlesiDa-dali” kelimesinden türemiş olup, hitap kelimesi anlamına gelmektedir. Örneğin: “Da- dali” nere gidiyersin?”, Da- dali naydiyersin? Örneklerinde de görüldüğü gibi Türkiye Türkçesiyle “Reis nereye gidiyorsun?” ve “Reis nasılsın?” örneğinde de görüldüğü gibi, Aile büyüğü ve hitap manalarını içermektedir.

1.2. Dadaş Hakkında Tezler.

1 – Dadaş kelimesi halk arasında Mert, Yiğit, cesur, vatansever ve milliyetçi muhafazakâr olarak bilinir. Oysa gramer olarak dadaş kelimesinin aslı “dağdaş’tır”. Yani aynı dağı veya aynı yeri yurt edinen orada kader birliği yapmış insanlar demektir. Zamanla yumuşak (ğ) harfi düşmüş ve kelime bugünkü hali olan “dadaş” şeklini almıştır.

2 – Dadaş demek can demektir. Da, ana, dadaş aynı anneden gelen… Dadaş, çok dürüst öleceğini bilse de yalan söylemeyen, bazen bunun acısını da çeken, çileli hayat çekmiş, zorluklarla mücadele etmiş, eşi benzeri olmayan hafif agresif insanlar. Manasındadır. Dadaş mert yiğit atılgan Erzurum insanlarına denir. 

3 – Erzurum yöresinde erkek kardeş, yiğit, delikanlı, babayiğit, mert, cesur, arkadaş, dost anlamlarında kullanılır. Ayrıca ağabey, bar oynayan delikanlı, Erzurumlu arkadaş, hemşeri, geniş anlamı ile Erzurum bölgesinin efesi şeklinde de ifade edilir. Erzurum merkezinde, civar ilçe ve köylerinde yaşayan insanların kendi aralarında veya onlara başkalarınca yapılan hitap şeklidir.

4 –   Dadaş bar tutan, at binen, cirit atan. Kabadayı, tığ gibi bir delikanlıdır.”
Erzurum, dadaş ve bar bir biriyle yoğrulmuş tek sözcük gibidir.
“Dadaşlık, öyle rastgele kazanılmış bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen; “efendilik” gibi fıtrî (dogmatik) bir ruh asaletidir.

Bu düşünceden baktığımızda tarihî bir misyona sahip olan dadaş, “Zaman zaman serhat boylarının bekçisi, âcizin, yoksulun, kimsesizin hamisi, eli ve sofrası açık mert bir köylü, bir esnaf, camilerimizin imanlı, toksözlü, nur yüzlü vaizi, siyasî hayatın medeni cesaretini nefsinde toplamış cesur bir hatip, yiğit bir kumandan, vazifesini namus bilen bir memur, bir öğretmen, kendisini ailesine ve çocuklarına vakfetmiş Erzurumlu bir ana veya babadır.”

5 – Dadaş kelimesi da-da bebek sözünden türemiştir. Dadaş “Erzurumlu milis veya folklor teşkilatı üyesi” demektir.  Dadaş, Erzurum bölgesinin efesi şeklinde de ifade edilir.

6 – Erzurum’un yerli halkına dadaş denir. Dadaşlar; safkan TÜRK olup, Erzurum topraklarının onlara yüklediği belli insani kuralları ve kendilerine özgü güzel özellikleri vardır. Erzurumlu olmak dadaşlıkla özdeşleşmektir. Biz Erzurumlular dadaşlığı bir ırkın değil bir kimliğin sembolü olarak görürüz.

1.2.1. Sonuç:

Bu konuda diğer ortaya atılan tezleri değerlendirerek bir Erzurumlu gözünden veya sahadan rivayet (Söylenti) bazında bilgileri verecek olursak, herhangi bir belde ve ilçede kime sorsak

Gardaş “Dadaş” Nedir? Kime Denir? Biliyormusunuz? Diye sorduğumuzda

Ağabeg!!! Erzurum’un yerli halkına dadaş denir. Dadaşlar; safkan “Türk” olup, Erzurum topraklarının onlara yüklediği belli insani kuralları ve kendilerine özgü güzel özellikleri olan insana derler; diyerek kendilerine bir misyon ve vizyon yüklemektedirler.

Sahadan edindiğim bilgi ve izlenimlere göre, “Dadaşlık” sözcüğü veya daha doğrusu sıfatı diyelim, Erzurum yöresiyle çok özleşmiş ve bütünleşmiştir. Genel olarak halk arasında yerleşik veya menşe-i olarak bu yörenin insanını temsil eder olmuştur. Özellikle bu yöreye ait olan kültür, gelenek, görenek, ananeyi ve folklorunu ifade ediyor olmuş ve yerel ahali bu durumu bir ocak kültürü bir, şehir geleneği olarak benimsemişlerdir.

Yine Erzurum yöresinde yöreye ait bir oyun olan Erzurum barlarını oynayan oyunculardan her birini, aile reisini, erkek kardeşi, Gözü pek cesur, milliyetçi, korkusuz, Yiğit, delikanlı, babayiğit, inançlı ve dürüst, namuslu, mert ve cesur kimseyi ifade ediyor düşüncesi tüm bireylerle adeta bütünleşmiş.

Yine sahadan edindiğim bilgi ve izlenimlere göre, bu şehirde yaşayan kişilere “Dadaş” demek iltifat sayılıyor. Bu onlar için kullanılan yöresel bir sıfattır aslında. Genel olarak bu şehrin insanları (Erzurumlular) dadaşlığı bir ırkın değil bir kimliğin sembolü olarak görüyorlar.

Şehrin geneline yakını muhafazakârdır ve tüm dinlere saygılıdır. Vatanını sever, dinine bağlıdır. Kendilerini “Dadaş” olarak adleden bu güzel insanlar, misafirperverlikleri ve tatlı dilleri ile bütün erdemlikleri, yiğitlikleri kendinde toplamışlardır. Kendilerini Cesur olarak görür fakat saldırgan olarak değerlendirmezler.

Sonuç olarak; Bir tanım yapacak olursak, tarafımızca araştırma ve sahadan bilgilerimiz neticesinde yukarıda da belirtildiği gibi “Dadaş” kelimesi genellikle Türk toplumunda saygı ve sevgiyi ifade eden, erkekler için seslenme Hitap sözü olarak kullanılmaktadır. Diğer tüm tanımlar ilmi ve akademik bir değer taşımamakla birlikte rivayetten ve temenniden öteye gitmemektedir.

2. TARİHTE DADAŞLAR.

2.1. Oğuz (Terekeme- Karapapak) Türkleri Dadaşların Erzurum’a Yerleşmesi Ve Yurt Edinmesi.

Dadaşların tarihine kısacık bir göz atacak olursak, özellikle Sünni Oğuz (Terekeme / Karapapak) Türkleri olan dadaşların, Şah İsmail öncülüğündeki Kızılbaş Safevilerin zulmünden kurtarmak amacıyla İran / Tebriz’den Kanuni sultan Süleyman dönemimde (1534-1540 yıllarında) Erzurum ve Bayburt bölgesine getirilip yerleştirilen ahalinin bakiyeleri ve ta kendileridir. Dadaşlar. Dil, Lehçe, Kültür, Gelenek, Görenek ve Ananeler bakımından Kars Oğuz (Terekeme / Karapapak) Türkleri ile aynı özellikleri taşımaktadırlar.

Şöyle ki, Otuz beş yıl Akkoyunlu yönetiminde bulunan şehir 1480-1490 yıllarında Safevi propagandalarından bir hayli etkilendi. Safevi Hükümdarı Şah İsmail Akkoyunlu Beyliği’ni ortadan kaldırarak Erzurum’a hâkim oldu (1502). Şehri tahrip ettiği gibi halkı Şiiliğe zorladığından Sünnî halk başka yerlere göç etti ve bu yüzden şehir ıssızlaştı. Safeviler üzerine yürüyen Yavuz Sultan Selim Çaldıran’a gidip gelirken Erzurum’un çok yakınında konakladığı halde rivayete göre âdeta baykuş yuvası haline gelmiş olan kaleyi görmemek için şehre girmedi.

Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmı Osmanlı yönetimine girdiği ve civarı ele geçirildiği halde Erzurum’un tam anlamıyla zaptı bölgedeki İran nüfuzunun tamamen kırılmasına kadar gecikti. Bu sırada Erzurum’un kimin elinde bulunduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yavuz Sultan Selim’in gönderdiği fetih nâmeden şehrin Sevindik Han adında birinin hâkimiyetinde olduğu anlaşılmaktadır.

Padişahın istediği zahireyi göndermemesinden bu zatın daha sonra İran’a meylettiği tahmin edilmektedir. Erzurum’un ancak Mısır seferinden sonra 1518-1519 tarihleri arasında Osmanlı yönetimine dahil edildiği sanılmaktadır. Nitekim bölgenin 1520-1530 yıllarında yapılan tahrirlerinin genel sonuçlarını içine alan Karaman Rum Vilâyeti Tahrir Defteri’nde Erzurum Osmanlı sınırları içinde gösterilmektedir (BA, TD, nr. 387, s. 867). Aynı tahrirden anlaşıldığına göre şehir harap ve boş olduğundan padişah hasları içine alınmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde yeniden imar edilen ve iskâna açılan Erzurum, İran üzerine yapılan seferler sırasında önemli bir askerî üs haline getirildi. Kanuni Irakeyn Seferi’ne çıkarken 5 Eylül 1534’te buraya geldi; 1554’te de Nahcıvan seferi dönüşünde yirmi dört gün kadar burada kaldı. Askerî önemi Erzurum’un gelişmesine yardımcı oldu; şehir Anadolu ve Karadeniz’den doğuya giden büyük askerî ve ticarî yolun üzerinde başlıca merkez olma karakterine yeniden kavuştu.

Daha sonraki İran savaşları sırasında da Osmanlı ordularının toplandığı, erzak ve mühimmatın depolandığı başlıca ikmal ve hareket üssü olma özelliğini korudu. Şark seferi serdarı Lala Mustafa Paşa Erzurum’da iki kış geçirdi. Ondan sonra serdar olan Sinan, Ferhad ve Özdemiroğlu Osman paşalar da karargâhlarını burada kurdular. İran ile 1590’da yapılan antlaşma sonunda bölge geçici bir süre için emniyete kavuştu.

Nitekim Erzurum’un Osmanlı idaresine geçmesinden az sonra yapılan tahririne göre burası on iki mahalleden ibaret olup harap ve boş durumdaydı. Defterde mahalleleri Tebriz Kapısı, Erzincan Kapısı, Gez Kapısı, Melik Saltuk, Ahî Pîr Mehmed, Haydarîhâne, Edhem Şeyh, Babakulu, Kılıçoğlu, Hasan Basri, Ziyadoğlu ve Hasan Şeyh adlarıyla kaydedilmiştir (BA, TD, nr. 387, s. 868).

Bunlardan dokuzunun zaviyelerin adıyla anılması, ileride yapılacak iskânın ne şekilde sağlandığının ve yönlendirildiğinin bir göstergesidir. Takip edilen bu iskân politikası sayesinde Erzurum yirmi beş yıl içinde giderek yeniden toparlanmaya başlamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman Irakeyn Seferi sırasında uğradığı Erzurum’un kalesini tamir ettirdiği gibi iskânı teşvik için bazı tedbirler de aldı. Şehrin harap ve terkedilmiş mülklerinin tapu karşılığında ellerinde bol para ve adamları bulunan aşiret beylerine satılmasını emretti. Erzurum’un ilk beylerbeyi Mehmed Han devlete 8000 akçe ödeyerek pek çok gayrimenkulü satın aldı ve işler hale getirdi.

Ondan sonra gelen Ferhad Paşa ve diğer yöneticiler de para ile çeşitli gayrimenkulleri satın alarak imara yardımcı oldular (BA, TD, nr. 205, s. 18-19). Aynı şekilde kale muhafızlarıyla gönüllü erlerin de şehirde arsa satın almalarına ve kale içinde ev inşa etmelerine ilk defa burada izin verildi (Aydın, EFAD, I/1, s. 110). Bu arada İskân için bazı tarikat şeyhlerine de kolaylıklar sağlandı.

1534’teki Irakeyn Seferi sırasında Birçok Tebrizli Sünni Oğuz (Terekeme / Karapapak) Türklerini2 getirip, Erzurum beylerbeyliği kurularak başına İran’dan iltica eden Dulkadirli Mehmed Han getirildi. Erzurum hâlâ harap olduğu için yeni beylerbeyliğin merkez sancağı Bayburt idi ve beylerbeyi orada oturuyordu.

Erzurum da beylerbeyliğe bağlı bir sancak haline getirilerek Dünbüllü aşireti beylerinden Hacı Bey sancak beyi tayin edildi. Hacı Bey’in 1537-1538’de diğer bir sancağa nakledilmesinden sonra buraya başka bir sancak beyi gönderilmedi, bir süre alay beylik halinde idare edildi. İran savaşlarının artması üzerine 1548’den itibaren beylerbeylerin Erzurum’da oturmaları emredildi. Erzurum sancağı da merkez sancak haline getirildi.

1540’ta halkın isteğiyle yürürlüğe konan Osmanlı kanunu bir kısım uygunsuz vergileri kaldırdı, bu durum Erzurum’un imar ve iskânını kolaylaştırdı ve halkın gelip şehre yerleşmesini hızlandırdı. Osmanlı fethinden beri ancak ova köylerinde görülen Ermeniler de tekrar şehre yerleşmeye başladılar (a.g.e., s. 114).

Yerleşmenin henüz yeni başladığı devreye ait 1540 tarihli Tahrir Defteri iskânın alt yapısının hazırlanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim bu tahrire göre Erzurum’da yirmi yedi mahalle bulunuyordu. Bunlardan kale içindekiler Kân Kapısı, Mirza Mehmed Mescidi, Kırk çeşme, Sergerdan Tepesi, Erzincan Kapısı, Ahî Ayvad, Tabbağan, Yakutiye, Karakilise, Tebriz Kapısı, Haydarîhâne, Câmi-i Kebir, Mekeçoğlu, Hasan Şeyh Zaviyesi idi.

Kale dışındakiler de Melik Saltuk Zaviyesi, Edhem Şeyh, Şeyh Sûle (Bula), Alaca kilise, Mansûre, Sülük, Babakulu Zaviyesi, Kalemoğlu Zaviyesi, Hasan Basri Zaviyesi, Kılıç Derviş Zaviyesi, Abbas Derviş Zaviyesi, Mehdî Zaviyesi, Akşeyh Zaviyesi mahalleleriydi. Bu mahallelerden sadece altısı (Erzincan Kapısı, Tebriz Kapısı, Haydarîhâne, Hasan Basri Zaviyesi, Babakulu Zaviyesi, Kılıç Derviş Zaviyesi mahalleleri) bir önceki tahrirde mevcuttu.

Gez Kapısı, Ziyadoğlu ve Ahî Pîr mahalleleri ise ortadan kalkmıştı. Dolayısıyla her iki tahrir arasında geçen yaklaşık on beş yirmi yıllık bir süre içinde yirmi yeni mahalle ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte bu mahalleleri dolduracak kadar nüfus hâlâ mevcut değildi. Sadece beş mahalleye dağılmış bulunan “hane” kayıtlı vergi mükelleflerinin on üçü sipahizâde, beşi zînetkeş (kuyumcu) ve üçü seyyid olmak üzere yirmi bir kadardı.

Bunun dışında beş zaviye şeyhi ile beş kale muhafızının ve üç çiftlik işçisinin de isimleri kaydedilmişti. Ayrıca adları belirtilmeyen kırk üç görevli (imam, hatip, mütevelli vb.) daha bulunuyordu. Böylece 1540 tarihinde Erzurum’da kayıtlı nüfusun yetmiş yedi aile, yani 385 kişi olduğu ortaya çıkmaktadır. Kalede bulunan 1600 civarındaki asker ve aileleriyle birlikte bu sayı 2000’e ulaşmaktadır. Bu nüfusun 1540-1555 yıllarında 2000-3000 civarında olduğu tahmin edilmektedir (a.g.e., s. 114).

2.2. Kıpçak (Ahıska-Yerli) Türkleri Dadaşların Erzurum’a Yerleşmesi Ve Yurt Edinmesi.

Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmen aşiretlerinin döneminden beri bilhassa otuz beş yıl Akkoyunlu yönetiminde bulunan Erzurum şehrinin yerel halklarından biriside Kıpçak (Ahıska- Yerli) Türkleridir. Bölgenin Roma imparatorluğu dönemimde ve sonrasında asli unsuru olan Kıpçak (Ahıska- Yerli) Türkleri bu toprakların en kadim halklarından biridir.

Özellikle Kars ve Erzurum bölgesindeki Kıpçak yerleşim yerlerindeki ahaliye “Yerli” denmesi bu sebeptendir. Yerlilerin bu bölgede ıı. Yüzyıldan beri oldukları birçok kaynakta geçmekte ve kendilerine sarışın kuzey Türkleri veya yerliler denilmektedir.

Kırım Savaşı’nda mağlup olan Rusya, Kafkas halklarının kendisine gerekli desteği vermediği gerekçesiyle bölge yerli halkı olan özellikle Kıpçak (Ahıska- Yerli) Türklerine yönelik baskı, şiddet ve asimilasyon politikaları yürütmeye başladı. Rusya’nın uyguladığı bu politikalar sonucunda bölge halkı tarihi, dini ve ekonomik bağları olan Osmanlı Devleti topraklarına göç etmek zorunda kaldı.

Osmanlı Devleti topraklarına 1850’li yılların ilk yarısında bazı Kafkas ailelerin gönüllü olarak gelmesiyle başlayan göç hareketi, 1859 yılından itibaren yoğunluk kazanmaya başladı. 1862-1865 yılları arasında doruk noktasına ulaşan göçler, sonrasında azalma göstermeye başladı.

Fakat 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra göç hareketinde tekrar artış görüldü. Çeşitli dönemlerde artış ve azalışlar gösteren bu göç hareketi, 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar devam etti. 1820’lerin sonundan itibaren iskâna açılan Erzurum yöresine Kafkasya’dan gelen binlerce göçmen yerleşti.

Kıpçak (Ahıska- Yerli) Türkleri, Erzurum iline kütlesel olarak 1925-1932 yıllarında Gürcistan (Borçalı, Ahıska) ve Kars bölgelerinden göç ederek yerleşmişlerdir. Genellikle güney Kafkasya’dan, kısmen de kuzey Kafkasya’dan Anadolu’ya özellikle Kars ve Erzurum bölgesine göç eden Kıpçak (Ahıska- Yerli) Türkleri Kafkaslardan gelen Türk göçmen gruplarından biridir.

Anadilleri Türkçe olup bir kısmı oğuz, bir kısmı Kıpçak lehçesiyle konuşur. Kafkasya göçmenleri sadece belli bir yerde değildir. Erzurum, Kars, Iğdır, Ardahan, Ağrı, Muş, Sivas, Yozgat, İstanbul, Bursa, Yalova, Kocaeli, Balıkesir ve İzmir illerimizdir.

Diğer illerimizden farklı olarak Erzurum ilinde meskun olan Kıpçak (Ahıska- Yerli) Türkleri zamanla şehir kültürü ve yöre ağzının daha doğrusu şivenin şehirle özdeşleşerek “Dadaş” dil ve yaşam kültürünün oluşmasına katkı sunarak sebep olmuştur.

Bu minvalde Erzurum şehri bu kültürün eseri olarak diğer Türk toplulukları (Oğuz ”Terekeme – Karapapak) vb. Türk toplumlarıyla iç içe ve birlikte yaşamanın oluşturduğu mozaiğin, kültür ve folklorum yani yaşam biçiminin ortak adı Dadaş (Dadaş / Kardeş) olmuştur.

Hazırlayan

Erdal AYKAR

Kaynakça:

1- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. (BA, TD, nr. 387, s. 867)

2- Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, s. 20; İA, IV, 348

3- Alpaslan ALİAĞAOĞLU. Balıkesir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü, (Makale DergiPark. S.14-16-23).

4- ALIAĞAOĞLU, A.(2007). “lakap ve Logolarda Türkiye Şehirleri: Anlamların Coğrafyası”, Doğu Coğrafya Dergisi, S. 17, s. 263-290.

5- BINGÖL, İ. (1999). Türkülerde Yaşayan Şehir, Erzurum, Erzurum Kitaplığı, İstanbul.

6 – Sevük, İ.H. (1987) Yurttan Yazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.1.baskı. S.531 Ankara.

7 – Hancı, H. (2009) Seyyahların Gözüyle Erzurum Er-vak yayınları, 1. baskı, s:253

Diğer Kaynaklar:

1 – https://www.sabah.com.tr/sozluk/cografya/erzurum-tarihi-erzurum-hakkinda Erişim tarihi 09.05.2021.

1 Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta çok yaygındır. 

2 16 ve 17. Yüzyıl Osmanlı İran savaşlarında Şirvan sipahilerinin akraba ve askerleri olan Lezgi ve karabörklüler, Sünni Osmanlıların yanında savaşmıştı. Adı geçen karabörklülerin sonradan karapapak adıyla anıldığı şüphesizdir. Evliya çelebi, gezip gördüğü Türk yurtlarında Terekemelere de rastlamıştır. Mesela: Tebriz şehri halkını anlatırken “Terekeme Türkmanı”nı da ekler ve onların kendilerine mahsus lehçelerini örnekleriyle yazar. Keza Ağrı  dağını, Erzurum ve Bayburt yörelerini Terekeme Türkmenlerinin yaylağı olarak zikreder.

Erzurum Araştırmaları