Erzurum Tortum ilçesinin Alapınar Köyünden İzmir’e uzanan bir hayat öykünüz var. Bu öyküyü bize kısaca özetleyerek Harun CiCi’yi anlatır mısınız?
Harun Cici, Anadolu gerçeği olarak nefes alan bir insan. 1962 yılında Alapınar köyünde doğdum. İlkokulumu köyümde bitirdim. Ortaokula geçeceğim zaman aile karar aldı. Burada geçim zor. Geçimin kolay olduğu bir yere göçelim dediler. Belirlenen şehir İzmir oldu. Batıya göç eden bir doğulu aile ne yapar? Ya fırıncı olacaksın ya inşaat işçisi. Tabi bizim aile İnşaat işlerine başladı. Öyle göç eden bir ailenin çocuğu olarak boş gezemezsiniz. Sizin de aileye bir katkınız olmalı. Benim nasibime ise kuaför çıraklığı düştü. Dedim ya ilkokulu köyümde bitirdim diye buraya geldiğimiz zamanda Karataş’ta Hacı Şakir Ortaokulunda okudum. Bir taraftan çırak diğer taraftan talebe oldum. Derken 16 yaşıma geldiğimde kendi salonumu açtım. Dedim ya ben bir Anadolu gerçeğiyim. Geçinmek için çalışmak zorunda kalan insanların coğrafyasındayım. Geçinmek için göç eden bir ailenin çocuğu olarak çalışmak zorundaydım. Öyle okuyan tahsilli olan bir ailenin çocuğu kuaför salonlarında çıraklık yapmaz ama benim ailem gibi ailelerin çocukları çalışmak zorundadırlar. Bu zorunluluk benim yeteneğimi gün yüzüne çıkarttı. Bu işten aş yedim, eş buldum, evlat yetiştiriyorum. Bu hayat mücadelesi içerisinde okumayı kendimi yetiştirmeyi bırakmadım ve kendimi yetiştirdikçe hem işime farkındalık kazandırdım hem de ülkeme ve insanlarıma karşı duyduğum sosyal sorumluluğumun farkına vardım. Şimdi alaylı olarak yetiştiğim mesleğimde mekteplilerin yetişmesi için çaba sarf ediyorum.
Harun Bey Anadolu binlerce yıllık tarihi içerisinde onlarca medeniyet ve yüzlerce kültüre ev sahipliği yapan bir coğrafya bu coğrafya da kadın önemli roller oynamış. Anadolu ve kadın konusunda neler söylersiniz?
Anadolu bereketli topraklar, bereketli topraklara hükmetmenin yolu toprağı ve aileyi korumaktan geçer. Bereketli topraklarda sadece fidanlar tohumlar yeşermez, kültürlerde yetişir. Kültürün geliştiği her toplumda kadın önemlidir. Anadolu’da Mitolojide Afrodit, Hera ve Athena arasında geçtiği söylenen Dünyanın İlk Güzellik Yarışması kaz dağlarında olmuş. Mitoloji kahramanı tanrıçalar bile güzelliklerini bizim ülkemizde tescil ettirmişler. Sadece güzelliğin değil gücünde simgesi olarak kadınlar Anadolu’da ortaya çıkmışlar. Amazonlular bu toprakların kadınlarıdır. Kırk memeli bereket tanrıçası Yunan’lıların Artemis’i Anadolu’nun Kibele’si başta olmak üzere bu coğrafyada bir sürü kadın tanrıça var. Yani bu coğrafyada kadın önemli. Anadolu’nun Türk yurdu olmasında yine kadınlarımız başrolde. Yurt olarak kalmasında da kadınlarımızın önemli rolleri var. Bir Kara Fatma, Nene Hatun bunların yakın tarihimizdeki rollerini çok iyi bilmemiz lazım Ancak kadının mutlu olması huzurlu olması yaşadığı toplumun kalitesine bağlı, yaşam düzeyine bağlı. Cumhuriyet ve onun kurucusu Atatürk Türk kadınına önem vermiş yerlerde sürülmeye değil omuzlarda yükselmeye layık görmüş. Edebiyat bir toplumun yansımasıdır. Kadına verilen değeri ona gösterilen sevgiyi, ona duyulan hasreti en güzel şekilde bizim edebiyatımız anlatmıştır. Saç sevgiliyi temsil etmiş, kavuşmayı hasreti ifadee etmiştir. Bugün kadının adı yok diyemeyiz. Kadınlarımızdan yana bir sıkıntı yok. Okuyan, çalışan, ana olan kadınlarımız toplumun en önemli noktalarına kadar gelmiş durumda. Anadolu’da kadının adı yok diyemeyiz. Şiddet mağduru oldukları doğru. Ancak bu kadınlardan değil kadının öneminin farkına varmayan erkeklerden kaynaklanmaktadır. Türk kültürünün, töresini, yaşadığı inancın gereğini bilmeyen erkeklerimiz ve yine tabi ki kadınlarımız var. Önemli olan bizim kendimizi kültürel olarak geliştirerek toplumsal kalitemizi artırmakta geçiyor.
Erzurum markalaşma konusunda sıkıntılı olan bir şehir. Siz ise kendi alanınızda markalaşmayı başardınız. Markalaşmanız ve markanız hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Marka değeriniz nedir mesela Harun Cici’ye saçını yaptırmak isteyen bir hanım ne kadar marka değeri ödemek zorundadır? Daha doğrusu hizmetleriniz de marka değerimi yoksa hizmet değeri mi alıyorsunuz?
Markalaşma konusunda hakikaten ülke olarak sıkıntılarımız var. Avrupa başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde markalaşmaya çok büyük önem veriyorlar. Ülkemizin de batı bölgesi doğu bölgelerine göre bu konuda daha ilerideler. Markalaşmanın altında kurumsal bilinç yatmaktadır. Kurumsal bilinç ise kültürel birikim ve mesleki yeterliliğin üzerinde yükselmekte. Ben bu bilinci mesleki alanda yurt dışında yaptığım seyahatlerde edindim. Okudukça ve gezdikçe bu işin öneminin farkına vardım. Markalaşma ister istemez sosyal sorumluluğu da sırtınıza yüklüyor. Çünkü iyi bir marka olmak aynı zamanda ülkesine, insanına ve çevreye karşı bir şeyler yapma sorumluluğu getiriyor. Dedim ya bir kültürel birikimin yansıması bu. Beni markam tamamen özgünlüğe dayanmakta. Özgünüm çünkü saç tasarımlarımı müşterilerimin fizyolojik ve sosyal durumlarına göre tasarlıyorum bir kalıp içerisinde kalmıyorum. Benim markam güvene dayanır. Yani gelen müşteri kendisine en yakışan saç tasarımı hizmetini alacağını bilir. Salonumun üzerinde HC yazar. Tabelasında kadın kuaförü yazmayan tek kuaför salonu benim. Fiyatlandırmaya gelince marka fiyatından ziyade hizmet fiyatı alıyorum. Çünkü yaşamış olduğumuz ülkenin koşulları belli asgari ücret seviyesinde bir bedel almayı uygun görmüyorum. Tabi ki kalıpları içerisinde sıkışmış bir bayan kuaföründen daha fazla ücret alıyorum. Ama abartmadan. Benim marka değeri aldığım saçlar genelde özel günlerde, özel tasarım isteyen ve gerçekten bu ücreti ödeyebilecek kişilerden aldığım ücretlerdir.
Uluslararası arenada ülkemize kazandırdığınız başarılar nelerdir? Bu başarıları sağlarken hangi temelden hareket ettiniz?
Asker dönüşü uluslararası düzenlenecek bir yarışmaya ülkemizi temsil etmek amacıyla içinde ben ve kardeşim ile iki Erzurumlu arkadaşımızın olduğu on kişilik bir takıma seçildik. Ancak organizasyonda yaşanan sıkıntılardan dolayı pek bir şey yapamadık. Konfederasyon ve milli takım bazında faaliyetler yapamadık ancak uluslararası festivallerde ciddi başarılarımız ve tanıtımlarımız oldu. Ben bu faaliyetlerde Anadolu kültürünü baz aldım. Hoşgörümüzü, Anadolu kadınını ve onun saç modellerini, örgü vb. baz alarak tasarımlar yaptım
İşiniz de başarılı bir ustasınız, zanaatkarsınız ve bu zanaatı sanat haline getirmeyi başardınız. Bunu nasıl başardınız ve bu başarınızı taçlandırarak devam ettirecek kaç usta yetiştirdiniz?
Zanaatkar işini en iyi şekilde müşterisini memnun edecek ve hatta müşterisinin bile dikkatini çekmediği ayrıntılara özenerek yapan kişidir. Ustadır, el emeğini yeteneğini, becerisini konuşturur. Karşılaştığı sorunu en pratik ve uygun şekilde çözer. Bende işimde aynı prensiple hareket ettim. Sanatkar ise zanaatına esneklik katar. Özgünlük sağlar. Benim mesleğim saç üzerine, insanın kişisel görünümünü en çok etkileyen unsurlardan biri. Ben malzemeye kutsal görüyorum. Benim için bu kutsal olan malzemeyi sahibinin kişisel özelliklerini, yüz hatlarını, fizyolojisini, sosyal durumunu en iyi şekilde yansıtarak bulunduğu ortamda fark edilmesini sağlayacak şekilde işliyorum. İşte buda beni sanatçı ediyor.
Anadolu ahiler yurdu olarak bilinir bir usta olarak ahilik geleneğinizi işinize yansıtabildiniz mi? Mesela işinize dönük etik kurallara uyma ve bunları geliştirme konusunda hangi noktadayız hem sektör hem de kişisel olarak bir değerlendirme yapar mısınız?
Ahilik mesleki ve kişilik eğitimlerini bir arada veriyor. İyi bir zanaatkar hem genel hem de mesleki ahlaki kurallara uymak zorundadır. Bu kurallara riayet etmezsen istediğin kadar işinin ehli ol ahlaksız bir insan olur çıkarsın. Benim mesleki ilkem her müşterime yakışan saç modellerini ona özgün olarak tasarlamaktır. Ben katalog kuaförü değilim çünkü benim müşterilerimin hepsi özel ben bunu yanımda çalışan elemanlarıma ve meslek liselerinde kurslarında yetiştirdiğim öğrencilere de söylüyorum. Ustalıkta ve aynı zamanda markalaşmada önemli olan sürekliliktir. Bu ne demek? Sizi takip edecek sizden öğrendiklerini geliştirip sürekli olarak ileriye götürebilecek ve hatta sizi aşabilecek insanları yetiştirmektir. Ben kardeşimi yetiştirdim. Artık mesleklerde alaylı olma kalktı ya okulunu okuyacaksın yada kursunu alacaksın. Bu bir taraftan güzel ama bir taraftan sakıncalı bu konuya fazla girmeden şunu söylemek isterim. Mesleğimde bildiğim ne varsa yanımdakilere, öğrencilerime, seminer verdiklerime aktarma gayretindeyim. Onlara her zaman kendileri olmaları gerektiğini tavsiye ediyorum.
Bir aktivist olarak faaliyetleriniz dikkat çekici. Aktivist nedir ve hayatınızda aktivistlik nasıl başladı? Neler yaptınız?
Aktivist bir değişiklik yapmak için mücadele eden, bunun için eylem yapan kişidir. Benim aktivist anlayışım çevreye, kırsal ekonomiye, kırsal yaşamı desteklemeye yönelik eylemleri kapsar. Bu aslında bir taraftan bulunduğumuz coğrafyaya, doğduğum ve doyduğum topraklara karşı duyduğum bir şkran borcunu yerine getirmek diğer taraftan ise markalaşmanın bana getirmiş olduğu sosyal sorumluluğumu yerine getirme gayreti. 2007’de Unesco’nun Mevlana yılıydı. Leningrad’da Neva köprüsünün üzerinde Mevlana felsefesiyle, ‘Kim Olursan Ol Gel’ felsefesiyle saçta ve teatral şovla sunum yaptık. Muhteşem ses getirdi. Ondan sonraki süreçte ‘Doğa Çöl Olmasın’, ‘Çocuk Gelinlere Hayır’ gibi projeler yaptık. İspir kuru fasulyesinin yetiştirilmesi için bir projeye daha imza attık. Köye dönüş kapsamında insanların terk ettikleri ana topraklarına dönmelerini hiç değilse senede bir kez gelip ziyaret etmeleri için kampanyalar başlattık. En son ise “Tortum Çöl Olmasın” diye bir proje başlattık amacımız, kuraklığın kendini his etmeye başladığı bu günlerde ormanlar yetiştirilerek hem çölleşmeye hem de kuraklaşmaya karşı mücadeleye bir katkı sağlamak istedik. Bu kapsamda bir milyon ağaç fidanını toprakla buluşturacağız. Bu projelerimize destek veren devlet yöneticilerine, siyasilere, Sivil Toplum Örgütlerinin yöneticilerine ve mensuplarına ve ekonomik destek sağlayan iş adamlarımıza teşekkür etmeyi bir borç bilirim
Doğa ve çocuğu bir arada buluşturan ve aktivitelerinizi bu temelde birleştiren bir insan olarak. Doğa ve çocuk konusunda neler söylersiniz?
Doğa tabiat anadır. Bağrında yetiştirdiği bütün canlılara hayat verir ve bu hayat ağacı içerisinde en ayrıcalıklı konumda olan insandır. Çünkü doğanın bağrında yetişen her şey insana hizmet etmektedir. Bizim ve doğanın geleceği ise çocuklar. Şimdinin büyükleri olan bizler maalesef doğaya hak ettiği değeri vermedik. Bizi nasıl besleyip, kolladığını açgözlülükle hırsla talan ettik. Şimdi doğayı korumamız lazım. Bunun için yapılacak en iyi şey ise doğayı seven onun öneminin farkına varan, yaban yaşama saygı konusunda daha bilinçli olan çocuklar yetiştirmemiz lazım. Ben bu konuda farkındalık oluşturmak için bir saç tasarımı yapıp aktivitelerimizin tanıtımında kullandım.