Aralık 21, 2024
üç temmuz şehri

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir isimli kitabının Erzurum bölümünde, yaptığı şehir tanımlarından biri 3 Temmuz 1919 şehridir. Bu tanım bir ruhu ifade etmektedir. Bu ruh içerisinde tarih şuuru, millet bilinci, yaşadığı yere ait olma duygusu ile beslenen sivil toplum inisiyatifinden kaynaklanan bir misyon ve geçmişten beslenip geleceğe doğru bir bakışı ifade eden kültürel, sosyal kurtarıcı şehir vizyonu vardır.

Erzurum neden bir 3 Temmuz 1919 şehri olmuştur? Mustafa Kemal gibi bir askeri ve stratejist deha neden Erzurum’a gelme kararı almıştır? Attığı adımları en ince detayına kadar planlayan ve uygulayan bu lider neden dolayı Erzurum kongresine başkanlık etme gereği duymuştur? Bu soruların cevabı yukarıda bahsettiğimiz misyon ve vizyonun beslendiği kökleri bilerek, anlamakla mümkün olabilir.

3 Temmuz 1919 şehri olan Erzurum, tarihi yolların buluştuğu, askeri değeri olan bir kavşak şehridir. Bu coğrafyanın Erzurum şehrine bahşettiği bir zenginliktir ve aynı zamanda “coğrafya kaderdir.” önermesinin doğrulamasıdır. Coğrafik üstünlüğü nedeniyle sayısız uygarlığa sahne olan Erzurum dünyanın en önemli imparatorlukları olan Roma, İslam, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarına da ev sahipliği yapan bir şehirdir. Bu özelliği nedeniyle çok kültürlülüğü bağrında barındıran ve dünyanın her yerinden gelen kervanların getirdiği kültürel değerleri bu çok kültürlülük içerisinde yoğurmayı başaran bir kültür merkezi olmuştur. Her imparatorluk şehri gibi kendine ait gelenekleri olan bir yapıya sahip olan Erzurum, bundan dolayı olsa gerek, kendine özgü bir aristokratik anlayışa sahip olmuştur. Aristokratik yapıya sahip olan şehirler kültürel ve toplumsal değerlere önem verirler. Kültürel birikime sahip olan şehirler aksiyoner olurlar ve toplumsal hareketlilikleri yüksek olur. Bu tür şehirlerde gelenekten beslenen ve ekonomik açıdan güçlü olan şehir otoriterleri vardır. Bu otoriteyi Cevat Dursunoğlu Milli Mücadelede Erzurum isimli kitabında şöyle ifade etmektedir.” Yüz yıllar boyunca bu eski kalede orduların levazımını hazırlayan ve çok sıkı bir esnaf teşkilatıyla iş ahlakları kökleşmiş bulunan ve çeşitli olaylar dolayısıyla siyasi olgunlukları artmış olan, sağlam geleneklere dayanan saygı değer varlık.” Bu otorite şehrin temel dinamiğidir ve resmi makamların yanında adeta şehri kaplayan ve derinden derine yöneten sivil bir güç olarak gerektiğinde inisiyatif almaya her an hazırdır. Bu tür şehirlerde halk devlet olmasa bile ben varım, buradayım, gerekeni yaparım demektedir. Tarih boyunca Erzurum halkı defalarca, ben buradayım, devlet olmasa ben varım ve gerekeni yaptım demiştir.

Coğrafya kaderdir. Bu kader, Erzurum’da birçok defa kazaya ulaşmıştır. Coğrafyasının özelliğinden dolayı Anadolu, Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Doğunun birleşme noktasını teşkil eden bir geçit şehri olma özelliğine sahip olan Erzurum, kendisiyle aynı stratejik özelliğe sahip Afganistan’ın Hayber Geçidi ve Balkanlar gibi sayısız askeri hareketliliğe sahne olmuştur. Kuzeyden gelen onlarca fetih ordusunun ve bu ordulara engel olmak isteyen Anadolu merkezli devletlerin karşılaştığı ve savaştığı bir kale şehir olmuştur. Bu tarih yolculuğunun Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması döneminde öncü şehir olmuştur. Müslüman Oğuzlardan çok önceleri Erzurum, Hun ve Saka Türklerini Anadolu içlerine taşımıştır. Alperenlerden, Gazi Alplerden çok daha önceleri Sahabe efendilerimiz Erzurum önlerine gelip şehri İslam’la şereflendirmişlerdi. Anadolu’yu kıyamete kadar bir Türk İslam şehri haline getirecek Selçuklu Devleti ve Türkmen akıncılarının mirasını Erzurum halkı ölüm pahasına Gürcülere, Moğollara ve Ruslara karşı korumuşlardır. Orta Asya’yı kasıp kavuran Moğollar, Anadolu’ya girebilmek için yıllarca Erzurum önlerinde mücadele etmişlerdir. Anadolu’yu Moğollaştırmak üzere iken Anadolu’nun ilk Türk İslam eseri olan Erzurum’un meşhur Tepsi Minaresinin gölgesi altında Müslümanlaşıp, Türkleşerek İlhanlı olmuş ve Yakutiye gibi önemli bir eseri şehre kazandırmışlardır. Moğol belasından asırlar sonra Şiilik ve Safevi tehlikesi altında kalan Erzurum, tamamen yok olacak iken Osmanlı’nın hâkimiyeti altına girmiştir. Kanuni’nin döneminde Kafkaslardan Sünni Akkoyunlu Türkmenleri şehre getirilip yerleştirilmiş ve Erzurum Dadaş ile tanışmıştır. Azeri oğuzlarının kullandığı Dadaş kelimesi; yiğitliği ifade etmektedir. Dadaş, haksızlığa fırsat vermeyen ve bununla mücadele eden yiğittir. Dadaş hak yemez ama aynı zaman da hak da yedirmez.

Yeniçerilerin hadsizliğine isyan edip, bu güruhu Vaka-i Hayriye olayından çok önce tepeleyen Erzurum, 1906 yılında Hayvanatı Rüsum adlı ağır vergiye karşı direnip bütün bir ülkeyi bu ağır vergi yükünden kurtararak kentsel muhalefetin dünya ve Türk tarihi açısından önemli örneklerini sergilemiştir. Her zorlu anda milletin ve devletin yanında yer alan Erzurum, gerektiğinde milleti tercih edeceğini göstermiştir.

Erzurum’un Alp tipi olan Dadaş, vatan ve millet söz konusu olduğunda akınlarda yer alırken, şehrine ve ülkesine göz dikenlere karşı vatanını, milletini, şehrini müdafaa etmektedir. Erzurum Alplerine dadaş denilmektedir. Dadaş, milli şuurun kişiselleştirilmiş halidir. Bu milli şuur, Akdeniz’e inmek ve İstanbul’u kontrol etmek amacıyla Erzurum’a göz diken Ruslar karşısında defalarca şahlanışa geçmiştir. Gavurboğan’da şehrine göz diken Rusları boğan Erzurumlu, 93 Harbinde Aziziye Tabyalarında bir kez daha Rus ordularını hezimete uğratmıştır. Ordu olmasa bile ben buradayım, asker yetmezse ben askerim demiştir. Sarıkamış hezimetinden sonra geri çekilmek zorunda kalan orduyu sen git vatanı kurtar, ben buradayım deyip ordusunu korumak amacıyla düşmanla çarpışan tek şehir halkı olma unvanını kazanmıştır. İki yıl boyunca işgali yaşayan Erzurum direnmiştir. Şehriyle direnmiştir, halkıyla direnmiştir. Bu direnişte devlet yoktur, şehir vardır. Bu direnişte ordu yoktur, halk vardır. Bu direnişte kuvvetli bir sivil örgütlenme vardır. Bu direnişi sergileyenler ölüm pahasına, namus belasına, tüm yokluklara ve zorluklara rağmen Erzurum’u terk etmemişler ve binlerce yıllık Müslüman Türk Yurdu’nun, Hristiyan Ermeni ülkesi haline gelmesine engel olmuşlardır.

12 Mart 1918 günü, İki yıl önce çekilmesi için Erzurumluların koruduğu ordu, Erzurum’u uğradığı işgalden ve yaşadığı mezalimden kurtarmıştır. Binlerce sakini katledilen şehir şimdi kılıç artığı olan sekiz bin kişiden ibaret kalmıştır. Eski mamur Erzurum’dan eser kalmamıştır. Şehrin yıkıntıları arasında yakılarak, kesilerek, vurularak, çivilenerek öldürülen insan cesetleri vardır. Osmanlı ordusunun kurtardığı en son şehirlerden biri olan Erzurum, gelecek için yeniden toparlanma gayretine girmiştir. İşgal yüzünden göçen Erzurumlulardan geri dönmeye başlayanlar, bıraktıklarını bulamamaktadırlar. Yer yer yakılan, yer yer yıkılan şehirde insanlar en asgari ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktadırlar. Tam Rus ve Ermeni belasından kurtulduklarına inanacakları anda Osmanlı Devleti savaşta mağlup olmuş ve ülkeyi on yıldır idare etmeye çalışan İttihat ve Terakki Partisi kendini feshetmiş, idareciler yurt dışına kaçmış, padişah çaresiz bir şekilde İngilizlerin ve müttefiklerinin insafına terk edilmiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalanmıştır. Bu mütareke ile Osmanlı orduları dağıtılmakta, ülkenin işgaline zemin hazırlanmaktadır. Mütarekenin 24. Maddesine göre “Ermenilerin göz diktikleri ve almak için her türlü ihaneti ve kötülükleri yaptığı, içerisinde Erzurum’un da bulunduğu altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa, vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri. haiz bulunacaklardır. Halka her türlü mezalimi yapan ve Osmanlı ordularınca esir edilen Ermeniler serbest bırakılacaktı.” Bu Ermeni mezalimini gören Erzurum için büyük bir tehlikenin işaretidir. Binlerce yıllık Türk Yurdu Ermenilere bırakılmak istenilmektedir. Wilson Prensiplerinin 6. Maddesine göre Osmanlı Devleti’nin Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerinde Osmanlı egemenliği sağlanacak, Türklerin çoğunlukta olmadığı bölgelerde ise buradaki milletlerin kendi kendini yönetme hakkı olacaktı. İngiliz ve Fransızların şımarık çocuğu Ermeniler bu maddenin kendi lehlerine yorumlanması için çabalarken Mondros Mütarekesinin 24. Maddesi açıkça bu toprakların Ermenilere bırakılması için hazırlanan bir düşman oyunu olarak sahneye sürülmüştür. Bu asla kabul edilemez bir durumdur. İstanbul’da bile Erzurum’un yurt içerisinde kalıp kalmayacağı bilinmemektedir. Bundan dolayı sınırlı olan kaynakların hiçbir şekilde bölgeye aktarılması mümkün değildir. Erzurum bir kez daha ben varım ve buradayım demek zorundadır. Bunun için ilk önce şehrin kanaat önderlerinin öncülüğünde ve dinamik gençlerinin emekleriyle bir teşkilatlanmaya gidilmesi gerekmektedir.

Erzurum Müdafaai Hukuk Grubunun kurulması ile Erzurum ilk önce kendini koruma ve kurtarma çabasının içerisine girerken daha sonra merkezi İstanbul’da bulunan Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuki Milliye Cemiyetinin Erzurum Şubesi haline getirilen bu gurup öncülüğünde toplanan Erzurum kongresi ile Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almıştır. Erzurum halkı koruduğu devlete ve orduya artık “Benim yanımda yer almak zorundasınız” demektedir. Bunu İstanbul’a çektiği telgrafla da açıkça beyan etmektedir. Bu beyanını yerel basının gücünü kullanarak başta bölge olmak üzere bütün bir ülkeye duyurmak, halkı bilinçlendirmek gayretindedir. Albayrak Gazetesi dalga dalga bütün bir yurda dağıtılmaktadır.

Erzurum bu mücadele ve arayış içerisinde iken 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir Yunanlılarca işgal edilmiştir. Hemen bitişiğinde olan ve işgal altında inleyen Kars, Ardahan gibi vatan toprağı için endişelenen Erzurum kendi kurtuluşundan 1 yıl 2 ay 3 gün sonra gelen bu işgal haberi ile ayağa kalkar. İzmir’in işgalini kabul edemez. Mustafa Kemal’in Bandırma Vapurunda olduğu 18 Mayıs 1919 günü Lalapaşa Cami yanında yapılan mitingde İzmir işgalinin kabul edilmeyeceğini Erzurumlu bağırmaktadır. Vatan bir bütündür. Bölünemez! Bu mitingden iki hafta sonra 2 Haziran 1919 günü, Mustafa Kemal’in İzmir’in işgalinin protesto edilmesine ilişkin yayınladığı tamime uyularak bir protesto mitingi daha yapılmıştır. Bu mitingde Erzurum, milletin kendi gücüne dayanarak kurtarılacağını söylemiştir.

Tehlike artık daha büyümüştür. Altı vilayete göz dikenler şimdi bütün bir Anadolu’ya el atmışladır. Haçlı zihniyetinin ortaya attığı şark meselesi tüm maddeleriyle gerçekleştirilmek üzeredir. Türkler Avrupa’dan çıkarılmış, Kudüs işgal edilmiştir. İstanbul, İngiliz ve Fransız donanmalarının tehdidi altındadır, fiilen işgal edilmemiş olsa da İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri şehirde devriye gezmektedir. Anadolu Hristiyan yurduna dönüştürülmek istenilmektedir. Ege ve çevresi Yunanlılara eski Roma İmparatorluğunu canlandırmak üzere verilmek istenilirken, Karadeniz’de Pontus devleti canlandırılmak istenilmektedir. Vilayet-i Sitte ise Ermeni yurdu yapılacaktır.

Şark meselesi olarak isimlendirilen bu haçlı seferine nasıl dur denileceği, işgal altındaki vatan topraklarının nasıl kurtarılacağına ilişkin yol haritası çizilmeli, bir yöntem belirlenmelidir. Anadolu’yu Türk yurdu yapan millet, bu yönteme de karar vermelidir. Anadolu’nun Türkleşmesi nasıl doğuda başlamışsa kurtarılması da doğudan olacaktır. Anadolu’nun Türkleşme destanı Erzurum’da başladığına göre bu destanın devamında Erzurum önemli rol oynayacaktır. Erzurum kadar düşman işgaline uğrayan, uğradığı işgalden daha fazlasına dur diyebilen ve işgale direnen başka şehir yoktur. Bu şehrin hafızasında millet olarak, halk olarak top yekûn bir şekilde direnmek vardır. Zamanında çektiği işgal acısını şimdi bütün bir ülke yaşamak üzeredir.

Şehirler içerisinde Erzurum ne kadar vatan savunmasında önemli bir yer tutuyorsa, askerler içerisinde son dönemde vatan savunması derken Mustafa Kemal ismi önemlidir. Halk ve sivil iradeyi resmi ve askeri iradenin üstünde gören ve Anafartalar kahramanı olarak ünlenen bu genç subay, karanlık günlerin kurtarıcı lideri olmak için Samsun’a çıkmıştır.

Biri subay diğeri şehir olan iki kurtarıcı 3 Temmuz 1919 günü buluşmuşlardır. Düşman işgalinden kurtuluşundan 1 yıl 3 ay 21 gün sonra gerçekleşen bu buluşmada iki savaş yorgunu kahraman, ülkenin kurtarılma yöntemini belirleme çalışmalarına başlamıştır. Her türlü zorluğu, yokluğu ve tehlikeyi göze alarak Erzurum’a Sivas, Van, Bitlis ve Trabzon vilayetlerinden gelen delegeleri tüm yokluklara, kıt kaynaklara ve uğradığı ağır katliama rağmen Erzurum halkı misafir etmiş bağrına basmıştır. Yıkımdan kurtulan konak sahipleri kapılarını bu aziz misafirlere açarken, açlık ve sefalet içerisinde yaşam mücadelesi veren halk ise elinde avucunda kalan son yiyecek kırıntıları ile misafirlerinin karınlarını doyurma gayretindedir.

Bir zamanların müreffeh şehri olan bu enkaz yığını şehir askeri açıdan son derecede önemli bir coğrafyadır. Bu şehre sahip olan Anadolu’yu elinde tutar. İstanbul’un kaderi aslında bu şehirdir. İstanbul’a giden tüm tarihi yollar bu şehir üzerinden geçer. Karl Marx’ın dediği gibi Erzurum’a sahip olmak demek İstanbul’a hükmetmek demektir. Erzurum’u düşman ele geçirmişse, Konya ovasına kadar Anadolu’yu ele geçirmiş demektir. Karadeniz’in, Anadolu’ya ve Orta Doğuya bağlandığı noktanın ismi Erzurum’dur. Bu şehri başkent edinmek isteyen Ermeniler ve onların arkasındakiler Anadolu’ya göz dikmiş demektir. Erzurum’un Garin olması demek, Anadolu’nun Türkmen eli olmaması demektir. Mustafa Kemal gibi bir stratejist komutan elbette ki Erzurum’un askeri, stratejik ve kültürel öneminin fakındadır.

3 Temmuz günü Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, 6 Temmuz 1919 günü askerlik görevinden ayrılmış ve ülkenin kurtarılması için milletin sinesine dönmüş ve her zaman savunduğu milli iradenin bir parçası olmuştur. Asker olarak geldiği şehirde artık sivil bir halk önderi olmuş ve bundan iki yıl sonra kurtarılmayı bekleyen İzmir’e, başkanı olduğu Büyük Millet Meclisi ordularının Başkomutanı olarak girmiştir.

Erzurum, ordunun halka tabi olduğu ilk Türk şehridir. Anadolu içerisinde düzenli olan ve dağıtılmayan tek ordu Erzurum’da Kazım Karabekir paşanın komutası altında olan kolordudur. Mustafa Kemalin istifa ettiği gün Kolordumla birlikte emrindeyim paşam demesi ile bu kahraman komutanımız, Osmanlı ordusunun Türk milletinin emrine girdiğini belirtmiştir. Bu olay Osmanlı ordusunu, Türk ordusu haline getirmiştir.

23 Temmuz 1919 günü toplanan kongre, Milli Mücadeleyi yürütecek Büyük Millet Meclisinin çekirdeğini oluşturmuştur. Bu kongrede alınan kararlar kurtuluş mücadelesinin ana ilkelerini ve yöntemini belirlemiştir. Bu kongre arifesinde halkın emrine giren ordu, kurtuluş ordusunun çekirdeğini oluşturmuş, buradan giden mühimmatlar Türk ordusunun can suyu olmuştur. İşgal altında kalan vatan topraklarının kurtarılmasına Erzurum üzerinden Kars ve Ardahan’a ilerleyen Büyük Millet Meclisi ordularının zaferiyle başlanılmıştır.

Erzurum, kendini ve vatanı koruyan yiğitlerin şehridir. Bu şehirde Osmanlı ordusu Türk ordusu haline gelmiştir. Erzurum, vatan korumasının sadece askerin değil ondan çok önce halkın işi olduğunu söyleyen şehirdir. Erzurum, başta İzmir olmak üzere kurtarılmayı bekleyen Anadolu’nun kurtarılma yöntemini belirleyen şehirdir. Erzurum, “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini. Yok, mudur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye soranlara ‘Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini. “Buradadır” kurtaracak bahtı kara maderini.” Cevabını veren şehirdir.

Özetlersek 3 Temmuz 1919 şehri, kültürel ve tarihi mirası ile beslenen askeri ve stratejik öneminin farkında olan ve Türklük şuuruna sahip, toplumsal yerel muhalefeti içinde barındıran vizyonu ile vatanın ve milletin muhafazası için her türlü fedakârlık ve gayreti gösterme misyonuna sahip şehir ve halkını ifade etmektedir. Erzurum, İşgal tehdidi altında kalan veya işgal edilmiş yurdun, millet iradesi ve ordunun desteği ile kurtarılması yönteminin belirlendiği, Mustafa Kemal paşanın sivil Mustafa Kemal olarak milli mücadele lideri olmaya başladığı önemli bir askeri, tarihi ve kültürel şehirdir. Erzurum Kongresi sadece Erzurum’u değil bölgenin, ülkenin ve dünyanın kaderinin şekillendirildiği önemli tarihi bir siyasal olaydır. Bu tarihi olayın Erzurum’da gerçekleşmesinin altında yatan temel etken Erzurum ismidir. Kanaatimizce bu ismin değeri anlaşılmadıkça Erzurum kongresinin önemi tam olarak anlaşılamaz.

Ömer YAŞAR ÖZGÖDEK

About The Author

Bir yanıt yazın