AHISKA’DA MÜZİK
AHISKA’DA MÜZİK
Ağır ağır ev süpürdüm şen babam evi
Şimdi de kalktım gidiyorum can babam evi
Gedin anama söyleyin bana ağlasın
Atlım geldi gidiyorum başımı bağlasın
Ahıska yöresinin Gelin çıkarma havası olan bu şirin türkümüzü, nerdeyse bütün Ahıskalı Türkler ezbere bilir. Müziğinin duyulması ile birlikte hemen eşlik etmeğe başlarlar. Her toplumun kendine ait müziği, türküleri, oyun havaları, dolayısıyla yaşattığı kültürü var. Ahıskalı Türklerin de düğünlerde, derneklerde sergiledikleri kendilerine has türküleri, manileri, oyun havaları ve adetleri var. Ki bunları globalleşen dünyamızda hem de büyük şehirlerde koruyabilmek çok zor bir iştir.
Sürgünden önceki resimlere baktığımızda ya da, Ahıska doğumlu ihtiyarları dinlerken anlıyoruz ki Ahıska’da toy/düğünlerde müzik aletleri olarak salomor, tulum, düdük, mey, ney, kaval, zurna (nefesli), saz, tar (telli), çomak davul kullanmışlar. Yalnız Ahıskalılar, bu nefesli ve telli aletlerin çoğunu günümüzde kullanmıyorlar. En yaygın kullanılan ve günümüze kadar da taşınan sadece davul, zurna, mey olmuştur. Elektriğin, seslendirme cihazlarının olmadığı o zamanlarda ihtiyaçları karşılayacak tek aletin meydan sazı olan davul, zurnanın olması da en doğal bir şeydir. Davul, zurna düğün, derneklerin en rağbet gören sazlarıdır. Hemen hemen hiç bir Ahıskalı davul, zurnasız gelin çıkarmaz. Günümüzde halen Âşık Garip destanından Âşık Garibin söylediği,
İşte geldim gidiyorum,
Şen olasın Halep şehri.
Çok ekmeğin, tuzun yedim,
Helal eyle Halep şehri. örneğini Ahıskalılar,
İşte geldim gidiyorum,
Şen olasın babam evi.
Çok yedim nazı nimetin,
Helal eyle babam evi. gibi uyarlayarak ve Gelin yol Havası’nda davul, zurna eşliğinde söylerler. Yöresel meşhur sanatkarlardan Sakunet köyünden İlyas (Horoz), Kaharet köyünden Odundalı Mürsel, Varhan köyünden Bekir, Yukarı Entel köyünden Kazım, Beşet, Heveşen köyünden Usta Bekir, Kılde köyünden Aşık Semayi, Feyzul, Brakunagil’in Hüseyin, Tatidze Nazim vs… Bugün de Ahıskalı Türkler tarafından bilinmektedir.
Bir milletin kültür birikimini derlemek, kayıt altına almak, dünyanın en önemli ve sorumlu işi olsa gerek. Çünkü derlemek için gittiğim her evde Ahıska doğumlu bir canlı hazinenin yattığını gördüm. Ama ne yazık ki çok geç kalmıştım. Bu kültür birikimi insanlar ya aşırı yaşlanmışlar, her şeyi unutmuşlardı ya da sağlıkları konuşmalarına imkân vermiyordu. Mesala; Kıldeli Tatidze Çiçek ninenin karşısına geçip “Çiçek nine, bildiklerini anlat bana, onları yazmaya geldim” dediğimde “Eh be oğlum, şimdiye kadar neredeydin? Niye 15, 20 sene önce gelmedin? Bildiğim her şeyi unuttum, gitti” değince çok şeyi kaybettiğime üzüldüm. Yine de aklında kalanlardan anlattı. Genellikle kış akşamlarında belli başlı evlerde odun sobasının etrafında toplanarak istişareler yapılır, hikâyeler anlatılır, mey eşliğinde türküler, uzun havalar, ilahiler söylerlermiş. Bununla birlikte gelenek haline gelen bir aylık sürelerle yaylalara çıkma, yani “Yığnak” yapılırmış. En güzel yığnak yerleri Persat, Horoz, Abastuman yaylalarıymış. Halk, bu yaylalarda çeşitli eğlenceler düzenler, davul, zurna eşiğinde güreş tutarlar, bar, halay çekerlermiş. Beş bölümden oluşan Ahıska barı günümüzde bile düğün, derneklerde oynanır.
Ahıska Barı’nı, birinci bölümde 3/4 usul ile ağır, ikinci bölümde 4/4 usul ile orta, üçüncü bölümde 10/8 usul ile topal, dördüncü bölümde 6/8 usul ile hareketli, beşinci son bölümde ise 2/4 usul ile çok hızlı olarak kadınlar ve erkekler ayrı ayrı oynarlar.
1932 Ahıska Zigila doğumlu Ensar Binali (Çiçinadze) dede, eskiden düğünlerde, yığınaklarda Salomor, Tulum çalındığını söylüyor. Ki günümüzde artık kullanılmıyor.
1910 Ahıska Anda köyünden Gülseher Ömer ninenin anlattıklarına göre Kars’tan, Erzurum’dan, Posof’tan ozanlar gelirlermiş. Bir nevi bu şekilde de kültür alış verişi olmuş ki, halen düğünlerimizde bu yörelerden çok türkü ve oyun havaları çalınır, söylenir. Hatta çoğu Ahıskalılar;
Güzeller bezenmiş toya giderler,
Sizlere emanet yar oynamasın.
Ben bilirim, rica, minnet ederler,
Yüngüllük edip de tez oynamasın.
Düşmanlar oturmuş bize bakarlar,
Kızıl güller al yanağa takarlar,
Sonra söyler, başımıza kakarlar,
Dudağın altında dil oynamasın. türküsünün aslında Ahıska’ya ait olduğunu söylerler. Ama bu güzel türkümüz TRT THM Repertuarında Erzurum yöresi olarak kayıt altına alınmıştır.
Çinibanlı Fahrettin dede ve eşi Herdem ninenin anlattıklarına göre, Sakunetli Horoz İlyas davul çalar hem de türkü söylermiş. Varhanlı Bekir de zurnayla eşlik edermiş. Türkiye ile Sovyetler birliği arasında sınır kapandıktan sonra Rus yönetimi Horoz İlyas’ın ajan olarak Türkiye’ye gitmesini ve bilgiler toplamasını ister. Horoz İlyas ret edince onu Ahıska kalesindeki hapishaneye atarlar. Hapishanedeyken koşup söylediği türkü şöyledir:
Mahpustayım, mahpusta,
Beni buradan alsınlar.
Ayşe ilen Fadime’m,
Günlerimi saysınlar.
Ben veran oldum yar, yar.
Mahpushane çeşmesi,
Yandan akıyor yandan.
Ayrılık bir başka dert,
Mahpusluk da bir yandan.
Ben veran oldum yar, yar.
Hapisten çıktıktan sonra Horoz İlyas Türkiye’ye kaçar. Burada yakalanıp idam sehpasına çıkarılan Horoz İlyas’a son sözlerini sorarlar. Belki anlatacağı bir şey vardır diye. Horoz İlyas saatlerce destanlar, deyişler anlatıp, türküler söyleyince görevli memurlar, böyle birisinden zarar gelmeyeceğini yetkililere iletmişler. Yukarıdan olumlu cevap gelince salıvermişler. Fakat Ahıska’ya dönerken sınırda vurularak öldürülmüş.
Diğer meşhur davul, zurna, mey ekibi de Yukarı Entel köyünden davulcu Şahbaz, mey Kazım ve zurnacı Beşet’miş. Onların söylediği ve günümüzde de bilinen meşhur Kabak türküsü şöyledir:
Ahşamluğa yeduh kabah,
Ne çetin açıldi sabah.
Ev karanuh, yer daracuh,
Harap oldu tekne, tabah.
Rezil ettin kabah beni,
Gör ki ne edem sabah seni.
Kabağın kabuğu kalın,
Luhmalari böyük alın,
Karnıma da sancı salın,
Rezil ettin kabah beni,
Gör ki ne edem sabah seni.
Ne yazık ki 14 Kasım 1944 yılında yaşanan sürgün hayatı Ahıskalı Türklerin sosyal ve kültürel hayatını derinden etkilemiştir. Orta Asya’nın farklı bölgelerine sürgün edilen Ahıskalı Türklere on iki yıl boyunca düğün, dernek yapmak, kültürlerini yaşatmak, bulundukları yerden başka bir yerlere giderek akrabalarını görmek, ziyaret etmek yasaklanmış, bir araya gelmeleri engellenmiştir. Bu tür baskılar, yasaklar ve sürgün hayatı Ahıskalıların kültürünün, edebiyatının giderek kaybolmasına neden olan en büyük etkenlerden biridir. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan’ın birbirinden uzak, farklı bölgelerinde yetişen yeni nesiller de yerli kültürle büyüyüp kaynaştıklarından, kendi kültürlerinin kaybolmasına ya da yozlaşmasına sebep olmuşlar. Bu yozlaşmanın, kaybolmanın önünü almak için Özbekistan’ın Taşkent bölgesinde yaşamış Azğurlu Umarov Müdür ve Mikayil kardeşler büyük çaba ve azim göstermişler. Müdür akordiyon, kardeşi Mikayil da cümbüş çalarak türkü söylerdi. Müdür, Türkiye İstanbul radyosundan türküler, uzun havalar dinleyerek onları düğünlerde söyler ve en azından eskiden bir parçası oldukları Türkiye’den kopmamalarını sağlardı. Halen onların derledikleri türküler, uzun havalar söylenmektedir.
Ahıska barı, Topal kayda, Kizir oğlu, Karabağ, Topal, davulcunun Türk marşı, Abbas’ın kaydası oyun havaları, Yüksek minareden attım kendimi, Nazlım Ahıska’ya çıkmış, Fincanı taştan oyarlar, Ağır ağır ev süpürdüm, Şen olasın babam evi türküleri, Derbeder gibi uzun havalar şimdi bile düğünlerimizin vazgeçilmezidir. Çeşitli topluluklar halinde faaliyet gösteren müzik grupları, az da olsa Ahıska müziğini yaşatmaya çalışsalar da bunların başarılı ve yeterli olduğu söylenemez.
Ne yazık ki tarihi bir bölgenin tarihi halkı olan Ahıskalı Türklerin bir müzik birikimi bulunmamaktadır. Bu işin uzmanlarının bir an önce bu kültüre sahip çıkıp, eski nesil yok olmadan, bu kültürü derlemeler yaparak kayıt altına almalıdırlar.
Bu zengin kültürü yaşatmak, korumak, bir sonraki nesillere aktarmak ne kadar zor olsa da bu sorumluğu almak başta biz sanatkârlar olmakla bütün Ahıskalı Türklerin en büyük vazifesi olmalıdır. Aksi halde, “Kendi kültürlerini koruyamayan toplumlar, başkalarının kültürlerini ayakta alkışlarlar.
Ulu önderimiz M.K. Atatürk kültürle ilgili ne güzel söylemiş: ” Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Saygılar…
Not: Paşali SEFEROĞLU’nun kaynağından yararlanılmıştır.
Müzik öğretmeni.