İBRAHİM ERKAL’IN UZAK ŞEHRİ

İBRAHİM ERKAL’IN UZAK ŞEHRİ

İbrahim Erkal ve Erzurum

İBRAHİM ERKAL’IN UZAK ŞEHRİ

Merhum İbrahim ERKAL şehirden kazanan değil şehrine kazandıran sanatçı bir değerdi. Toprağına, değerlerine, insanlarına değer veren şahsi kimliğini, yaşamadığı ama kendini ait hissettiği şehrin kimliği ile bağlayarak sanatına yansıtan duyarlı bir sanatçı vatandaştı. Şehrinin sorunlarını kendine dert edinen şöhretini Erzurum’un şöhretine katmaya çalışan değerli bir sanatçımızdı. Onun sanatçı duyarlılığı ve hissiyatı şehrine olan sevgisiyle ilmek ilmek işlenen hizmet yapma gayretiyle birleşince Erzurum’un gelişmesi ve kalkınması önündeki sorunlarının temelini anlamış ve bunu harika bir şekilde tanımlamıştır.

Erzurum Uzak Şehir

Sahi bu şehrin uzaklığı nereden geliyor? Ankara’ya, İstanbul’a, İzmir’e, Antalya’ya olan uzaklığından mı? Hoş şimdi hava limanımızda var. Uçak biletleri diğer şehirlere göre fazla olsa da en uzak mesafeye bilemedin iki saat içerisinde gidip geliyorsun. Doğu Ekspresi ile Ankara 24 saat İstanbul ise doğrudan tren yok. Hızlı trende gelirse inşallah bu süre 6-8 saat civarına inecek. Karayolu ile ulaşım çok şükür eskisi kadar zorlu ve riskli değil. Telefon ve internet dersek zaten fazlamız var eksiğimiz yok diyeceğiz şekilde. Ama Erzurum uzak Erzurum ırak Yıllarca bırakın bölge ekonomisini ülke ekonomisini besleyen, kültüre ve bilime ciddi katkılar sağlayan bu şehir nasıl oldu da bir anda uzak şehir oldu? Uzaklık sadece mesafeyle mi alakalı? Yoksa “yakınım uzak uzağım yakın bana” sözünde olduğu gibi zihinsel ve fikirsel ayrılıktan dolayı da uzaklık söz konusu olabilir mi?

Yıllarca İstanbul’a uzak Moskofa yakın bir şehir oldu Erzurum. Bulduğu her fırsatta Rus taarruzuna ve tasallutuna maruz kaldı. Kağnılarla, kervanlarla yetmiş güne Erzurum’a yetişen İstanbul’a karşı Rusların kurduğu tren hattıyla 15 güne Moskova’ya bağlanan bir şehir olarak 1. Dünya savaşının acılarını yaşadı. O acı günlere kadar Anadolu şehirleri bir İstanbul’a yakın birde Erzurum’a yakın şehirler diye anılırdı. Erzurum o zaman İstanbul’a uzak olan bütün şehirlerin yakını olan cazibe şehirdi. Rus gitti, Osmanlı gitti, Cumhuriyet geldi. Cumhuriyetle birlikte demiryolu geldi, üniversite geldi ama onlardan daha geç elektrik geldi. Atatürk Üniversitesi kuruluncaya kadar Ankara’ya İstanbul’a giden gençler Erzurum okumak için uzak dediler. Burada para kazanmak kolay Erzurum’da kazanmak daha zor dediler. Erzurum’da koca fabrikaları çalıştıracak elektrik yok, üniversiteden mezun olanların çalışacağı alan yok. İstanbul sanayiye, Ankara memuriyete yakın Erzurum uzak dediler. Topraktan kazandığının on mislini yüz mislini sanayiden kazanırız dediler. Haklıydılar devlet sanayiye ilişkin bütün alt yapıyı İstanbul’a ve çevresine kentsel yaşam için gerekli olan kolaylıkları ise Ankara’ya yapmıştı. Erzurum’a tren geldi ama elektrik çok geç, sanayi ise hiç gelmedi. Erzurum sermayeye, istihdama uzak şehir oldu. Buna rağmen Erzurum’un ovası geniş ve bereketliydi. Çayırları meraları binlerce hayvanı besleyecek kapasiteye sahipti ve halende sahip. Üniversitesi, tarımı ve toptan ticaretçileri ile Erzurum yine de bir cazibe merkeziydi. 1990’ lı yılların sonlarına kadar Erzurum; ülkemizde Doğu, Güneydoğu, Doğu Karadeniz illerinin, yurtdışında ki komşularımızdan İran, Irak, Azerbaycan ve Rusya’nın alışveriş merkezlerinden biri olma özelliğini koruyordu. Şehir merkezinde güçlü gıda ve dayanıklı tüketim ürünleri satan toptancıları vardı. Bunlar gerek yukarıda saydığımız bölge illerine, gerekse komşu ülkelere başta gıda ürünleri olmak üzere dayanıklı tüketim malları da satabiliyordu. Şehrin merkezinde faaliyet gösteren bu işletmelerden onlarca isim sayabiliriz. Bu yerel işletmelerin yanı sıra Trabzon, Rize, Bayburt, Kayseri, Kars, Gaziantep, Van gibi illerimizden gelen işletmelerin de ilimizde işyerleri, ya da şubeleri bulunuyordu. Türkiye’nin ticaret merkezi sayılan İstanbul’dan birçok büyük şirketin şehrimizde ya temsilcilikleri, ya bölge müdürlükleri, bölge depoları bulunuyordu. Anadolu’daki şehirler artık İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e, Adana’ya ve Erzurum’a yakın olarak nitelendiriliyordu. Diğer şehirler büyümüş ama Erzurum aynı kalmıştı. Bir taraftan göç verip diğer taraftan ise göç alıyordu. Belki Erzurum ülkenin batısına uzaktı ama doğusuna kuzeyine yakın şehirdi. Sanayinin yanı sıra hizmet sektörü de ülkede gelişmeye başlamıştı. Tarım işi zor, hayvancılık ise zahmetliydi. Köy yerinde toprağına sahip, hayvanına hizmetkâr olmaktansa el kapısında yarı tok çalışmak daha kolay gelmeye başlamıştı. Birde tarlayı sapanı satıp sıcak memleketlerden bir ev alıp yerleştin mi tamam haydi oralara gidemedin Erzurum’dan bir ev aldın mı tamamdır. Hele birde memursan tayini aldırıp gittin mi bu iş oldu. Bire birer evler tarlalar, bağlar, bahçeler, evler satılır. Tarlalar, meralar boşalır. Erzurum’un en önemli gelir kaynağı olan hayvancılık biter. Depolar, bölge müdürlükleri peş peşe Erzurum dışına çıkar. Erzurum artık kendi bölgesine de uzak olan bir şehirdir.

Şehrin her semtinin her mevsimde ayrı özellikleri, işlevleri olurdu. Mesela Tebrizkapı, Gürcükapı, Erzincankapı gibi semtlerde, civar köy ve ilçelerden mevsimine göre sebzeler getirilir buralardaki dükkânlarda ve çarşı meydanlarında satılırdı. Bu mahsullerin müşterileri de şehir merkezinden gelenlerin yanı sıra yine çevre köy ve ilçelerden gelen insanlardan oluşurdu. Şimdi bu insanlarda eskisi gibi gelmemeye başladılar. Çünkü köylerinden göçeli çok uzun zaman oldu. Hoş göçmeyenlerde üretemeyen yaşlılar veya üretmeden devletten destek alanlar olduğundan çarşı meydanlarına uğramayıp Alış Veriş Merkezlerine gelenler oldu. .Artık Erzurum ilçelerine de köylerine de uzak bir şehir olmuştu. Verdiği göçten daha az göç alan bir şehir haline gelmeye başladı. Diğer şehirler büyümeye Erzurum ise küçülmeye başladı.

Çarşı esnafı mahalle halkı ile birleşik bir ruhtu. Çarşı sıra sıra dizili dükkanları ile yol boyunca gelip geçenlere görünmez bir kaseden bedavadan huzur sunardı. Çarşıda öten kuşlar, rüzgârda hışırdayan yapraklar, kenarlarda kulaklarını arkaya itmiş yusyuvarlak kuyruğuna sarılmış oturan kediler, yerle, yolla ve insanla, duyulmaz bir şarkının gönülleri ferahlatan bestesini terennüm ediyorlardı. Erzurum adında değil, ruhunda yaşayan hakikaten büyük bir şehirdi. Her evin bir semaveri vardır. Her sokakta baharla birlikte semaverler sabahın erken saatlerinde yakılırdı. Ev halkı bahçelerinde, yada tıhıçlı kapıların avlusunda sabah kahvaltılarını semaverde demlenen çaylarla yapardı. Semaver çayı soğutmaz, her dem sıcak olur, insanları birbirine yakın tutardı. Yaz aylarında evlerin toprak damlarında da sofra bezi serilir, semaverle kurulurdu. Rüzgar hafif ve serin eserken levüş, levüş parlayan cam bardaklar, desenli porselen tabaklarında içinin çay kokan sıcak çaylarla sabırsızlıkla dolmasını beklerdi. Komşudan gelen tandır ekmeği, tuluğta göğermiş peynir, haşlanmış patates, kırılmış Erzurum şekeri ve sofranın etrafına minderlerle huzurla kümelenmiş ev halkı birlikte yerdiler, içerdiler. Şehrin merkezinde her üç beş mahallenin ortak bir kır yeri vardı. O yıllarda şehir halkı çok sosyaldi ve birbiri ile kaynaşmış bir halde idi. Bu durum esnafa da yansırdı. Esnafta bulunduğu mahallenin bir ferdiydi, komşusuydu. Sonra peş peşe Yenişehirler, başı dadaşla, yıldızla başlayıp sonu kentle biten yeni yerleşim alanları kuruldu. Sonuçta şimdi Yakutiye diye bildiğimiz şehir merkezi eridi kayboldu. Yakutiye halkı kentlere taşındı sonuçta Erzurum halkı için tarihi Erzurum uzak oldu.

Bu kentler ve sözüm ona şehirler kuruluncaya kadar şehrin her mahallesi, her caddesi, her çarşısı başlı başına birer merkez niteliğinde idi. Bu şehrin bir zamanlar yaşayan elli yedi mahallesi, beş yüzü aşkın sokağı kendine has özellikleri ile vardı. Şehrin bir başından diğer başına yaya olarak bir saatte gidebiliyorsunuz. Her mahallenin iki – üç kuşak yerlisi vardı, birde taze gelmiş sakinleri… Bunlara ilaveten konargöçerleri vardı. Her mahalle bin yılı aşkın izleri taşıyordu. Yıkıla yapıla gelmiş, fakat tarihi kırıntıları hep korumuş bir şehirdi Erzurum. Her mahalle ve her sokağın asırlarca süren bir geçmişinin yanı sıra adının da bir hikâyesi vardı. Bu yerler bir bütünü oluşturuyordu kopukluk yoktu. Örfü, töresi bir insanlar topluluğu. Bir milletin efradı, bir vatanın özüdür Erzurum sokakları. Kendine has mimarisi, kendine özgü ağzı vardı. Sonra ilk önce bu mahaller birleştirilip isimleri silindi. Sonrada birer birer yıkıldılar. Yerine yapılan binalar, bu binalara taşınanlar Erzurum’un tarihine kültürüne kimliğine uzak oldular. Beton yığını olan evler, halk ile uzaklaşmış kurumsal ticari işyerlerinin önüne, kaldırımlara park etmiş koca koca otomobiller ile Erzurum yayalara da uzak oldu.

Geçenlerde bizim Elattin gelmişti şehrimize. Altında geniş tekerlekli lüks bir otomobil vardı. Hani iyi de kurulmuştu şoför koltuğuna. Arabadan inmedi. Dükkânın önünde konuştuk. “ Hadi sende gel artık “ diyordu bana. “ Ne var buralarda, Sende kurtar kendini” diyordu. Dostum biliyorsun biz balık gibiyiz Erzurum’da çıkarsak yaşayamayız. Dedim ona. “ Boş verin yıkılsın eskiler, bizim hayalimizde yaşıyor ya” dedi anladım ki Erzurum gidenlerin zihinlerinde uzak şehir olmuş. Bende ona demek isteyip te diyemediğimi kendi kendime dedim. “ Ya biz öldüğümüzde hayallerimiz de ölmeyecek mi? Peki şehrimizi çocuklarımız nasıl anacak, nasıl tanıyacak. Burası babamın eviydi nasıl diyecek? Burada babam aşık oynamış, gındillik çevirmiş, hızzek kaymış nasıl diyecek? Böyle mi oluyormuş. Bilemedim ben dostum. Anladım ki Erzurum gittikçe hayallere de uzak şehir olacak.

Nizamettin KORUCU

Share this content:

Erzurum Araştırmaları